Anadolu’da bulunmuş Hatti eserleri New York’a nasıl gitti?

Hitit Güneş Kursu adıyla bilinen formdaki Hatti heykelciklerinin ne zaman keşfedildiği konusunda literatür taraması yaptığımızda, karşımıza New York’ta Metropolitan Müzesi ve Hans von Aulock çıkıyor.

Google Haberlere Abone ol

New York Metropolitan Müzesi’nde menşei Anadolu olarak belirtilen bir grup Hatti eseri bulunuyor. Müze sayfasında, bu eserlerin New York’a nasıl ulaştığına dair bazı bilgiler mevcut. Erken Bronz Çağı’na tarihlenen bu eserlerin Anadolu’dan İstanbul’a, ardından New York’a nasıl ulaştığını incelediğimizde karşımıza bambaşka birinin hikâyesi çıkıyor.

Boynuzlu iki boğalı standard, M.Ö. 2300-2000, Orta Anadolu’da keşfedilmiş Hatti eseri, Metropolitan Müzesi.

1930’larda Anadolu’nun antik tarihi henüz yeni keşfediliyordu. Örneğin 1933’te Dr. Hamit Zübeyr Koşar tarafından Ankara’da Ahlatlı Bel kazıları yapılmıştı, bu Hitit yerleşiminin Troya II yerleşimiyle çağdaş olduğu 1980’lerde anlaşılmıştı (Sinemoğlu, Ciner, 1981). Trakya’dan Kayseri ve Çankırı’ya kadar neredeyse her yerde arkeolojik kazılar devam ediyordu. 1935’te Alacahöyük’te kral mezarlarının keşfi öylesine büyük heyecan uyandırmıştı ki Kurşunlu Han’da bir Hitit müzesi açılmasına karar verilmişti (Önder, 1989). Restorasyonu 1968’de tamamlanan bu müze, bugün Anadolu Medeniyetleri Müzesi ismini taşıyor.

1930’larda Anadolu’nun en eski halkının Hititler olduğu sanılıyordu. Kazılar ve yıllar ilerledikçe, daha eski yerleşimler keşfedildi. 1958’de James Mellaart Çatalhöyük’ü keşfettiğinde, Hititlere dair ezberler bozuldu. Milattan önce yedinci binyıla tarihlenen Çatalhöyük, 1980’lerde hem Anadolu’nun hem de Yakın Doğu’nun en eski yerleşimi sayılıyordu (Sinemoğlu, Ciner, 1981).

Hititler konusundaki ezberi bozan bir başka keşif ise milattan önce üçüncü binyıla tarihlenen Hattilerdi. Gelişmiş maden işçiliğine sahip Hattiler, Hititlerden daha eski bir uygarlıktı ve yoğun şekilde ticaret yapmışlardı. Hititler, eski Hatti kentlerine yerleşmişti. Anadolu’nun ismi en az bin 500 yıl boyunca “Hatti ülkesi”ydi, Hititler bile Anadolu’dan bu isimle söz ediyordu. Bu yıllarda Hitit tabletlerinin dilini çözmek ve Hattilerle farkını anlamaya dair büyük bir çaba vardı.

ALACAHÖYÜK’ÜN STANDARDLARI

Solda Ankara’da Nusret Suman’ın 1978’deki anıtı, sağda Hüseyin Gezer ve Şadi Çalık’ın 1960’ta belediye için yaptığı versiyonun 1965’ten fotoğrafı.

İlk kez 1835’te keşfedilen Alacahöyük’te 1935’te Dr. Hamit Zübeyr Koşar ve Prof. Dr. Remzi Oğuz Arık tarafından yapılan kazılarda kral mezarları bulundu (Sinemoğlu, Ciner, 1981; Ayten, 2019).Elit sınıfa ait olduğu anlaşılan bu mezar alanlarından, çember formlu metal objeler çıkmıştı. Bu metal heykelcikler, bazen hayvan figürleri olmadan disk şeklinde veya sadece hayvan figürleriyle tekrarlanmıştı. Bu keşif yapıldığında mezarlarda bulundukları için bunların ritüel amaçlı objeler olduğu, yani dini seremonilerde kullanıldıkları düşünüldü.

