Şemsi Abinin yıl sonu don endeksi tahminleri

Şemsi Abinin tüm gövdesi ak kor gibi parlamaya ve akmaya başladı. Önce demir parmaklıklar, sonra bina, şehir, ülke, kıta, sonra tüm dünya zangır zangır titriyordu. Volkanlar patlamaya, sondajla boşaltılmış kaya gazı alanlarında şehir büyüklüğünde obruklar oluşmaya, hortumlar şehirleri yutmaya, gökten tahvil, hisse senedi, para, insan, Öptümbank tabelaları, kedi ve köpekler yağmaya başladı.

Google Haberlere Abone ol

Uğur Aflay

Şahsen ekonomiden hiç anlamam. Yıl sonu dolar ne olur, borsa pik mi dip mi yapar, dünya pırasa lobisi soğan fobisine gol atar mı, ilk yarı maç kaç kaç biter bilmiyorum. Hatta gecelik faiz denilen arzın, bir tür psikiyatrik bozukluk talebinden kaynaklandığını, bundan muzdarip olan insanların kapanma saatine yakın bankaya gidip, parayı bavula doldurup, eve götürüp, yatağın üzerine serdiklerini, gece boyu sarılıp, öpüp, koklayıp, heveslerini aldıktan sonra ertesi sabah bankaya geri verip, borcumuz ne kadar abi filan dediklerini düşünürdüm. Bir bankacı arkadaşım o öyle değil aslında ama sen yine de bulaşma, cehalet mutluluktur, biz seni böyle seviyoruz demişti. Bundan cesaret alıp, kambiyonun Kamboçya ile bağlantısını sormuştum, virmanın Vietnam ile ilişkisi gibi ama derin mevzu bunlar fazla girme. En son bir ekonomi profesörü araştırmaya başlamıştı bunları, Şeb-i Arus’da pijamayla semazenlerin arasına dalınca delirdiğini anlayıp akıl hastanesine kapattılar. Orada da üç psikiyatristi delirtip, dördüncüyü hurdaya çıkarmaya başlayınca, durdurabilmek için vurmak zorunda kaldılar dedi.

Ben basit bir insanım, basit yaşar, basit düşünür, basit sorular sorarım. Benim için aptalca sorular yoktur, hatta belki yanıtlar bile yeterince aptalca olmayabilir. Şemsi Abi de benim gibi ekonomi cahilidir. Kalkan Fethiye arasında Yatgari köyünde, babadan kalma, Nazlı dere kenarında 50 dekar tarlası var. Borsadan, bataktan, bul karayı al parayıdan ve kaldıraçlı götürgeç piyasasından anlamaz. Hatta dünya platinyum piyasasının, dünya mercimek piyasasına oranının, üç pi kare eksi logaritmasının, dünya devekuşu yumurtası piyasasına etkisini bile anlayabilecek kapasitesi yoktur, o derece yani. Son beş yıldır kışın buğday, yazın bakliyat ekiyordu. 5 keçisi, 2 ineği, 15 tavuğu bir horozu vardı. Bir gün Nazlı derenin suyunu kestiler. Baraj yaptılar. Baraj yapılmasına karşı çıkan bir sürü şehirli çapulcu geldi ama köycek birleşip taşla sopayla kovaladılar ve köylerini düşman işgalinden kurtardılar. Muhtar gazoz kapaklarını çiviyle delip ip takıp madalya olarak dağıttı. Hatta Şemsi Abi, Allah devletimize milletimize zeval vermesin, bizi ne güzel düşünüyor, bizim için elektrik üretecek, ama arkadaşları da bir dinleseydik fazla dövmeseydik yakışmadı bize diye köy kahvehanesinde konuşma yaptı, bunun üzerine muhtar madalyayı geri aldı. Aradan az zaman geçip de barajdan can suyu niyetine doksanlık prostatlı İhsan amcanın işeyebildiği kadar su saldıklarında, yazın bakliyat ekme işi yattı. Ekim dikim yapan köylüler birleşip baraj yetkilileri ile görüşmeye gitti. Verin gaymeyialın gaymak gibi suyu, saati yüz bin, yanıtını alınca bir hışımla Devlet Su İşlerine koştular. Bilmem ne yasasının, bilmem kaçıncı maddesinin, alfabetik sırayla tüm bentleri uyarınca şirketin suyu mülkiyetine geçirdiğini, yüzde on can suyu bırakmakla yükümlü olduğunu, onu da kovboy şapkalı, pipetli, görünmez pelerinli ornitorenklerin içmesi nedeniyle… Elektrik üretmenin bahane, suya el koymanın şahane olduğunu, yer altı sularını koruma kanununca sondaj da yapamayacaklarını öğrendiler. Kaderimiz buymuş ne yapalım diyerek buğdayla yetinmeye karar verirler. İlk basit sorumuzu soralım, bir barajist için, su mu köyden çıkar, köy mü sudan çıkar?

