Moskova Mutabakatı’ndan sonra: Sorunlar ve fırsatlar

Moskova Mutabakatı olumlu bir adım olsa da Türkiye’nin bugüne kadar izlenen hatalı politikalar nedeniyle Suriye bağlamında içinde bulunduğu sıkışmışlık yine de derinleşebilir.

Google Haberlere Abone ol

Kıvanç Özcan

Rusya, İran ve Türkiye arasında 20 Aralık’ta imzalanan Moskova Mutabakatı [1], AKP’nin Suriye politikasında bir dönüm noktasıdır.  2011 yılından bu yana bu politikanın ana aksını oluşturan mezhepçi yaklaşım ve buna göre Suriye’de yönetim değişikliği hedefi rafa kaldırıldı. Böylece, Moskova Mutabakatı, Arap Baharı’nın başlamasıyla yükselişe geçen Müslüman Kardeşler hareketinin son yıllarda bölgesel ölçekteki zayıflamasına yeni bir halka daha eklemiş oldu. Müslüman Kardeşler’in en büyük destekçisi olan AKP iktidarının Suriye politikası, Moskova’da Rusya’nın belirlediği bir çerçeve içine oturdu.

Sekiz maddelik Moskova Mutabakatı’yla, bundan böyle Suriye’nin çok etnili, çok dinli, mezhepsel olmayan, seküler yapısına saygı duyacağını taahhüt eden Türkiye, Suriye’nin bağımsızlık, birlik ve toprak bütünlüğüne de uygun hareket etmek durumundadır. Burada bir parantez açarak, Suriye’nin seküler yapısına saygı duyacağını dünyaya ilan eden hükümetin, Türkiye’nin seküler yapısına aynı saygıyı göstermediğine ilişkin haklı endişeleri hatırlatmak isterim.

Moskova Mutabakatı’nı, Fırat Kalkanı Harekâtı ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) 2249 ve 2254 kararlarını da göz önünde bulundurarak değerlendirmeli ve son haftalarda El Bab’ın batısında yoğunlaşan Fırat Kalkanı Harekâtı’nı, Suriye’nin toprak bütünlüğü, egemenliği, bağımsızlığı ve Türkiye’ye yönelik artan cihatçı tehdit bakımından yeniden sorgulamalıyız.

Suriye yönetiminin işgal olarak tanımladığı, BMGK kararından yoksun ve belirli bir çerçevede kalmak şartıyla Rusya ve ABD’nin zımni onayıyla gerçekleştiği anlaşılan Fırat Kalkanı Harekâtı, 2017 yılında Türkiye’nin Suriye ve hatta bütünüyle dış politikasını en çok zorlayacak konulardan biri olacaktır.

Bugün geldiğimiz noktada, 24 Ağustos’ta 600 TSK askeriyle başlayan Fırat Kalkanı Harekâtı’nda [2] görev alan TSK askeri sayısının 8 bini bulacağı ileri sürülmektedir [3]. Bu sayı, ilk başlarda sadece destek verilen Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) şemsiyesi altındaki cihatçı militanların sayısının bir hayli üzerindedir. Henüz El Bab’a girilmemişken, giderek artan asker kayıplarını, IŞİD’in vahşet gösterilerini ve yine IŞİD tarafından imha edilen ve ele geçirilen askeri araç/teçhizatları ve Türkiye’nin içinde tırmanan eylemleri bir yana, El Bab’dan sonra sırada Menbiç ve Rakka var söylemlerini de bir diğer yana koyup düşündüğümüzde, önümüzde giderek kararmakta olan bir manzarayla karşı karşıya kalıyoruz. Görünen manzaranın özü şudur: Türkiye, Suriye’deki savaşa dahil olan ülkelerin kara gücü sokmaktan imtina ettiği El Bab’da bir bataklığa saplanmaktadır.

