‘Sevgililer Günü’ne dair birkaç söz

İçi boşaltılmış şeylere karşı: Oysa aşk, başka bir şey. Aşk öyle ise sevgili de öyledir. Başka bir şey olmalı her ikisi. Şunu diyebilirim galiba; Bir güne sığmayacak kadar geniş, bir karta kanmayacak kadar uyanık, bir çikolataya kanmayacak kadar tok, bir güle kanmayacak kadar mutlu…

Google Haberlere Abone ol

Yusuf Değirmenci

“Söylenir ve yarım kalır

Bütün aşklar yeryüzünde

Bir kaktüs bol sudan nasıl

Nasıl çürürse öyle” Turgut Uyar

14 Şubat, diğer anlamıyla tabir edilen ‘‘Sevgililer Günü’’, köken olarak dini özellikler taşır. Hiristiyanlarda ‘Valentine’ olarak karşımıza çıkar. Bir söylenceye göre: “Zamanın Roma İmparatoru orduya asker bulmakta zorlanıyordu. Ona göre bunun sebebi erkeklerin ailelerini ve aşklarından vazgeçemiyor oluşuydu. Bu sebeple evlilik ve nişanlanmayı yasaklamıştır. Aziz Valentine adındaki papaz ise çiftleri gizli gizli evlendirmeye devam ediyordu. Bunun sonucunda yakalandı ve ölüm cezasına çarptırıldı.” Şimdi bu ölüm cezasına çarptırılma olayı oldukça önemli görünüyor. Savaş ve aşkın ne kadar birbirine zıt olduğunun kanıtını, iktidarın kazanma gerçekliği ile karşılaştırmak oldukça ibret verici… Bir imparator ve bir aziz, biri savaş için var, diğeri insancıl yapısı ile yasak olanı deliyor. Aşka hizmet ediyor. Bu yüzden, geriye baktığımızda anlamı, dini içerikli olsa da önemli bir olgu olarak bir takım değerleri temsil etmektedir.

Tabii bir diğer efsane ise, inancı yüzünden öldürülen üç azizin varlığıdır. Bilindiği üzere kimi toplumlarda ‘‘Aziz Valentine’’ olarakta bilinir. Tabii zamanla bu değerler değişime uğrar. Ve özellikle orta çağda hayat bulan özelliği ise bazı kaynaklarda şöyledir: ‘‘Romantik aşk ile Valentine arasındaki bağlantı ilk olarak 14.yüzyıla ait kaynaklarda görülmektedir. Fransa'da ve İngiltere'de 14 Şubat geleneksel olarak kuşların çiftleşme günü olarak bilinmekteydi. Günün bu özelliğinden dolayı sevgililer birbirlerine güzel sözler yazan notlar vermekteydi ve bu notlarda birbirlerine Valentine diye hitap etmekteydiler. ‘’ Demek ki burada günün önemi dini bir şekillenmenin inanışla adanmışlığın papaz üzerinden güncellenmesidir. Çağa uzandığımızda aşkın savaşa tercih edildiği ve papazın buna önayak olduğunu görerek aşkın gücü ölümle değer buluyor. Tarihe ve efsanelere sığınarak şunu diyebiliriz: Valantine’i anmak savaşı yargılamaktır. Şunun altını çizebiliriz: O zamanlarda, bir anlamı var diye biliyoruz.

Tüm bu tarihçeden yola çıkarsak ‘Sevgililer Günü’nün bugüne ait olmadığı, ta geçmişe kadar uzandığı ve aşkın romantik sıfatında, aşıklar arasında bir takım aktivitelerin hayat bulmasına olanak sağladığını önümüze seriyor. Tabii çok uzaklarda bu olgunun şekillenmesinde efsanevi bir biçim de var. Efsaneler ve hayat bir birini hayal dünyasında besleyen unsurlar olsa da gerçeğin hayalle buluşması kimimizi olumlu anlamda besyelen şeyler olarak olumlanır. Ya da tam tersi olur. Gerçek ve hayal aynı karede görünmez. Tüm gerçekler bizi bugüne getiriyor. Ve bugün çağla çılgınlığımızın doruk noktasını yaşadığımız zamandır.

Aşkın biçim değiştirdiği bir zaman!

Günümüzde nasıldır bugün? Doğrusu ben, hiç kutlamadım. Kutlama gereği duymadım. Adına gelişmiş çağ dediğimiz zaman bu zamandır. Oysa bu çağ, çürümüşlüğün de simgesi olarak biçimsel temalarda günü içine cicim ölçüler katarak cilalamış bir meta haline getirmiştir. Her şeyin çürüdüğü, her şeyin bozulduğu bu zamanda aşkta bozulmuştur. Zaman lanetli ve aşkta lanetlidir. Bu radikal söylem aşka haksızlık olarak görülebilir. Aşk çok masum da görünebiir. Öyle ki zamanın içine aldıkları o masumiyeti bir güne sığdırarak, alet oldukları şeylere ait birer tüketici olmaktan öteye gidemiyorlar. Yani o çağda öldürülen üç azizler kadar ve o azizleri ananlar kadar masum değiliz. Aşkı bir yerlere hizmet ederek tüketiyoruz.

Biz aşkı, aşk bizi, zaman hepimizi…

Her anlamda tüketim var gücüyle bir dayatmanın eşiğidir. Bugünün anlamına dair ‘güzel sözler’ üreterek edebiyatı tüketiyoruz. Hediyeler, çiçekler, çikolatalar, kartlar birilerini olduğu yerden farklı yerlere taşıyarak o sihirli günü dört gözle beklenir kılıyor. Kampanyalar, çılgın geceler, sex, aşk, sevgi vb… şeyler yaşanan değerler değil tüketilen şeyler olarak biçim alıyor. Bunun kısa tanımını önceden yapılan hazırlıklarda görmek mümkündür. Mağazaların güne ilişkin siparişleri, satılacak ürünlerin kadını afişleyerek tüm duvarları renklendirmesi oldukça ilgi çekici görünür. Herkes özendirilir, herkes eşine, sevgilisine, nışanlısına hediyelere alır. Güzel sözler gönderir. Ya da söyler. Bir yaşamı, bir evrensel sadakati bir günde yaşadığımızı sanarken, aslında özünden uzaklaştığımız, tüketimin (ürünlerin) yanıltan parlaklığı oluyor. Bunun farkını çok azımız anlarız.

İçi boşaltılmış şeylere karşı: Oysa aşk, başka bir şey. Aşk öyle ise sevgili de öyledir. Başka bir şey olmalı her ikisi. Şunu diyebilirim galiba; Bir güne sığmayacak kadar geniş, bir karta kanmayacak kadar uyanık, bir çikolataya kanmayacak kadar tok, bir güle kanmayacak kadar mutlu…