Zeynep Beler: Ölene kadar üreteceğim ben

Sanatçı Zeynep Beler ile, 'Hurtling Through Space' ve gelecek planları hakkında konuştuk. Beler, "Yaş ilerledikçe kendimi hiç tanımadığımı fark ettim" dedi.

Abone ol

Fulya Baran fulya.brn@gmail.com

DUVAR - 'Beyoğlu Stüdyoları'nda Yaz Söyleşileri' serisinin ikincisinde Zeynep Beler’in atölye ve ev olarak kullandığı aydınlık dairesinde buluştuk. Yaklaşık iki senedir Beyoğlu’nda üreten Beler’i en son geçtiğimiz şubat’ta Zilberman’ın proje alanında gösterilen 'Yazı Kalır' başlıklı sergisi ve ardından mayıs ayında Galeri Siyah Beyaz’da gerçekleşen 'Aksinin İddiası' başlıklı karma sergi dahilinde izlemiştik.

Röportajın ilk yarısında Beler’in pratiği ve değindiği meseleleri bir çerçeveye oturtmaya çalışsam da çocukluk anılarından kozmosa uzanan pek çok konu etrafında gezindik. İkinci yarısında ise Beler, fotoğraf ve resim arasında ritüel olarak kurduğu ilişkiden, “Ölene kadar üreteceğim ben, ne bu acele!” diyerek kendini keşfetmeye fırsat tanımanın öneminden bahsetti. Beler’in sanatsal pratiği ve alışkanlıklarını kırarak gelişme yolundaki yaklaşımının, mart ayında Mimar Sinan Üniversitesi’nin gerçekleştirdiği bir proje kapsamında ürettiği fotoğraf kitabına somut bir başarı olarak yansıdığını da söyleyebiliriz. 'Hurtling Through Space' (Uzayda Son Hız) isimli bu projeyi de konuştuğumuz röportajda sanatçının gelecek projelerini de öğrendik.

Zeynep Beler

Ne kadar süredir Beyoğlu’ndasın? Burada çalışıp üretiyor olmak nasıl hissettiriyor?

2015 Kasım’dan beri Beyoğlu’ndayım. Burada olmak bence her zaman güzel. Beyoğlu şu an sıkıntılı bir dönem geçiriyor olsa da dinamizmini geri kazanacaktır.

Seni hem resim hem de fotoğraflarınla biliyoruz fakat ağırlıkta fotoğraf üzerine çalıştığını söyleyebilir miyiz?

Evet, ben de fotoğrafçıyım diyorum. Resimlerimi de genellikle mevcut fotoğraflar üzerinden kurguluyorum. O yüzden genel bir ifadeyle fotoğraf üzerine çalıştığımı söyleyebiliriz. Son zamanlarda çocukluk ve eski aile fotoğraflarına yoğunlaşmaya başladım. Bunların içinde kötü çekilmiş pek çok kare var. 1995 senesi, bir tane kullan-at kompakt makineyle yapılmış çekimler mesela. Fakat fotoğrafların bu hallerini seviyorum.

Geçtiğimiz Mayıs ayında Galeri Siyah Beyaz’da sergilenen 'Bütün' başlıklı çalışman üzerine şöyle bir ifaden yer alıyor: “Bütün, gerçekten de parçaların toplamından fazladır, biz de kendimizi etrafımızdaki yüzeylerdeki bölük pörçük parçalar, ışığın açısına göre değişen yansımalar olarak kavrayabiliyoruz.” Bu iş nasıl ortaya çıktı? İfadeden yola çıkarak kendini tam olarak kavrayabilmek sence mümkün mü?

'Bütün' parçalardan oluşan tek bir iş. Duvarda bir araya getirilmiş desen ve fotoğraflardan oluşuyor. Melis Golar’ın küratörlüğünü yaptığı 'Aksinin İddiası' başlıklı sergi, bir oto-portre / portre sergisiydi. 13 sanatçı çiftinin katıldığı sergide, bir grup sanatçı otoportre yaparken diğer grup otoportresini yapan sanatçıların portresini yaptı. Biz Nejat Satı ile katıldık. Nejat benim portremi yaptı, ben de 'Bütün' başlıklı otoportremi.