Günümüzde ise Demircihöyük veya Koçumbeli gibi yerleşimlerde, sadece mezarlarda değil, konut alanlarında da benzer formda hayvan figürlü heykelciklere rastlanması, bunların sadece dini amaçlı objeler olmadığını düşündürüyor ve bu konuda kesin bir çıkarım yapmak mümkün değil. Keçi, boğa, sığır veya domuz gibi farklı türden hayvan heykelciklerinin bulunması, bu hayvan türlerinin belli bir sosyal statüyü sembolize etmiş olması ihtimalini gündeme getiriyor (Ayten, 2019).

Alacahöyük’te bulunan disk, Anadolu Medeniyetleri Müzesi.

1930’larda Alacahöyük’te keşfedildiğinde halk arasında “Eti Güneşi Diski” veya “Hitit Güneş Kursu” olarak adlandırılan, hayvan figürleri içermeyen, çember şekilli kulplu bir form, 1973’te mimar Vedat Dalokay’ın belediye başkanlığı döneminde Ankara’nın kent sembolü bile olmuştu. Hatti dönemine ait bu objelerin kenarlarındaki veya altlarındaki kulplar bunların başka bir nesneye tutturulduğu izlenimini verir. Tahsin Özgüç ve Mahmut Akok, 1958’de Horoztepe hakkında yayınladıkları İngilizce metinde bu objeleri ‘standard’ olarak tanımlamışlardı, yani arkeoloji terminolojisinde bunlara ‘disk’ veya ‘güneş kursu’ denmiyor.

“Hitit Güneş Kursu”, Türkiye’de çok sevilen ve büyütülerek anıt heykelleri üretilmiş bir formdur. Saraçhane’de 1953-1960 arasında inşa edilen İstanbul Belediye Sarayı’nın riyaset salonu için 1960’ta Hüseyin Gezer ve Şadi Çalık bu formun büyütülmüş metalden heykelini yapmıştı. 1978’de Nusret Suman da bu formu anıt olarak büyütmüştü ve Suman’ın anıtı Ankara’da Atatürk Bulvarı’na yerleştirilmişti. Hüseyin Gezer ve Şadi Çalık’ın belediye için yaptığı heykel, Nurullah Berk ve Hüseyin Gezer’in 1973’te yayımlanan kitabında “Hitit Güneş Kursu” olarak adlandırılsa da bu formun arkeoloji literatüründeki ismi ‘disk’ veya ‘kurs’ değildir ve Hititlerden daha eski bir uygarlık olan Hattilerin üretimidir.

1955’TE METROPOLITAN’IN SATIN ALDIĞI HATTİ ESERLERİ

Hem 1960’lı yıllarda İstanbul’da belediye binasında hem de 1970’lerin sonunda Ankara’da büyütülmüş heykeli bulunan bu Hatti heykelciklerinin ne zaman keşfedildiği konusunda, arkeolojik terimini kullanarak ‘standard’ kelimesiyle literatür taraması yaptığımızda, karşımıza birdenbire New York’ta Metropolitan Müzesi ve Hans von Aulock çıkıyor.

Boynuzlu iki boğalı standart. Yaklaşık M.Ö. 2300-2000. Hatti.

.

Bulunduğu coğrafya: Orta Anadolu.

Menşei (provenance) bilgisi: 1953’te İstanbul’da Hans von Aulock koleksiyonunda; 1955’te New York’ta J.Klejman’dan müze tarafından satın alındı.

Metropolitan Müzesi’nin kurumsal sayfasında yer alan bu bilgi, Hans von Aulock’un bu Hatti eserini İstanbul’da 1953’te sattığını, eserin 1955’te New York’a kadar ulaştığını ve bu tarihte müzenin bunu satın aldığını gösteriyor.

NAZİLERDEN KAÇAN BANKACI

1906’da Polonya’da doğan ve 1980’de Ankara’da ölen Hans von Aulock, bugün British Museum ve Metropolitan Museum sayfalarında koleksiyoner ve bankacı olarak tanımlanıyor.