Hal böyleyken, sağduyulu uyarılara [4] aldırış etmeden “El Bab’dan sonra Menbiç oradan da Rakka” söylemiyle Türkiye’nin Suriye’deki askeri varlığını artırma politikası, ne yazık ki ülkemize daha fazla can kaybı ve terör tehdidi olarak geri dönecektir. Üstelik; amacı ve hedefleri günü birlik değişen, hem meşruiyeti tartışılan, hem çıkış stratejisi olmadığı anlaşılan bir harekât, Türkiye’nin Orta Doğu’daki kırılganlığını derinleştirecek ve başka devletlerin politikalarımız üzerindeki etkinlik ve belirleyiciliğinin artmasına yol açabilecektir.

IŞİD’in eninde sonunda El Bab’dan temizleneceği kesindir. Bu bölgenin, günün sonunda Suriye’nin egemenliğine geçeceği de öyle. Sadede gelirsek, TSK ve ÖSO gruplarının El Bab’ı “ele geçirmesi”nden Türkiye’den daha fazla yarar sağlayacak birçok aktör vardır. Türkiye’nin, bölgedeki askeri mevcudiyetini artırdığı ve kalış süresini uzattığı ölçüde, bu aktörlerden birisi olan ve Halep’in geri alınmasıyla eli biraz olsun rahatlayan Suriye Ordusu ile karşı karşıya gelme ihtimali de artmaktadır.

Moskova Mutabakatı’ndan sonraki zaman diliminde, Türkiye’nin en büyük güvenlik sorunu cihatçı örgütlerin saldırıları olacaktır. Halep’ten sonra Türkiye’nin cihatçı sorunu IŞİD kaynaklı tehdidin çok ötesine geçti. El Kaide’nin Suriye kolu Nusra Cephesi (Şam’ın Fethi Cephesi) de Türkiye’ye yönelik tehditlerini artırmaya başladı. Nusra Cephesi’nin Türkiye’ye yönelik öfkesinin altındaki temel sebepler şunlardır:

  • Nusra, Halep’teki bazı cihatçı grupların Türkiye’nin çabasıyla Fırat Kalkanı’na nakledilmesinin Halep’in ‘düşmesini’ kolaylaştırdığını düşünüyor.
  • Moskova Mutabakatı, Nusra’nın Türkiye’den destek almasının önünde yeni bir engel. Mutabakat uyarınca, Türkiye, Nusra’ya yönelik operasyonları onaylamış, hatta İran ve Rusya’yla birlikte bu örgüte karşı mücadele etme taahhüdünde bulunmuştur.
  • Halep’ten tahliye edilen cihatçı grupların Nusra’nın egemenliğindeki İdlib’e gönderilmeleri cihatçı örgütler arasındaki gerilimleri artırmaktadır. Nitekim, Nusra’nın Fırat Kalkanı’na katılan bazı ÖSO mensuplarını tutukladığı haberleri gelmektedir. [5]
  • Moskova Mutabakatı’ndan sonra Türkiye’nin cihatçı örgütlerle ilişkilerini yeniden tanzim etmesi beklenebilir. Bu durum, Türkiye’nin Suriye’de desteklediği cihatçı örgütlerden Ahrar uş-Şam’ın [6] içindeki bir grubun Nusra’ya mesafe koymasına bir diğer grubun da Nusra’ya meyletmesine yol açabilir. Ancak, her durumda Nusra Cephesi’nin Türkiye’ye yönelik tutumu sertleşecektir.

Her şeye rağmen, Moskova Mutabakatı, Suriye’deki savaşı bitirme ve siyasi geçiş sürecini başlatma potansiyeli taşıması nedeniyle ülkemiz ve bölgemiz için olumlu bir adımdır. Ancak, ifade etmek gerekir ki, her ne kadar Moskova Mutabakatı olumlu bir adım olsa da Türkiye’nin bugüne kadar izlenen hatalı politikalar nedeniyle Suriye bağlamında içinde bulunduğu sıkışmışlık yine de derinleşebilir.

