Anadolu’nun uzak geçmişinde büyücülük ve falcılık

Büyü ve büyücülük, arzu ettiklerimize ulaşmak için her yola başvurmak da aynı şekilde binlerce yıldır değişmeyen bir realite...

İblis Lamaştu’dan korunmak için hasta yatağının üstüne asılan metal levha, Yeni Asur Dönemi.
Google Haberlere Abone ol

Dr. Muammer İreç*

İnsanın doğayı ve evreni anlamlandırma çabasının bir sonucu olarak gelişen doğaüstü kavramlar başlangıçtan günümüze kadar bireyi ve toplumu şekillendirdi. Mağaradan yerleşik yaşama, köylerden kentlere, milyonlarca insanın bir arada yaşadığı metropollere kadar yaşam biçimimiz çeşitli aşamalardan geçerek farklı biçimlerde evrildi. Bu değişim sürecinde insanların çeşitlenen ihtiyaçlarını karşılama istekleri ve daha derin arzularını tatmin etme hevesleri doğaüstü kavramları besledi. Bunların arasında yer alan büyü, TDK’nın tanımıyla “tabiat kurallarına aykırı sonuçların anlam kazandığı gizli işlem ve davranışları” kapsar. Büyü yapan kişi ya da kişilerin, olaylara ve insanlara etki ederek talep edilen bir isteği ya da bir beklentiyi gerçekleştirmeye güçlerinin olduğu kabul edilir. Bu tanım, neredeyse dünyanın her yerinde geçerlidir.

Büyü ve büyücülükle birlikte anılan falcılık ise bazı organik ya da inorganik objeler kullanılarak ve çeşitli yöntemlerle tahminler yapma, geleceğe yönelik çeşitli iddialarda bulunma faaliyetidir. Her iki kavram da insanlığın geçmişinde ve bugününde önemli roller edinmiştir. Arkeolojik, ikonografik, yazılı verilerin var olması ve birbiriyle uyum göstermesi durumunda uzak geçmişteki büyücülük ve falcılığı incelememiz mümkün hale gelebilir.

BÜYÜNÜN VE FALIN PREHİSTORYASI

Yazının olmadığı prehistorik dönemlerde büyü ve falcılık gibi soyut kavramların net bir şekilde anlaşılması ve yeniden canlandırılabilmesi pek de olanaklı değildir. Arkeolog, antropolog, sanat tarihçisi, sosyolog, dinler tarihi uzmanları gibi birçok bilim insanı tarafından bu konuda çok sayıda geçmiş okuması yapılmıştır. Örneğin; Avrupa’daki mağara duvarlarında yer alan, ok ve mızrakla avlanabilecek hayvanlara ait resimler av büyüsüyle ilişkili olarak yorumlanır. Mağara resimlerinin, hayvanları güçten düşürmek ve avı kolaylaştırmaya yönelik bir düşüncenin ürünü olarak tasarlanmış olabileceği iddia edilir. Fakat av hayvanı dışında resmedilen hayvanları düşündüğümüzde av büyüsü varsayımı zayıflar. Dolayısıyla mevcut tahminlerin uzak geçmişteki insanların düşünce biçimini ne kadar karşıladığı hiçbir zaman tam olarak bilinemeyecektir.

Latmos’ta büyücü olarak yorumlanan
kaya resmindeki figür.

Benzer okumalar Anadolu’da tespit edilen bazı kaya resimlerinde de karşımıza çıkar. Bafa Gölü’nün doğusunda yer alan Beşparmak dağlarındaki çok sayıdaki kaya resimleri arasında, stilize bir şekilde kırmızı boyayla yapılmış, T biçimli kafaya sahip bazı figürler yer alıyor. İşte yaklaşık 8000 yıl önceye tarihlendirilmiş bu resimlerde yer alan, yumruklarını havaya kaldırmış bir figürün de büyücü olabileceğine yönelik yorumlar söz konusudur. Fakat tıpkı duvar resimlerinde olduğu gibi bu yorum, geçmişin anlaşılmasına yönelik tahminlerden sadece biridir.