Von Aulock, Türkiye’ye gelmeden önce Avrupa’da dış ticaret ve bankacılıkla uğraşmış. 1930-1933 arasında Güney Afrika’da yaşamış. 1934’te Berlin’de Dresdner Bankası’nda çalıştıktan sonra 1941’de Deutsche Orient Bank’ın şube müdürü olmak üzere İstanbul’a gelmiş. Von Aulock, Nazilerin ideolojisine karşı çıkmış ve 1944’te II. Dünya Savaşı esnasında Türkiye ile Almanya’nın diplomatik ilişkileri kesildiğinde, Almanya’ya geri dönmemek için Türkiye’den sığınma talep etmiş. Von Aulock’a ‘enterne’ statüsü verilmiş.

Söz konusu yıllarda henüz uluslararası mültecilik, tüm dünyada hukuki anlamda tanımlanmış değildi, bu tanım savaştan sonra 1951’de Birleşmiş Milletler tarafından yapılacaktı. 2. Dünya Savaşı esnasında Türkiye’den sığınma talep edenlere ‘enterne’ statüsü veriliyordu. Alman büyükelçisinin bile Türkiye’yi terk ettiği bu yıllarda, geri dönmek istemeyen Alman vatandaşları Anadolu’ya enterne edilmiş, yani bir tür gözaltında sürgün durumundaydılar. Kendi sektöründe saygın bir isim olan Von Aulock’un enterne statüsü çok uzun sürmemiş, Wikipedia’daki biyografisine göre kısa bir süre sonra Türkiye İş Bankası’nın danışmanı olmuş. 1952’de İstanbul’da bulunan Dresdner Bankası’nın temsilci ofisinin başına geçmiş ve 1971’e kadar bu görevini sürdürmüş. 1980’de Eşi Epiphania Coppola ile birlikte Ankara’da bir trafik kazasında yaşamını yitirmiş. Von Aulock’un Türkiye’de yaşadığı yıllarda yurt dışındaki üniversitelerle iletişimde olduğu anlaşılıyor.

FRANKFURT ÜNİVERSİTESİ’NDEN ONURSAL DOKTORA

Hans von Aulock, enterne olarak Anadolu’ya gittiğinde, bu dönemi umutsuzlukla geçirmemiş, hatta Anadolu kırsalında dolaşmaktan ve antik sikkeler toplamaktan büyük keyif almış. Yaşamının bu döneminde 9 bin sikke toplamış. Koleksiyonu yayınlanmış ve 1970’te Frankfurt Üniversitesi’nden onursal doktora almış. Ayrıca 1976’da Likaonya (Lykaonia) kentleri ve sikkeleri üzerine bir kitabı İstanbul’daki Alman Arkeoloji Enstitüsü tarafından basılmış. Hans von Aulock’un koleksiyonunun büyük bölümü bugün British Museum’da bulunuyor.

Antik sikkeleri toplamak ve bunlar hakkında yayın yapmak, elbette kıymetli bir uğraş. Bu sayede antik dönemin ekonomisi ve kültürü hakkında pek çok bilgi edinilebiliyor. TÜİK’in 2018 yılı istatistiklerine göre Türkiye’nin envanterinde 2 milyon adet sikke bulunuyor, yani ülkemizde zaten bu kadar çok sikke varken 9 bin sikkenin lafı mı olur diyebilirsiniz. 1940’lı ve 1950’li yıllarda tarlasına tohum ekmek için kazma vuran her çiftçinin öbek öbek sikke bulduğu, deyim yerindeyse antik sikkelerin Anadolu’da topraktan fışkırdığı düşünülürse, Hans von Aulock’un 9 bin sikke toplayıp bunlar hakkında yayın yapmasının faydalı bir çaba olduğu söylenebilir. Ancak Metropolitan Müzesi’nin sayfalarında görüldüğü üzere, Von Aulock’un koleksiyonu sadece sikkelerden oluşmuyor.

KIRŞEHİRLİLER HANS VON AULOCK’U NASIL BİLİR?

Hans von Aulock’un 1970’te Afrika’dan bir fotoğrafı.