Şöyle ki, Moskova Mutabakatı, IŞİD ve Nusra’ya yönelik mücadeleye Türkiye’yi katarken, diğer silahlı grupları bunlardan ayırma konusunda Türkiye’ye de bir sorumluluk yüklemektedir. Bu, ilk etapta Ankara’yı bir yanda Rusya, öte yanda bugüne kadar Türkiye’yi hem lojistik merkez hem transit ülke olarak kullanan El Kaide uzantılı örgütlerin arasında sıkıştıracaktır. Bir tarafta Büyükelçi Karlov suikastından sonra Türkiye’ye karşı eli iyice güçlenen Rusya’nın beklentileri; bir diğer tarafta İdlib’e yığılan Nusra Cephesi ve diğer silahlı grupların AKP’den birbirine zıt beklentileri Türkiye’yi zorlayacaktır. [7]

Ne yazık ki, Türkiye’nin Suriye’deki dar boğazı sadece Rusya ile cihatçılar arasında sıkışmakla sınırlı değildir. Suriye’deki savaş başladığından bu yana Türkiye’nin birlikte hareket ettiği Suudi Arabistan ve Katar’ın da Ankara’nın Rusya ve İran’la hızlı yakınlaşmasından memnun olmadıklarını söyleyebiliriz. Bu cepheden gelen homurdanmaların ilk işaretlerini, sahadaki ‘muhalif’ grupların Astana görüşmelerine yönelik olumsuz açıklamalarından okumak mümkün.

Öte yandan, AKP iktidarının 15 Temmuz darbe girişiminden sonra yükselmeye başlayan ve Fırat Kalkanı Harekâtı’na destek talebi ve İncirlik Üssü’nün kapatılması tartışmalarıyla zirve yapan ABD’ye yönelik sert tutumu Washington’ın da Türkiye’ye karşı tepkisini giderek artırmasına neden olabilir. Türkiye, Rusya’yla yakınlaşırken ABD’yi ve daha genel çerçevede Batı’yı karşısına alarak manevra alanını daraltacak bir adım atmaktadır.  ABD’nin yeni başkanı Trump’ın, ülkesinin PYD’ye yönelik mevcut siyasetinde radikal bir değişiklik yapmayacağı ve cihatçı örgütlerle mücadeleye odaklanacağı anlaşılmaktadır. Bu durumda, Trump’ın AKP iktidarının beklentilerini karşılamayacağı ve 2017’de Türkiye – ABD ilişkilerinin daha da gerilebileceği söylenebilir.

Daha net bir ifadeyle söylersek, Türkiye, dengeci bir politika izleyerek manevra alanını geniş tutmak ve seçeneklerini çeşitlendirmek yerine karşısına almaya başladığı Suudi Arabistan, Katar ve ABD ile İran ve Rusya arasında sıkışmaktadır. El Bab’a yığınak yapmaya devam etmek, Menbiç’e yönelmek ve İran’la ilişkileri germek Türkiye’nin içinde bulunduğu çıkmazı pekiştirmekten başka bir işe yaramayacaktır. Mevcut söylemler devam eder ve bu gidişatta ısrar edilirse, Türkiye’nin 2017 yılında Orta Doğu kaynaklı birçok yeni ve daha derin sorunlarla karşılaşması ne yazık ki olasıdır.

Buraya kadar karamsar bir tablonun ortaya çıktığının farkındayım. Ancak, Türkiye’nin Suriye bağlamında içinde bulunduğu tabloyu daha olumlu bir yöne çevirmesini sağlayacak olanaklar ve fırsatlar da mevcuttur. Bu olanak ve fırsatlar, BMGK’nın 2249 [8] ve 2254 [9] sayılı kararlarında ve son olarak da yine BMGK tarafından da onaylanan Moskova Mutabakatı’nda mevcuttur.

Öncelikle, Türkiye, Suriye’nin toprak bütünlüğü, egemenliği ve bağımsızlığını göz önünde bulundurarak ÖSO başta olmak üzere Suriye’deki cihatçı gruplara verdiği desteği kesmeli ve Suriye topraklarındaki askeri mevcudiyetini bir çıkış stratejisiyle sona erdirmelidir. AKP iktidarı, Suriye’yi kimin yöneteceğine ilişkin tercihlerini seslendirmeyi bırakmalı, bölge devletlerini de bu yönde bir tutum izlemeye çağırmalıdır. Suriye’yi kimin yöneteceğine ilişkin karar sadece Suriye halkının olmalı ve uluslararası gözlemcilerin gözetimindeki seçimlerle belirlenmelidir.