Avcı toplayıcı topluluklar tarafından mağaralarda ve kayalık alanlarda yapılan resimler ve Neolitik yerleşimlerde tespit edilen örnekler; ritüel, büyü ve şamanlıkla ilişkilendirilerek tartışılmaktadır. Fakat bu soyut kavramların içini modern anlamda olduğu gibi doldurmak elbette mümkün değil. Geçmişteki eylemleri anlamlı hale getirecek yol gösterici kayıtların olmaması nedeniyle, bu alanda kişisel fikirler ve canlandırmalar fazlaca öne çıkıyor. Buradaki çaba aslında prehistorik insanın evreni, doğayı kısacası etrafında olup biteni anlamaya çalıştığı sürece çok benzer. Modern insan da uzak geçmişteki atalarından kalan görsel malzemeyi anlamaya çalışırken, onların dünyayı algılamaya ve anlamlandırmaya çalışırken ki durumuna düşmüş gibi değil midir?

GÖBEKLİTEPE: ŞAMANLAR, BÜYÜCÜLER, TAPINAKLAR

Günümüzden yaklaşık 11500 yıl önce Göbeklitepe’de inşa edilmeye başlanan yapılarda yer alan ikonografik öğeler de bilimsel anlamda çok fazla ses getirdi. Söz konusu dönem için daha önce görülmemiş ustalıkta yapılmış, tonlarca ağırlığa ulaşabilen dikili taşlar ve üzerindeki kabartmalar, bütün dünya kamuoyunda büyük ilgi çekti. 2018 yılında UNESCO dünya miras listesine dahil edilen Göbeklitepe dinlerden tanrılara, şamanlıktan büyücülüğe, astronomik gözlemlerin yapılmış olmasına kadar birçok konunun kökenine yönelik bir tartışma başlattı. Fakat bu aşırı ilgi ve arkeolojik geçmişe fazla anlam yükleyen araştırmacılar yüzünden Göbeklitepe’yle ilgili inanılmaz boyutta bir bilgi kirliliği söz konusu.

Şamanlık, animizm ve büyücülükle ilişkilendirilen Göbeklitepe’den bir görünüm.

Buna karşın Göbeklitepe’nin anıtsallığı ve ikonografik öğeleri her zaman anlaşılması ve açıklanması beklenen bir fenomen olarak kalacak. Buradaki kabartmaların sembolik anlamları, anıtsal yapıların ne amaçlarla kullanıldığı, T biçimli dikili taşların nasıl bir düşünce doğrultusunda inşa edildiği, totemizm, animizm, büyücülüğün de içinde olduğu soyut mekanizmalardan hangisinin Göbeklitepe’de var olduğuna yönelik geçmiş okumaları yapılmaya devam edecek.

DİNLERİN KURUMSALLAŞMASI BÜYÜCÜLÜĞÜ BESLİYOR

Avcı toplayıcı yaşam biçiminin değişmeye başlaması ve yerleşik yaşam biçiminin zaman içerisinde yaygınlaşmasıyla insanları bir arada tutan soyut sistemler gelişti. Yerleşik insanların ihtiyaçları dahilinde, etkileşim içerisinde olduklarını düşündükleri doğaüstü güçler bir dönüşüme uğradı. Yazının ortaya çıkışıyla birlikte kayıt tutma alışkanlığının gelişmesi, taş kabartmalar, duvar resimleri, çanak çömlek üzerindeki betimlemeler, anıtsal yapılardaki figüratif unsurlar gibi ikonografik öğelerin çoğalması soyut kavramlara yönelik bilgilerimizi artırdı. Dolayısıyla büyü ve büyücülükle ilgili çıkarımlarda bulunabilmeyi sağlayacak kaynaklara ulaşmak mümkün hale geldi. Bu dönemle birlikte artık tanrılar ve dinler gibi kurumsallaşmış, kişisel ve toplumsal ihtiyaçlara yön veren nosyonlar gelişti. Büyü ve büyücülük artık tanrılara ve tanrılar evrenine atfedilen; korku, kötülük, şiddet gibi negatif duygu ve durumlarla ilişkilendi. Sosyal yaşamın daha hissedilir bir parçası oldu. Öyle ki günümüzden 3800-3700 yıl kadar önce Babil kralı Hammurabi tarafından hazırlatılan kanunlar arasında büyücülük yaptığı iddia edilen bir kişinin durumuyla ilgili hüküm yer alıyor.

Tanrı Bes’e ait bir amulet.