Şemsi Abi, buğdayla yetineceğiz napalım gari dedi. Ekim, dikim, sulama, gübre, ilaç, mazot derken bankadan çekilen kredi eridi gitti. Patozu olan birine hasat karşılığı samanı verdi. Dekarı 250 kg verimden 12.5 ton buğday aldı. Tonu 910 TL’den satınca ürettiği buğdayın harcadığı maliyeti karşılamadığını gördü. En azından devletten ton başına 120 TL destekleme alırım başa baş gelir diye bir hevesi vardı ama kursağında kaldı. Çünkü devlet onun bir yıl önceki hasattan ayırdığı tohumları kullanmasını desteklemiyor, bilmem ne yasasının falan filanına göre her yıl yeniden sertifikalı tohum kullanmasını şart koşuyordu. Sertifikalı tohum eğitilmiş, seçilmiş tohum demekti, hepsi aynı boyda, aynı ağırlıkta, aynı renkte olmalı, Mezdeke ile göbek atmalı, tanga giyip, tango yapabilmeli, atla denince aynı mesafeyi atlamalı, zıpla denince aynı yüksekliğe zıplamalıydı. Homurdanarak köy kahvehanesine oturup, efkârla duman attırırken, sırt çantalı, gitarlı, kulağı küpeli, bir köşeye sığıntı gibi oturmuş bir genç konuşmaya dâhil oldu. “Abi gördüğüm kadarıyla köyde bir fırın yok, taştan bir fırın yapsanız, buğdayı satmak yerine katkısız tam buğday köy ekmeği yapıp, pazarda, internette satsanız, çok kişi sırf destek olmak için bile alır” deyince, onu bir dövdüler bir dövdüler, TMO’dan iki kat fiyat almış kadar rahatladılar. Araya giren, Tanrı misafiridir yapmayın diyen imamı, bir dinleseydik diyen Şemsi abiyi ve amcama dokunanı yakarım diyen amcaoğlunu da kütürdettiler. İkinci basit sorumuzu soralım, terbiyeli buğdayı, terbiyesiz anarşik buğdaydan nasıl ayırırsınız?

Şemsi Abi kolay pes edecek biri değildi. Buğday zarar, bakliyat mevta olunca, tavukların yumurtası, inek ve keçilerin sütüyle geçim sağlamaya çalıştı. Her 10 litre sütten bir kilo peynir yapsam sütün litresi 1.5 TL’den bana maliyeti ek masraflarla birlikte 16-17 TL’ye gelir, 20'ye satsam emek, taşıma falan beni kurtarır diye hesapladı. Lakin pazarda Hatçe teyzeyi kilosu 12 TL’den peynir satarken görünce dudakları uçukladı. Usulca yanına sokulup biraz gönlünü alıp işin sırrını sordu. Biraz nazdan sonra anlattı Hatçe teyze. Seperatör alıyorsun, sütün yağını çıkarıp tereyağı yapıyorsun. Çıkardığın yağın yerine litresi 1 TL olan palm yağını basıp, ondan da peynir yapıyorsun. Organik bunlar yen gari diye şiveli çığırınca kapış kapış gidiyor. Şemsi abi elindekileri satıp seperatör aldı, turnayı gözünden vurmuştu, zengin olacaktı, sevinçle evine döndü. Evin önünde bir araba ve elindeki evrakları dolduran takım elbiseli, kravatlı, mühimlikleri her bir yerlerinden akan beyleri gördü. Burada hayvan besleyemezsin dediler. Hepsi kayıtlı, küpeli, aşılı, ağıl var, kümes var, neden besleyemiyormuşum diye sordu. Köyün artık köy değil belediyeye bağlı bir mahalle olduğunu, yasal mevzuat gereği mahallede hayvan beslenemeyeceğini söyleyip ceza makbuzunu verip, Şemsi abi kafasını seperatöre vururken kaçtılar. Üçüncü basit sorumuzu soralım, bir orangutan cansız bedeni, kaç kilo peynirdir?