Türkiye, Suriye yönetimi ve muhalefet arasındaki ateşkes çabaları ve ortaya konan anlaşma metinlerinin hayata geçirilmesi konusunda yapıcı ve kolaylaştırıcı bir rol üstlenmelidir. Bu bir istek meselesi olduğu kadar bir zaman meselesidir de. Türkiye, etkisi altındaki grupların üzerindeki gücünü tamamen yitirmeden, bunların Moskova Mutabakatı’na uymalarını ve Astana’da yapılacak görüşmeleri sabote etmemelerini sağlamalıdır. Bunu başardığı oranda, Suriye’de akan kanın durmasında önemli pay sahibi olacaktır.

Moskova Mutabakatı, Türkiye’ye Suriye’deki savaşı sona erdirmek için bölge ülkeleriyle daha fazla temas ve işbirliği imkanı sağlamaktadır. Bu imkan, Suriye yönetimiyle de temas kurularak değerlendirilebilir. Suriye’den Türkiye’ye yönelebilecek güvenlik tehditlerinin bertaraf edilmesi için, politika değişikliğine giderek Suriye yönetimiyle işbirliği yapmak Suriye’ye asker sokmaktan daha rasyonel bir davranış olacaktır.

Öte yandan, Moskova Mutabakatı’nın BMGK’da onaylanması Türkiye için bir fırsattır.  Türkiye, Moskova Mutabakatı’nın 5. maddesi uyarınca sahadaki durum üzerinde etkili olan ülkeleri Suriye yönetimi ve muhalefet arasındaki anlaşmaları kolaylaştırmaya ve ülkedeki siyasi geçiş sürecine katkı sağlamaya davet etmelidir. Türkiye, Moskova Mutabakatı’nın paydaşlarını artırmak için samimi bir çaba göstermeye Batı karşıtı politikalardan uzaklaşarak başlayabilir.

Türkiye, IŞİD ve Nusra başta olmak üzere El Kaide uzantılı cihatçı örgütlerle mücadeleye en büyük desteği ülke içinde atacağı adımlarla vermelidir. 2017’nin ilk saatlerinde yaşanan Reina katliamı, Türkiye’nin kendi sınırları içindeki mücadelenin önemini bir kez daha gösterdi. Bu bağlamda, BMGK 2249 sayılı kararın 6. maddesi uyarınca, Türkiye’yi lojistik ve transit merkezi olarak kullanan söz konusu örgütlerin Türkiye içindeki yapılanmaları ve finansal ağları çökertilmeli; sınır güvenliğimiz sağlanmalıdır.

Moskova Mutabakatı, belki de Türkiye’nin Suriye politikasını değiştirerek komşusuna barış getirmek için önündeki en değerli fırsat. Umarım iyi kullanılır.

-Kaynaklar-

1- Joint Statement by Iran, the Russian Federation and the Republic of Turkey on agreed steps to revitalize the political process to end the Syrian conflict, Moscow, 20 December 2016.

Moskova Mutabakatı’nın Türkçe çevirisi: goo.gl/cr5Ehe 

2- Gürcan, Metin. “Kısıtlı harekâttan topyekûn savaşa sürüklenmeme rehberi.” T24. 27.12.2016. Erişim: 28.12.2016.

3- "8 Bin Türk Askeri Suriye'ye Girecek' Iddiası." Sputnik Türkiye. 05.01.2017. Erişim: 05.01. 2017.

4- Korutürk Osman, ve Selim Karaosmanoğlu. “Fırat Kalkanı ikilemi.” Cumhuriyet. 02.01.2017. Erişim: 02.01.2017.

5- “El Nusra Cephesi Fırat Kalkanı'na katılan ÖSO üyelerini tutukladı.” SoL Haber Portalı. 27.12.2016. Erişim: 28 Aralık 2016.

6- Heller, Sam, ve Aaron Stein. "Ahrar El-Şam: Türkiye’nin Suriye’deki Favori İslamcıları." Zete. 20.08.2015. Erişim: 04.01.2017.

7- Levent, Hediye. "Rusya Ile Nusra Arasında." SoL Haber Portalı. 27.12.2016. Erişim: 28.12.2016.

8- United Nations Security Council Resolution 2249.

9- United Nations Security Council Resolution 2254.