Antik Mısır’da ise insanlar vücutlarına Bes dövmeleri yaparak, muska-tılsım görevi gören küçük amuletler taşıyorlardı. Doğum durumunda ebeveynler bunu tanrıların büyüsü olarak kabul ederlerdi. Yani Mısır’da büyü ve büyücülükle ilişkili eylemler doğaüstü güçler aracılığıyla bir isteğe ulaşmak, bir beklentinin gerçekleştirilmesi temasına dayanıyor. Büyü ve büyücülük tanrılar evreniyle o kadar bütünleşmişti ki Heka adıyla tanrılaştırılmıştı. Bu örnekler göz önüne alındığında büyünün bugünkü yaygın anlamını, günümüzden 6000-5000 yıl önce ortaya çıkan ilk kentler ve merkezi yerleşimlerle birlikte kazanmaya başladığı söylenebilir. Nitekim büyüyle elde edilmek istenen çocuk ve eş sahibi olma, zenginlik, cinsel sorunlara çözüm arama gibi şeyler binlerce yıl önce olduğu gibi bugün de aynı.

FALCILIĞIN BİTMEYEN SERÜVENİ

Falcılığın, gelecekle ilgili bilgi sahibi olma olgusunun sözel kültürde binlerce yıl boyunca yaşamış olduğu düşünülebilir. Ancak uzak geçmişte yazılı kaynaklar oluşana kadar fal ve falcılıkla ilgili çıkarımlarda bulunmaya imkân verecek kanıtlara ulaşamıyoruz. Yazı, Mezopotamya ve Mısır’da çok daha erken dönemlerde kullanılmaya başlandığı için buradaki kayıtlar; fal ve kehanetlerle ilgili detaylı bilgiler sağlıyor. Anadolu’da ise bu bağlamda temel başvuru kaynağı olan Hitit yazılı belgelerinde fal, büyü ve kehanetin fazlasıyla önemsendiği açıkça anlaşılıyor. Örneğin krallar sefere çıkmadan önce ya da orduda çıkan salgın hastalıklardan ötürü falcılara danışıyorlardı. Metinlerden yola çıkıldığında Hitit Anadolu’sunda bilinen fal uygulamaları arasında kuş, talih, et ve yılan falı öne çıkar. Bu türler dışında ay tutulmalarından rüyalara kadar falcılığın yapıldığı ve geleceğe yönelik yorumlarda bulunulan örnekleri biliyoruz.

Hattuşa’da bulunmuş ciğer falının nasıl okunacağını gösteren
pişmiş toprak ciğer modeli.

İnsanın bilinmeyene yönelik korkusu, gelecek endişesi, kimi ihtiyaçlarını karşılayıp karşılamayacağına yönelik beklentilerinin fal olgusunun gelişiminde önemli bir rolü vardır. Bu tür beklentiler neredeyse küresel ölçekte ortak bir kültürel birikim meydana getirmiştir. Bu anlamda falcılığın yaygınlığı ve günümüzde hala yaşıyor oluşu; psikolojik ve sosyolojik ihtiyaçlardaki özdeş devamlılığın da bir göstergesi. Kahve içildikten sonra fal bakılmasının sıradan bir alışkanlık olduğu, ya da sosyete falcısı olarak ünlenen insanlar düşünüldüğünde falın serüvenin yakın gelecekte sona ermeyeceğini söylemek mümkün. Fakat teknoloji çağında, geçmişte yasaklanacak kadar önemsenen bu kadim geleneklerin, insanların kendi iç dünyalarında geçmişte olduğu gibi yer bulması zor görünüyor.

Büyü ve büyücülük; bugün biraz korkuyu ve biraz da eğlenceyi çağrıştırıyor olsa da dünyayı anlamlandırma çabamızla şekillenen, binlerce yıllık bir geçmişe sahip. Arzu ettiklerimize ulaşmak için her yola başvurmak da aynı şekilde binlerce yıldır değişmeyen bir realite. Bu birlikteliğin yanına gelecekten haberdar olmaya yönelik bazen saplantıya dönüşen fal ve falcılık da eklendiğinde çok renkli, gizemli ve kimileri için heyecan dolu bir karışım çıkıyor. Bugün büyücülük ve falcılığın hâlâ ilgi görmesinin arkasında, bu karışımın olduğu gerçeğini kim inkâr edebilir?

* Arkeolog / İzmir Büyükşehir Belediyesi, Tarihsel Çevre ve Kültür Varlıkları Şube Müdürlüğü