Suyunu, ekinini, hayvanlarını kaybeden Şemsi Abi ve köylüler açlıktan ölme tehlikesi de geçirdiler. Artık ekmeklerini, sularını, peynirlerini, domateslerini bakkal Hasan abiden alıyorlardı. Hasan abinin oğlu hastalanıp da ilçeye hastaneye götürüp, 3 gün geri dönmeyince bütün köylü açlıktan kırıldı. Cin Ali arada bir uğradığı köye geldiğinde manzarayı görünce, cinliği bir tarafa bırakıp yiyecek içecek alıp getirdi de köylü kurtuldu. Beyinlerine kan gitmeye başlayınca masrafların dışında mazot parasını da ödeyelim dediler. Cin Ali’nin vicdanlı günüydü, gerek yok dedi. Ben zaten dörtte bir fiyatına alıyorum mazotu. Nasıl dediler? Marinada bir arkadaşımın yatı var, o mazot alırken benim için de fazladan alıyor. Devlet yatlar için alınan mazotu, traktör için alınan mazotun dörtte bir fiyatına veriyor. Beyinlerine giden kanın geri çekildiğini hissettiler. Dördüncü basit sorumuzu soralım, traktör ilk kez zeytinyağı ile kim tarafından nerede çalıştırılmıştır?

Suzede, buğdayzede, hayvanzede köylüler kafa kafaya verdi. Madem baraj elektrik için kuruldu, elektriği biz üretirsek baraja gerek kalmaz biz de Nazlı deremize, suyumuza kavuşuruz dediler. Elektrik şirketine başvurup güneş enerjisinden elektrik üretmek istiyoruz dediler. Şirket hay hay dedi ve yaklaşık 300 kiloluk evrakları verip şartları yerine getirin bir bakarız dedi. Evrakların ilk 10 gramlık bölümünü okuduklarında deveyi amuda kaldırmanın, sineğe tren çektirmenin ve patlıcana uçak kullanmayı öğretmenin daha kolay olduğunu anladılar. Yapacak bir şey yoktu. Yasalar, hobi olarak yine üret ama su da elektrik de Allah’ın yürü ya kulum dediklerine aittir, siz oturun diyordu. Beşinci basit sorumuzu soralım, üretilmiş elektriğin taşınması sırasında yüzde kaçı elektrik kablolarının direnci nedeniyle kaybolur?

Çiftçi dostu Öptümbank’tan çektikleri kredi geri ödenemeyip, haciz başladığında büyük tabelaların üzerinde “Öptümbank’tan satılıktır, Öptümbank her zaman çiftçimizin arkasındadır” yazıyordu. Şemsi Abinin karısının, çocukları da alıp baba evine dönmesi bundan sonra oldu. Yine kahvehanede oturup ne yapacağım diye düşünürken Cin Ali’yi gördü. Çayını höpürdeterek içip bir taraftan da para sayıyordu. Bol kazançlar, hayırdır ne sattın diye sordu Şemsi Abi. Ne satması Şemsiciğim destekleme parası bu dedi. Ne desteklemesi yahu sen bir şey ekmedin ki bu yıl. Cin Ali güldü. Ben salak mıyım ne diye ekeceğim, devlet çiftçi kayıt sistemine kayıtlı olup da ekim dikim yapmayanlara destekleme veriyor, o da bana yetiyor, yıl boyu da karpuz gibi yatıyorum gölgede dedi Cin Ali. Çalışan eşekler düşünsün diye de kapağı yapıştırdı. Son sorumuzu soralım, çünkü bundan sonrası tümüyle abartılmış hayal gücü ve komplo teorilerinden oluşuyor.