Kendimizi tanımak, kavramak sorusuna gelirsek, ben 20’lerin başındayken çok katı bir şekilde kendimi tanıdığımı düşünüyordum. Ciddiydim ve beni utandırmak çok kolaydı. Yaş ilerledikçe kendini hiç tanımadığını, tanımayacağını ve her gün farklı bir insan olarak kalktığını görüyorsun. Aslında bunlar da çok iddialı laflar. Bu kadar iddialı laflar da etmek istemiyorsun. Çünkü devamlı değişiyorsun ve değişimlerine şaşıyorsun. Sonuçta “peki” deyip kendini kabul ediyorsun.

Kendini bir mesafeden izlemek “bir insan evladı” olarak görmek, kendinle empati kurarak üzerine çok yük bindirmemeye çalışmak önemli. Sanırım erdem dediğimiz şey böyle kazanılmaya başlıyor. Yaşayarak hayatla ve kendinle ilgili erdem kazanıyorsun. Kendine karşı daha hoşgörülü olmaya başlıyorsun.

.

Bu süreç çalışmalarına nasıl yansıyor?

Kendimi ve çalışma şeklimi kabul etmeye ve sezgilerime daha çok güvenmeye başladığımı söyleyebilirim. Eskiden “bu sene şu kadar iş üretmeliyim, şu kadar sergiye katılmalıyım” gibi bir yaklaşımım varken bugün bu tavrım kırıldı. Artık canımın istemediği bir şeyi yapmıyorum çünkü zaten hissetmiyorsam bu durum tüm süreçte, fırçamda ve ortaya çıkan işte kendini belli ediyor.

Peki seni motive eden, fotoğraf çekmeye iten his nasıl ortaya çıkıyor?

Geniş çerçevede toplayıcılık ve biriktirme merakıyla ilgili bir şey. Ama çağımızda fotoğrafın insanların görme ve dolayısıyla dünyayı tanıma biçimine olan direkt ve katıksız etkisini göz önünde bulundurursak benim birincil aracımın bu olması kaçınılmaz. Öte yandan fotoğrafı, anı yaşamak yerine muhafaza etmeye çalıştığımız bir sahiplenme aracı olarak kullanıyoruz. Bunun üstüne bir de herkesle paylaşma meselesi eklendi.

Gözün ve hafızana değil bunların yerine geçmiş bir apendaja güveniyorsun. Aslında bu sana pek çok şey de kazandırıyor. Çıplak gözle göremeyeceğin şeyleri görüyorsun, örneğin 'Hubble' uzayda hepimizin gözü oluyor. Zamanı yavaşlatıp hızlandırabiliyorsun. Her anında yanında birileri oluyor, hem de yüzlercesi. Ama evrimsel açıdan baktığımızda buna öncülük eden bir şey yok. Vücutlarımızın ve zihinlerimizin bu harici göze nasıl adapte olacağı konusu bir muamma. Sosyal medya mecraları da modern insanın belleğiyle kurduğu hastalıklı ilişkiyi iyice yansıtan bir hale geldi. Bunların bir parçası olduğumu kabullenip anlamaya çalışmak ilgimi çekiyor.

'Nights on Instagram' (Instagram Geceleri) adlı seriden bahsedebilir misin? Instagram seni nasıl etkiliyor?

Instagram’ı çok aktif kullanıyorum ve sosyal medya yaşantımın çoğunu bu mecrada geçiriyorum. İlk başta Instagram’a karşı fotoğrafçıların genelinde de görülen bir ön yargım vardı. Fakat zamanla çok alıştım. Sosyal hayatımızın bir parçası olarak internetle büyüdüm, dolayısıyla bu haberleşme ve sosyalleşme biçimine adapteyim. Görsel ağırlıklı özelliğiyle de Instagram benim için daha çekici bir platform. Bir etkileşim aracı ve günlük gibi görüyorum onu.

