Hukukçular titreyin ve kendinize dönün!

Türkiye’nin bir Thomas Bernhard’a ihtiyacı var. Ne diyordu Bernhard hiç çekinmeden: “Aydın geçinen insanlar içinde en aşağılık olanlar hakimler ve öğretmenlerdir. Her gün binlerce insanın hayatını mahvederler, bir de bunun için para alırlar.”

Google Haberlere Abone ol

Orhan Gazi Ertekin

Sivri dilli, öfkeli ve geçimsiz adam Thomas Bernhard bir yerde "Aydın geçinen insanlar içinde en aşağılık olanlar hakimler ve öğretmenlerdir. Her gün binlerce insanın hayatını mahvederler, bir de bunun için para alırlar..." demişti. Avusturyalı hakimler ve öğretmenler, bunu bir tehdit ve hakaret olarak değil huzursuz edici bir eleştiri olarak görmüşlerdi. Çünkü, böyle zorlayıcı ve şok edici eleştirilerle karşılaşmayan bir yargının kendi yolunu kolaylıkla kaybedeceğine dair genel bir sağduyuyu hep bir kenarda tutmaları gerektiğini bilecek kadar akıl ve feraset sahibiydiler...

Türkiye yargısında son dönemdeki gelişmeler hakimlerin, savcıların, avukatların ve bir bütün olarak hukukçuların titreyip kendilerine gelmelerinin zamanının geldiğini gösteren belirtilerle dolu. Ahmet Şık'ın, Kadri Gürsel'in tutuklanma gerekçeleri, milletvekili Ayhan Bilgen'in sorgulanması ve tutuklanması vs. vs. her ne tarafta, her ne görüşte olursa olsun hukukçular için alarm işaretleridir... Ceza hukukunun suçlu-suçsuz tasniflerinin yerine "uyumlu-uyumsuz", "itaatkar-itaatsiz" tasniflerini koyduğu anda hukukun temel zemini darmadağın olur ve yargı yolunu kaybeder...

Artık titreyip kendimize dönmenin zamanıdır...

Türkiye'de hukuk ve yargının dayanıklılığı konusunda eXpress dergisinin Aralık-Ocak sayılarında Çiğdem Kızıltaş ve Yücel Göktürk ile uzun bir röportaj yapmıştık. O röportajdan hukukun ve yargının yeniden inşasına ilişkin bir bölümü aşağıya aktarıyorum. Artık hukuk ve yargı üzerine daha ciddi düşünmeye ve tartışmaya başlamamız elzemdir...

Soru: Bütün bu anlattıklarınızdan ortada hukuk diye bir şeyin olmadığı görülüyor. Türkiye vasat düzeyde bir hukuk kültürü üretemedi mi?

Orhan Gazi Ertekin: Türkiye yurttaşlığa dayanan bir kurumlar kültürü üretemedi. Yargı da dahil bütün kurumlar “dost-düşman” tanımları üzerinden kendilerini örgütlüyor. Modern devlet yaratma serüvenimiz yurttaşlığı çok zayıf bir söylem olarak üretebildi ancak. Hukuk ve kurumlar “nefret” duygularının yerine “hak” kavramı ve uygulamasını yerleştirebilecek bir deneyim geliştiremedi. Popüler ifadeden yararlanarak söyleyeyim: Sabahın beşinde birisi kapınızı çalıyorsa büyük ihtimalle ne sütçüdür ne de polis. Bir “devlet kliği” sizi “suçlu” listesine yerleştirmiştir. O anda hikmetinden sual olunmazdır! Yüz yıldır bu böyledir. Yakın geçmişte bize “terörist” diyen ve sabah beşte kapımızı çalan Cemaat’ti. Şimdi kendisi “terörist” oldu, yarın kimin terörist olacağı belli değil. Bu saçmalıklarla ilerlemek mümkün değil. Yurttaşların sabah kapılarını çalanlara hesap soracağı, elindeki bilgi ve belgelerin doğruluk ve yanlışlığını denetleyebileceği bir sorgulama alanı açmaları gerekir. Türkiye’de hukuk ve yargı meseleleri ve tartışmaları gülünç masallarla ilerliyor. Türkiye’nin bir Thomas Bernhard’a ihtiyacı var. Ne diyordu Bernhard hiç çekinmeden: “Aydın geçinen insanlar içinde en aşağılık olanlar hakimler ve öğretmenlerdir. Her gün binlerce insanın hayatını mahvederler, bir de bunun için para alırlar.” Bu sözü edebilecek, hukuk tartışmalarını masalsı dünyasından kurtarıp gerçeklerle yüzleşme cesareti gösterecek bir düşünce insanı veya hukukçu yok ortada. Hukuk ve hukukçuluk alanını derinleştirecek, halkın haklarının peşinden koşmasını zorlayacak olan bu itirazdır. Hukuk bu iddiadan, bu iddianın gerçeklikle yüzleştirilmesinden doğar. Sadece hukuk eleştirisi de değil, Türkiye’de bir “söz ve tartışma” alanının varlığından söz edilemez; Bill Hicks gibi bayrak ve millet duygusuyla dalga geçebilen komedyen de yok. Düzenin tüm önyargılarıyla zekice bir hesaplaşma yok. Hicks bir yandan David Koresh’in dünyasıyla alay ederken diğer yandan da baskın yerine giderek ABD polisinin David Koresh karargâhına yaptığı baskını çok sert biçimde eleştirmişti. Bu, hukuku besleyecek söz ve sorgulama derinliğidir. Bunların olmadığı bir ülkede ancak ve ancak hukuk masalları anlatırsınız birbirinize. Dahası, Nietzsche ve Wilde gibi “çatlak” filozoflar da yok. Her şey ve herkes uyumluluğu ile başarılı sayılıyor. İtirazın olmadığı yerde hukuk olmaz. Okan Bayülgen gibi örneğin, mevcut düzenle barışık bir “çatlak”lık sergileyerek varolabiliyorlar. Aksi durum linç. Beyaz’ın ve Ayşe öğretmenin yargılanması budur. Buradan hukuk çıkar mı? Çıkmaz.