'Yok hükmündedir' denilenin aslında hükmü çoktur!

“Yok” saymak maalesef etkisi olmayacaktır sonucunu doğurmuyor. “Yok” deyince yok olmuyor. Aksine, AP kararı siyasi, ekonomik, toplumsal, hatta stratejik sonuçlara yol açabilecek bir mahiyet taşıyor.

Google Haberlere Abone ol

Faruk Loğoğlu

Avrupa Parlamentosu’nun “müzakereleri dondurma” kararını Hükümet “yok” saydığını tekrarlayıp duruyor. Laf, kulağa hoş geliyor. Kamuoyunu ateşliyor. “Biz ona da buna da, Avrupa’ya da meydan okuruz!” hissini yaratarak bu kararın olası etkileri böylece sanki buharlaştırılmış oluyor.

Oysa gerçek öyle değil. Çünkü “yok hükmündedir” duruşu bize ne sağlıyor, doğru mu, gerçekçi mi gibi soruları yanıtlamaya çalıştığımız zaman işin rengi tamamen değişiyor.

Ancak bu soruların yanıtlarının sağlıklı olması için önce AP kararının bazı özelliklerini bilelim. Karara ‘evet’ oyu verenlerin sayısı (479), Aralık 2004’teki toplantıda Türkiye’yle müzakereler başlasın diyenlerden (407) bir hayli daha fazla. Demek ki Avrupa’da hava çok köklü olarak aleyhimize değişmiş. Karara, Avrupa’nın sağ sol bütün partileri katılmış. Demek ki Türkiye’ye bakışlarında geniş bir görüş birliği var. Ve 37 parlamenter de “ret” oyu vermiş. İlk nazarda bu 37 sanki bizden yana çıkmış gibi anlaşılabilir. Ama gerçek tam tersi: Tümü aşırı sağ partilere mensup bu 37 parlamenter kararı yeterince sert bulmadıkları için ret oyu veriyorlar! Demek ki bu “dondurma” kararını bile yeterli bulmayanlar var.

Şimdi bu “yok hükmündedir” çıkışını ele alalım. “Yok” saymak maalesef etkisi olmayacaktır sonucunu doğurmuyor. “Yok” deyince yok olmuyor. Aksine, AP kararı siyasi, ekonomik, toplumsal, hatta stratejik sonuçlara yol açabilecek bir mahiyet taşıyor. Nasıl mı?

Siyasi planda: AP üyeleri, doğrudan halk tarafından seçilir ve yüz milyonlarca Avrupalıyı temsil eder. Oy veren parlamenterler hem AB ülkelerinde iktidarda olan siyasi partilerin, hem muhalefetin mensuplarıdır. İktidarları üzerinde etkileri vardır ve Hükümetler onların sesine kulak vermek durumundadırlar. Dolayısıyla ikili ilişkiler planında AB ülkelerinin Türkiye tutumlarının olumlu değil, olumsuz etkilenmesi ihtimali göz ardı edilmemelidir. Öte yandan, sığınmacılar sorunu bazı Avrupa ülkelerindeki önemli seçimler arifesinde aşırı ve sağcı akımların daha da güçlenmesine katkıda bulunacak ve Avrupa siyasetinde popülist ve aşırı söylemlerin etkisi büyüyecektir. Bizim açımızdan bu da olumsuzdur.

Ekonomik planda: AP kararı sonrasında oluşan siyasi ortamda Avrupalı yatırımcıların zaten ciddi sorunlarla karşı karşıya bulunan Türk ekonomisine ilişkin kaygıları azalmayacak, herhalde artacaktır. 15-16 Aralık AB Zirvesinde katılım müzakereleri dondurma yönünde bir karar alınmasa dahi -ki galip ihtimaldir-, Gümrük Birliğini güncelleme çalışmaları yavaşlatılabilir. Karşılıklı ticareti olumsuz etkileyecek değişik sıkıntılar yaşanabilir. Avrupalı turistler başka ülkelere yönelebilirler. Gerçekleştiği ölçülerde bu olasılıklar ülkemiz ekonomisine ciddi zarar verebilecek faktörlerdir.

Toplumsal planda: Eğer sığınmacılar konusunda ayrı bir çözüm bulunamaz ve karşılıklı tırmanış nedeniyle sığınmacılar bir siyasi çatışma aracına dönüşürse, Türkiye-AB ilişkileri iyice çıkmaza girecektir. Sığınmacılara kapıların açılması ülkemizin bu konudaki insancıl tutumuna ters düşecek ve sorunu da çözmeyecektir. Üstelik AB alacağı karşı tedbirlerle bu insanların acı ve sıkıntıları daha da artacaktır. Bütün bu gelişmeler neticesinde yabancılar ve Müslümanlar aleyhinde daha da ağırlaşacak olan toplumsal atmosferin Avrupa’da yaşayan milyonlarca vatandaşlarımızı etkilemesi de beklenmelidir.