Eskiden kompakt makinelerle herkesin gündelik fotoğraflar çektiği bir geleneğin devamı gibi. Herkes hayatını belgelemeye değer görüyor. Instagram da bu güdüyü besliyor. 'Nights on Instagram', kendi Instagram fotoğraflarım üzerine yaptığım küçük yağlı boya resimlerden oluşuyor. Bu fotoğraflardan resim yaparak, onları anıtlaştırıyorum çünkü resmin böyle bir ağırlığı var. 'An'lar resimleştiğinde odak fotoğraf yüzeyinden resmin dokusuna kayıyor ve görüntü farklı bir boyut kazanıyor. 'An'ı tuvali kaplayan, tuvale yayılan bir maddeye dönüştürmüş oluyorum.

Fotoğraf ve resim arasında kurduğun ilişkiden bahsedebilir misin?

'An'ı fotoğraf çekerek sonsuzlaştıran bir nesildenim. Önemli bir şey oluyorsa fotoğrafı çekilmeli. Fakat fotoğraf, kısıtlı müdahale edebileceğin bir tür. Sevdiğim fotoğrafların resimlerini yaparken o görsellerle daha uzun vakit geçirmiş oluyorum. Anlık bir görüntüyle münasebetimi zamana yayıyorum. Resim yapmayı seviyorum çünkü resim, görsel üstünde daha fazla uğraşma, aksan yapma, detaylara odaklanma fırsatını veriyor. Aynı zamanda belleğimi ve anıları yorumlama şekli olarak kendimle ilgili bir ritüel bu.

Mart ayında yayımlanan 'Hurtling Through Space' isimli fotoğraf kitabın, ağırlıklı olarak dar kadrajdan çekimlerin, kişisel nesnelerin yoğunlukta olduğu fotoğraflardan oluşuyor. Bu fotoğraflar nasıl bir araya geldi?

Resim yapar gibi fotoğraf çekme alışkanlığım vardı. Bir karenin üzerinde uzun süre düşünüp hatalı olma ihtimaliye birden fazla kare çekiyordum. Bu her zamanki fotoğraf çekme pratiğimi kırmak istedim. Fotoğrafın kendine özgü hatalarını kucaklamak adına daha soyut, kozmik güçleri çağrıştıran bir seri yapmak istiyordum. Çalışmayı Mimar Sinan Üniversitesi’nin FUAM Projesi altında Almanya’da Dienacht Dergisi’ni çıkaran Calin Kruse’un yönetiminde gerçekleştirdik.

Elimdeki çok sayıda fotoğraf içerisinden Kruse’nin yönlendirmesiyle seçimler yaptık. En sevdiğim bütün fotoğrafları atsa da mantıklı bir sonuç ortaya çıktı. Bunu kendi kendime yapmakta zorlanabiliyorum. Fotoğraf kitabının içinde esler ve normalde yüzüne bakmayacağım kareler var. Hepsi akışa nefes aldıran ve katkı sağlayan parçalar olarak güzel bir bütün oluşturdu.

.

Hep renkli fotoğraflar mı çekiyorsun?

Renk benim için çok önemli, görselliğin ayrılamaz bir parçası. Çektiğim fotoğraflarda da renk çok merkezi bir rol oynuyor. Fotoğrafta bir oyun, işve varsa genellikle renkle ilgili oluyor. Fotoğraf çekerken siyah beyaz düşünemiyorum o nedenle. Renkli fotoğraf resim hissiyatını daha çok veriyor.

Kitabın içerdiği kişisel objeler, nasıl anlamlar taşıyor?

Kitabı bitirdiğim dönem, özel hayatımda da bir dönemi bitirişime denk geldi. Sanırım bu sebeple pek çok kişisel obje yer aldı. Ben de bunu kitabı bitirince fark ettim.

Bazı resimlerinde daha çok arka plan gibi gördüğümüz kozmos, senin için ne ifade ediyor?

Bilimle sanat çok geri beslemeli bir ilişki içinde. Sanatçılar da bilimden çok besleniyorlar. