Jeremy Corbyn, Momentum ve Avrupa solunun geleceği

Demokratik yollardan seçilmiş bir liderin örgütlü bir (parti dışı) sosyal tabanı olmasının beklenmedik karşı müdahalelerde ne kadar etkili olabileceği Corbyn örneğinde görülmüş oldu.

Google Haberlere Abone ol

Hande Yalnızoğlu

İngiliz siyaseti hala Avrupa Birliği’nden çıkışı onaylayan Brexit oyunun artçı şoklarını yaşıyor olsa da, İşçi Partisi içinde Eylül 2016’da son bulan başkanlık yarışı son ayların en heyecanlı entrikalarından biriydi. Liderliği parti içindeki muhafazakar kanattan ciddi bir darbeye uğrayan solcu lider Jeremy Corbyn, kayda değer bir taban örgütlenmesinin çabalarıyla tekrar başkanlığa seçildi. Heyecan veren model hem Corbyn’e İşçi Partisi’nin siyasetini yeniden solda tanımlama meşruiyeti verdi, hem de yükselen sağcı popülizm karşısında mücadele veren Avrupa sol hareketleri tarafından dikkatle izlendi.

Corbyn’in ilk defa Eylül 2015’de partinin başına geçmesi ülkede olduğu kadar parti içinde de ciddi bir bölünmeye yol açtı. Tony Blair’in ‘New Labour’ (Yeni İşçi Partisi) siyasetini uygulamaya başladığı 1997 yılından beri parti merkez solda bir ideolojik duruşa kaymış, işçi sınıfı temsiliyeti ve sendikalarla var olan geleneksel bağlardan uzaklaşarak neoliberal ekonomi politikalarının yürütücüsü olmuştu. Amerika’da Bill Clinton’ın taşıyıcılığını yaptığı bu ‘üçüncü yol’ siyaseti ciddi destek kazanmış, İşçi Partisi’ni İngiltere’de üç dönem iktidar yapmıştı.

İKTİDARDAYKEN 5 MİLYON ÜYE KAYBETMİŞTİ

Ülkeyi, halkın karşı olmasına rağmen Amerika’nın müttefiki olarak Irak savaşına sürükleyen Blairci parti, 2008 ekonomik krizinin de etkisiyle 1997’den beri elinde tuttuğu iktidarı 2010’da kaybetti. İngiltere bu sırada Avrupa’da gelir eşitsizliğinin en yüksek olduğu ülkelerden biri haline gelmiş, özellikle sağlık ve eğitimin kalitesi diğer gelişmiş ülkelerin çok gerisine düşmüştü. İşçi Partisi iktidarda olduğu sürede 5 milyon üye kaybetmiş ve tabanından kopmuştu.

‘Sorumlu kapitalizm’ mantrasıyla liderliği bundan sonra yürüten Ed Miliband da Mayıs 2015’de yapılan genel seçimlerde Muhafazakar Parti’nin güçlü zaferine engel olamadı ve sonrasında liderlikten istifa etti. Eylül 2015’te, hala çoğunluğu Blairci kanadı temsil eden muhafazakar milletvekillerinin itirazına rağmen Jeremy Corbyn, bir ordu aktivistin de emeği sayesinde, İşçi Partisi’nin başına geçti.

'TÜM ZAMANLARIN EN İSYANKAR MİLLETVEKİLİ'

Kendini ‘demokratik sosyalist’ olarak tanımlayan Corbyn, 67 yaşında ve 1983’den beri İşçi Partisi milletvekili. Başkan adaylığı neredeyse şans eseri sayılacak kadar sıradandı; parti içinden adaylık için gerekli 35 milletvekili desteğini zar zor bulan Corbyn, özgün, düşündüğünü söyleyen ve samimi duruşuyla özellikle genç ve eğitimli İngilizler arasında kendisinin de beklemediği bir destek buldu. Kariyeri boyunca savaşa ve nükleer silahlanmaya karşı mücadele etmiş olan siyasetçi, 2005 yılında kendi partisine karşı tüm zamanların en isyankar milletvekili ilan edilmişti. 2009-2012 yılları arasında ise İran hükümetine bağlı televizyon kanalı Press TV’de bir program sundu.

Corbyn, adaylık platformunu kamu hizmetleri ve sosyal yardıma uygulanan kemer sıkma politikalarına son verilmesi, müdahaleci olmayan bir dış politika izlenmesi ve kamu idareleri ve demiryollarının kamulaştırılması üzerine kurdu. Ve İspanya’da Podemos, Yunanistan’da Syriza ve Amerika’da Bernie Sanders’ın temel siyaset stratejisini oluşturan #peoplepoweredpolitics (insan temelli siyaset) akımı ilk başta kimsenin şans vermediği sosyalist Corbyn’i sosyal medyanın da rüzgarıyla zafere taşıdı.