Şu ana dek okuduklarınız güncel, gerçek, halen uygulanmakta olan yasal mevzuatlardır. 200'den fazla aşiret reisini toplayıp, örgütleyip, hükümete baskı yapan ve köy enstitülerini kapattıran milletvekili köy ağası kimdir ve nerede eğitim görmüştür?

Şemsi Abinin üstünü başını parçalayarak koşmaya başlaması böyle oldu. Günler boyu koştu, üstünde sadece bir don kalana dek üstündekileri parçalayıp durdu. Sonunda bir mağara görüp sığındı, yorgunluktan uyuyakaldı. Uyandığında koşarken aklının yarısını düşürdüğünü anladı. Bulmak için dışarı çıktığında yakınlarda bir piknik alanı olduğunu gördü. Atık yiyeceklerle karnını doyurdu. Yırtık gazete parçaları, okunup atılmış veya unutulmuş kitapları yakmak için toplayıp mağaraya götürdü. Ama yakmadı. Tuhaf bir şekilde okuma ihtiyacı hissediyordu. Okudukça ısındığını hissetti. Yemek yer, su içer gibi okumaya başladı. Artık her gün piknik alanının boşalmasını bekliyor, son kişi de ayrıldıktan sonra yiyecek ve okunacak materyalleri toplayıp mağaraya dönüyordu. Yaşamını bir yıla yakın bu şekilde idame ettirdi. Bir süre sonra artık bir zeytin tanesi ve yaprakların üzerindeki yarım çay kaşığı çiğ ile haftalarca yemeden ve içmeden yaşayabilir duruma geldi. Artık bilgi için okuması da gerekmiyordu, bir konu hakkında yeterince yoğunlaşınca, uzayda bilgi akışını sağlayan uydulara düşünce gücüyle bağlanıyor, tüm bilgiyi beynine indirebiliyordu. Bu durum, bir piknikçinin mağaradan yayılan ışık huzmesini görüp jandarmaya yangın var diye bildirmesi, jandarmanın yanan bir şey bulamayıp kirli bir adet donundan başka bir şeyi kalmamış, bağdaş kurup transa geçmiş Şemsi Abiyi zorla mağaradan çıkarıp nezarethaneye atmasına dek böyle devam etti.

Nezarethanede bağdaş kurup oturmuşken birden ayağa kalkıp donunu çıkarıp demir parmaklıklardan dışarı uzattı Şemsi Abi. Görevli ne oluyor demeye kalmadan içeri takım elbiseli iki kişi girdi. Tarla satışı borcu karşılamamış, icra memurları hazır yakalamışken geri kalanı hacze gelmişti. Görevli neyini alacaksınız bir donu kalmış adamın dedi ama emir kesindi, müdür bey eli boş gelmeyin demişti. Donu da alıp tutanak tutup gitmek üzereyken icra memurlarından biri geri döndü. Ağzını açsana iyice, altın diş filan var mı bakayım demesiyle, görevli memurun tabancanın namlusuna mermi sürmesi bir olunca ısrardan vazgeçip hızlıca kaçtılar.