Kırşehir Çiğdem Gazetesi yazarı Abdullah Çelik’in Haziran 2021’de yayınlanan yazısına göre Von Aulock, enterne olduğu 1944-1946 arasında Kırşehir’de yaşamış. Bu yıllarda kendisi gibi enterne Almanlarla briç oynayıp avcılık yapmış ve avcılık merakı sayesinde tarihi eser koleksiyonu yapmayı başarmış. Yani Nazilerden kaçtığını söyleyen ve normalde saygın bir bankacı olan bir adam, Kırşehir kırsalında avcılık bahanesiyle av tüfeğiyle dolaşıp etraftan tarihi eser toplamış! Bugün bu kişiyi dünyanın en saygın müzeleri ‘koleksiyoner’ sayıyor.

Abdullah Çelik, Hans von Aulock’un 1947’de Kırşehir civarında bir ‘Eti hiyeroglif kitabesi’ bulduğunu ve bunun fotoğraflarını Ankara Üniversitesi’nden Hititoloji Profesörü Güterbock’a verdiğini aktarıyor. Profesör Güterbock, gelecek yıl bu kitabeyi yerinde kopya etmek istediğini belirtmiş ancak Çelik, bu kitabenin başka bir izine rastlamamış, bahsedilen eser ortada yok. Çelik, Hans von Aulock’un Kırşehir’den çok sayıda eser topladığını ve bunların akıbetinin bilinmediğini yazmış.

İnterneti biraz kurcaladığımızda, Hans von Aulock’un topladığı Hatti eserlerinin New York’a kadar ulaştığına rastlıyoruz. Bu durumda Von Aulock’un sadece sikke toplayıp yayın yaparak arkeoloji bilimine katkıda bulunan biri olmadığını anlıyoruz, demek ki Kırşehirliler onu doğru tanımış.

Görünüşe bakılırsa 19. yüzyılda Troya için Heinrich Schliemann neyse 20. yüzyılda Hans von Aulock’un ondan bir farkı olmadığı söylenebilir. Yurt dışındaki saygın müzelerin ‘koleksiyoner’ saydığı bu iki isim, kitaplar yazıp onursal doktoralar almış olsalar da keşfettikleri eserleri arkeolojik bağlamından koparmaları, yani alıp götürmeleri ve satmaları sebebiyle, aslında arkeoloji biliminin gelişmesine zarar vermiş kişiler.

KAYNAKLAR

Çelik, Abdullah (2021, Haziran 5). Bozkırda Bir Alman: Von Aulock. Kırşehir Çiğdem. 

Bakar, Bülent (2016). Reel Politiğin Türk-Alman İlişkilerine Yansıması: Almanların Ülkelerine Dönmesi ve Türkiye’de Kalanların Enterne Edilmesi (1944-1945). Tarih Dergisi, Sayı 63 (2016 / 1), İstanbul 2016, s. 89-126. 

Ozgüç, Tahsin, and Akok, Mahmut. 1958. Horoztepe, an Early Bronze Age Settlement and Cemetery. Ankara: Türk Tarih Kurumu Basimevi, pl. XVII, 4a, b. 

Ayten, Ebru Gizem (2019). Animal Figurines During The Early Bronze Age of Anatolia: The Case of Koçumbeli. Yüksek Lisans Tezi. Ankara: ODTÜ Arkeoloji Bölümü. 

Berk, Nurullah. Gezer, Hüseyin (1973). 50 Yılın Türk Resim ve Heykeli. İş Bankası Yayınları. 

Sinemoğlu, Nermin. Ciner, Semra (1981). Atatürk’ün “Türk Tarih Tezi” içinde Arkeolojinin Yeri ve Önemi. 26-28 Ekim 1981 Atatürk ve Sanat Sempozyumu. sf.81-85. İstanbul: İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Yayını.

Önder, Mehmet (1989). Atatürk ve Müzeler. Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, 6 (16), sf. 63-74. 

Erol, Nevzat (1965). Proje tatbikat: İstanbul Belediye Sarayı. Mimarlık 15. Yıl 3, Sayı 1. Sf.7-9. 

Biyografisi: https://de.wikipedia.org/wiki/Hans_von_Aulock

Metropolitan Müzesi’ndeki Hatti objelerinden menşei Hans von Aulock olanlar:

https://www.metmuseum.org/art/collection/search/324444
https://www.metmuseum.org/art/collection/search/324440
https://www.metmuseum.org/art/collection/search/324448
https://www.metmuseum.org/art/collection/search/324446