İŞİN SIRRI…   

İşin sırrı ‘yeni tür bir siyaset’ sloganıyla Jeremy Corbyn’in başkan seçilmesi için örgütlenen hareketteydi. Adaylığı sonrası kendisine (çıkarları için) destek vermeye karar veren milletvekilleri ve sendikaların desteği gibi zaferi getiren türlü faktörler olsa da, ilk önce Facebook gruplarında organize olan aktivistler sosyal medyayı çok etkin kullanarak Corbyn etrafında ciddi görünürlüğü olan muazzam bir destek örgütledi. Londra’da iki ofis ve 400 gönüllü ile başlayan hareket, telefon kampanyaları, Corbyn’in katıldığı 99 miting ve sosyal medya etkinlikleri düzenledi.

Mitinglere gittikçe daha fazla insan toplanmaya başladı; Corbyn bir röportajında “kazanma ihtimalimizi kampanyanın son haftalarında Nottingham’da anladım. 50-60 kişi beklediğimiz bir toplantıya 400 kişi geldi ve kapıdan giremeyenler vardı” diyordu. Bu sırada kendisine karşı eski başkanlar Tony Blair ve Gordon Brown başta olmak üzere İşçi Partisi içinden karşı kampanya başlatılmış, ‘asla seçilemez’ propagandaları medya aracılığıyla yaygınlaştırılıyordu.

Önceki lider Ed Miliband döneminde sendika temsilcilerinin parti üzerindeki etkilerini azaltmak için değiştirilen kurallar herkesin üç pound (£) vererek partiye ‘kayıtlı üye’ olmasına ve başkanlık seçiminde oy vermesine olanak sağlıyordu.  Kampanya bunu taktiksel avantaja çevirerek 200,000’e yakın kişinin partiye kaydını yaptı ve oy kullanmasını sağladı. Ünlü düşünür Tariq Ali’ye göre kampanya böylece gerçek bir toplumsal harekete dönüştü.

KURUMSALLAŞMA SÜRECİ

Corbyn’in zaferinden sonra grup 8 Ekim 2015’de ‘Momentum’ adıyla kurumsallaştı ve ülkenin değişik şehirlerinde örgütlenmeye devam etti. Önce hiyerarşik olmayan bir düzende, isteyen herkesin yerel bir Momentum teşkilatı başlatmasına izin verilirken, bu hareketi temsil ettiğini söyleyen kişiler üzerinde kontrolsüzlüğü getirdi ve farklı bir yapılanma ihtiyacını doğurdu. Artık demokratik seçimlerle bölgesel temsilcilerin belirlendiği Momentum’un Ağustos 2016 itibariyle 17,000’e yakın üyesi oldu.

En can alıcı noktası ise şu: Corbyn’in seçim kampanyası grubu bir araya getiren kıvılcım olsa da Momentum, İşçi Partisi’nden bağımsız ama onun sosyalist değerlerini savunan, partiye seçim kazandırmak, üye toplamak gibi hedefleri olan bir yapı olarak örgütlendi. Partiden bağımsız olmalarına rağmen Corbyn’e toplumsal meşruiyet sağlıyor ve bu meşruiyet üzerinden siyasi düzenin parlamentodaki temsilcilerine meydan okuyorlar.

ÖLÜMCÜL VURUŞ BREXIT OYLAMASINDA

Nitekim böyle bir mücadele için fazla beklemek zorunda kalmadılar. Seçildiği günden itibaren Corbyn, platformundan rahatsız olan ve İşçi Partisi Parlamento Grubu (PLP)’nda temsil edilen milletvekillerinden her fırsatta çelmeler yemeye başladı. Bekledikleri ölümcül vuruş fırsatını Haziran’daki Brexit oylamasında buldular. Önce Corbyn’in süreçte yeterince güçlü bir liderlik göstermediğini öne süren ‘gölge kabine’den önemli üyeler istifa etti. Hemen üstüne de 2015’de %59’luk oy oranıyla İşçi Partisi tarihinde en yüksek oranla başkan seçilen Corbyn’e güvensizlik oyu verildi. Taban örgütlenmesi, parlamentodaki düzen gardiyanlarıyla karşı karşıya geldi.

Kendi içindeki örgütlenme meseleleriyle uğraşan ve 2015’deki seçimden beri fazla etkinlik gösteremeyen Momentum, 2016 yazında tekrar Corbyn için organize olmaya başladı. Bu seferki liderlik yarışında Corbyn’e oy vermek için yaklaşık 100,000 kişi £3 ödeyerek partiye kayıt oldu. Sayısız toplantı ve miting düzenlendi. Kampanya süresince Momentum ana akım medya tarafından radikallikle, Trotskycilikle, dogmatiklikle suçlandığı bir karalama kampanyasıyla da karşı karşıya kaldı.

GENİŞ AKTİVİST HAVUZU

Corbyn Eylül 2016’da bu sefer %61 oyla tekrar başkanlığa seçildi ve parti içinde uzlaşı mesajı verdi. Seçim sürecinde partiye katılan 100,000 yeni üyeden 15,000’i seçimden sonra tam üye olmaya karar verdi. Hedef geri kalanları da tam üye yapmaya teşvik ederek 2020’de yapılacak genel seçimlerde geniş bir aktivist havuzunu kampanya çalışmalarında kullanmak.