Nöbet değişimi için gelen ikinci memur Donsuz Şemsi Abiye bakıp, bu ne hal dedi. Birinci memur bakma böyle göründüğüne, ermiş bu, ne sorsan biliyor dedi. İkinci memur inanmayınca ilk memur soru yağmuruna başladı. Dikiş makinesini kim icat etti? 1830’da Fransız Barthelemy Thimonnier. 3692 kere 5874 kaç eder? 21686808. Einstein’ın en ünlü formülü nedir? Popüler kültür için E=mc2'dir. Ama aslında bu sadece p’nin yani momentumun sıfır olması durumunda geçerlidir. Gerçek formül E2=m02.c4 + p2.c2 ‘dir. Ama bu popülerlik, albüm, şarkı adı yapılabilirlik veya insanların kendisini daha zeki hissetmesi için gereğinden fazla uzundu, tutulmadı. Ne diyor lan bu dedi ikinci memur, içine google kaçmış gibi konuşuyor. İlk memur, dur bak daha neler var dedi. Dünyada kaç para var? 5 trilyon gerçek Amerikan doları, 70 trilyon sanal Amerikan doları karşılığı para var. Kişi başına gerçekte 625, sanal parayla birlikte 9375 Amerikan doları düşer. Sanal paranın tamamı borçtur, tahvillerden, hisse senetlerinden, faizler, krediler ve kredi kartlarından beslenir. Bu yüzden yaptırım gücü bulunmayan küçük ekonomili Brunei, Macau, Palau ve Lihtenştayn dışında tüm dünya devletlerinin birbirine borcu vardır. İkinci görevli meraklanmıştı. Sanal para ne işe yarar ki, yok zaten değil mi? İlk görevli de atladı hemen küresel krizin nedeni bu mu? Donsuz Şemsi Abi kısaca açıkladı. Bu ikinci dünya savaşında İngilizlerin bir Alman şifreli mesajını çözmesiyle başladı. Londra’yı İngiliz Sterlin’i ile bombalamaktan bahsediyordu. Önce bunu ikinci bir şifre zannettiler ama İngiliz ekonomistler durumu anlamakta gecikmediler. İngiltere hükümetine Almanya’ya bomba atmak yerine Alman Markı atarsak Alman ekonomisi 1 yıl içerisinde çöker ve savaş biter diye rapor sundular. Buna gerek kalmadan savaş bitti ama “ekonomik savaş” tabiri artık dağarcıklara girmişti. Ortalama her on yılda bir çıkan savaş ekonomisi “daha fazla” odaklı kapitalizmi beslemeye yetmeyince ekonomik silahlar çekildi. Küresel piyasalar sanal paraya boğuldu. Karl Marks’ın “her arz kendi talebini yaratır” çıkarımı uyarınca, arz edilen hele bir de para olunca talep sıkıntısı yaşanmadı. Aslında bu Marks’ın en büyük açmazıydı, işçi sınıfı onu sadece dinledi çünkü okuma yazma bilmiyordu, kapitalistler onu defalarca okudu, analiz etti, gayette iyi anladı, başucu kitapları arasına koydular ve karşı yöntemlerle Marks’ın mükemmel çıkarımlarını, kapitalizmin silahları haline getirdiler. Kurcalayacakları ülkelerin üretim araçlarını, üretim ilişkilerini, sınıf bilinç ve ayrımlarını Marks ile analiz ettiler. Atom bombası yerine para ile bombalandı tüm ülkeler. Tüm dünya, suya aç bir sünger gibi arzı emdi. Kendi ekonomisini yaratamayan, kendi kendine yeterliliğini kaybetmiş, kaybettirilmiş toplumlar, şimdiyse tıpkı süngerin sıkılması gibi posa haline geliyor. Para yüksek faizle arz edildiği yere çağrılıyor ama aslında para yok, karşılığı yok, çünkü üretim yok, kendi kendine yetmek yok, al sat var, dolandırıcılık, yalakalık, getir götür ekonomisi var. Deli bu dedi ikinci görevli, ilk memur yutkundu, E bu kısır döngüyü kim kıracak peki dedi. Elbette donsuzlar diye yanıtladı donsuz Şemsi Abi. Dünyanın bütün donsuzları, çünkü artık kaybedecekleri hiç bir şey yok. İkinci görevli dalga geçmek için Down Johns endeksini kelime oyunuyla değiştirip yıl sonu Don Juan endeksi ne olur diye sordu. Donsuz Şemsi Abinin gözlerini o zaman aklar bürüdü. Elleriyle demir parmaklıkları kavrayıp sallamaya başladı. “Don yok, don yok, biz donumuzu Nazlı deremizi verdiğimizde kaybettik, don yok”.

Donsuz Şemsi Abinin tüm gövdesi ak kor gibi parlamaya ve akmaya başladı. Önce demir parmaklıklar, sonra bina, sonra şehir, sonra ülke, sonra kıta, sonra tüm dünya zangır zangır titriyordu. Volkanlar patlamaya, sondajla boşaltılmış kaya gazı alanlarında şehir büyüklüğünde obruklar oluşmaya, hortumlar şehirleri yutmaya, gökten tahvil, hisse senedi, para, insan, Öptümbank tabelaları, kedi ve köpekler yağmaya başladı.