Stratejik planda: Türkiye’ye yönelik politikasında hep hatalı davranmış olan AB, özellikle sığınmacılar konusundaki gelişmeler ışığında AP kararının etkisiyle de daha vahim yanlışlara imza atabilir. Günümüze kadar AB’nin temel hataları Kopenhag kriterlerine “Kıbrıs” kriterini, “Kayseri Pazarlığı” sonucunda da “sığınmacı” kriterini eklemesi olmuştur. Bu hatalar, Türkiye-AB ilişkilerini değerler ekseninden koparmıştır. Bu aşamada Türkiye’yle ilişkileri koparmayı göze alamayacak olan AB, adını resmen “yaptırım” olarak koymasa bile, atabileceği kimi siyasi ve ekonomik adımlarla Türkiye’yi zorlamaya çalışabilir. Avusturya Parlamentosu’nun Türkiye’ye yönelik silah ambargosu kararı ve bu kararı farklı sektörlerde (örneğin Alman silah şirketlerinin) başka AB ülkelerinin de takip edeceğine yönelik beklentiler bunu göstermektedir. Öte yandan, Türkiye karşıtı çevreler ülkemizin NATO üyeliğini de tartışmaya açmaya kalkışabilirler. Bütün bunlar yaklaşan seçimler ve sığınmacılar konusunun da etkisiyle AB, Türkiye’yle ilişkileri düzeltmek yerine aksi yönde giderse bu işin toparlanması çok daha güç hale gelir.

Diğer bir deyişle, AP kararını “yok” saymak olumsuz sonuçlarını değiştirmiyor. Ülkemize somut bir kazanım sağlamıyor. Aksine karşılıklı söylemlerin daha da sertleşmesine ve tırmanmanın sürmesine yol açıyor. O halde ne yapmalı?

Her şeyden önce tarafların söylemleri yumuşatılmalı ve karşılıklı tehditler yerini ortak değer ve çıkar ifadelerine bırakmalıdır. Son kamuoyu yoklamaları Türk halkının bu gerginlikten hoşnut olmadığını ve bütün karşıt söylemlere rağmen AB üyeliğimize hala destek verdiğini göstermektedir. Türkiye ve Avrupa’nın kaderi ve ilişkileri ortak tarih boyunca ayrılmaz bir bütünlük içinde seyretmiştir. Halkın hissiyatını yönlendirmek yerine, Hükümetin halkın eğilimlerini dikkate alması daha sağlıklı ve doğru olacaktır. AB tarafı ise Türkiye’ye karşı ciddi ve gerçekçi olmanın zamanının geldiğini artık anlamalı, bunun eşitler arasında bir ilişki olduğunu unutmamalı ve üst perdeden söylemlerini tamamen terk etmelidir.

İlk olarak sığınmacılar konusunu yeniden ele alınmalı; taraflar sorunu katılım müzakereleri ve vize konularından ayırarak müstakil ve uygulanabilir bir çözüme kavuşturmalıdır. Girişim Türkiye’den gelmeli, Avrupa’ya savunduğu değerlere sahip çıkması çağrısı yapılmalıdır. Diğer bir deyişle, “Kayseri Pazarlığı” rafa kaldırılmalı ve sorun gerçekçi ve insan haklarını önceleyen bir çerçevede ele alınmalıdır. Türkiye bu yükü tek başına taşımaya devam etmek istemiyorsa bir çözüm aramalıdır.

Ayrıca, Hükümet ve ana muhalefet partisi tarafından 15-16 Aralık AB Zirvesinde Türkiye için alınacak kararın katılım müzakereler sürecini sahiplenen, Türkiye’de demokrasi ve hukukun üstünü kollayan mesajlar içermesini sağlayacak girişimler yapılmalıdır.

Özetleyecek olursak, Türkiye ve AB önemli ortak çıkarlarına sahip çıkmaya birlikte yönelmelidirler. Bu akıl ve mantığın gereğidir. Eğer mevcut gerginlik kontrol altına alınmazsa, tarafların karşılıklı kayıpları ağır olacaktır. AB’nin yanlışlarına, öngörüsüzlüklerine bizim uymamız şart değildir. Ulusal çıkarlarımız gereği daha akıllı, daha mantıklı olduğumuzu atacağımız adımlarla Avrupa’yı sağduyulu davranmaya yöneltme şansımızı kullanmalıyız.

Türkiye’nin ulusal güvenlik stratejisi: Bir varmış, bir yokmuş? Türkiye’nin ulusal güvenlik stratejisi: Bir varmış, bir yokmuş? 

CHP ve SuriyeCHP ve Suriye