Mesele bir hedef üzerinden mobilize olan her toplumsal harekette olduğu gibi Momentum’un buradan nasıl ilerleyeceği. Ortada birkaç temel konu var. Ünlü sosyolog Imanuel Wallerstein’in İlker Kocael çevirisiyle Medyascope’da yayınlanan yazısında belirttiği gibi solda radikal dönüşümü hedefleyen hareketler “devlet gücünü elde etmeye yaklaştığında, sağ cenah onları tasfiye etme ya da duruşlarından ödün vermeye zorlama temelinde birleşiyor.” Corbyn için bu hem İngiltere’deki sağcılardan, hem de kendi partisi içindeki statükoculardan gelen bir tehdit olarak geçerli. Bu noktada partiyi kendi istedikleri ideolojik yönde demirleyecek ve demokratik yollardan seçilmiş bir liderin örgütlü bir (parti dışı) sosyal tabanı olmasının beklenmedik karşı müdahalelerde ne kadar etkili olabileceği Corbyn örneğinde görülmüş oldu.

BÜROKRASİ VE ENTRİKALARA BAĞIŞIKLIK

Diğer yanda partiden bağımsız olarak örgütlenmek Momentum’a ‘yeni tür bir siyaseti’ bürokrasiye ve parti-içi entrikalara maruz kalmadan genç, teknoloji bağımlısı ve hiyerarşi karşıtı bir üye havuzuyla uygulama imkanı verse de parlamentodaki temsil ile var olan kılıç savaşının nasıl giderileceği endişe konusu. Bazı milletvekilleri kendi seçim bölgelerinde İşçi Partisi için etkinlikler düzenleyen bir yapının kendileriyle temas bile kurmamış olmasının garipliğinden bahsediyorlar. Bu bölünmüşlüğün tabandaki hedef seçmene nasıl yansıyacağı bir soru işareti.

Sol hareketlerin tabansal örgütlenmelerle sağcı popülist siyasetin avuçlarına düşmüş orta ve alt sınıflara hitap etme, ve bu sınıfların hayatlarında dönüştürücü bir rol oynayarak iktidara ulaşma kapasiteleri ise en can alıcı soru. 600,000’e yaklaşan üye sayısıyla kendini Avrupa’nın en büyük sol partisi olarak konumlandıran İngiliz İşçi Partisi bunu sağlayıp 2020’de gerçek bir sol alternatif olarak Muhafazakar Parti’yi yenebilir mi? Tariq Ali “Corbyn’i Downing Street’e (yani Başbakanlığa) ancak onu lider olarak seçen türde bir hareketin getirebileceğini” söylüyor. Bunu da eğitim, işsizlik, sağlık gibi temel meselelerde yerel çözümler üreterek, taban örgütleriyle bunların uygulamalarını yaparak ve bu yolla partiye destek kazanarak sağlamak mümkün.

TABAN ÖRGÜTLENMELERİ

Corbyn destekçisi ve İngiltere’nin en çok takip edilen sosyalist yazarlarından Owen Jones, Momentum’un fakir mahallelerde aş evleri, kredi kooperatifleri ve toplum merkezleri açarak insanlara ulaşması gerektiğini söylüyor. Yazar Joanna Biggs ise, yerel aktivizm yoluyla mültecilere destek vermenin ve aile içi şiddetin önlenmesi için ayrılan bütçelerdeki kesintiyle mücadelenin mümkün olduğunu düşünüyor. Momentum yerel örgütlenmelerine devam ederken, Corbyn’in tekrar seçilmesinden sonra ilk olarak İşçi Partisi’nin eğitimde ayrımcılıkla mücadele kampanyasına destek vererek işe başladı. Başka neler yapacaklarını önümüzdeki aylarda göreceğiz.

Son olarak Amerika’da Bernie Sanders etrafında da benzer bir taban örgütlenmesinin başladığının altını çizelim. Sanders, Demokrat Parti adaylığını kaybettikten sonra kendisine destek vermek için mobilize olan binlerce insanı ‘Our Revolution’ (Bizim Devrimimiz) inisiyatifi ile aktif tutmaya çalışacak. Hedef, ülke çapında örgütlenmeyle ilerici toplumsal meseleleri desteklemek ve benzer siyasal görüşte adayları Senato ve Temsilciler Meclisi’ne seçtirmek.

Corbyn’in İşçi Partisi’nin önünde engebeli bir yol var. Parlamento grubu savaşa devam ediyor. Geçtiğimiz hafta Independent gazetesi Eylül’de Liverpool’da yapılan parti kongresi için Corbyn karşıtı bir grup milletvekili ve kurmayın karar verici mercilere muhafazakar delegeler yerleştirmek için aylar boyu gizli çalışmalar yaptıklarını afişe etti. Hem sağcı, hem de Guardiangibi liberal medya organları ise Corbyn’in ‘kötü liderliğini’, ‘radikalliğini’ ve genel seçimlerde ‘seçilemezliğini’ pompalamaya devam edecek. Aynı New York Times gazetesinin Bernie Sanders’a yaptığı gibi. Bakalım dengeyi Momentum ve çevresindeki toplumsal hareketlenme sağlayabilecek mi? Takip etmeye değer.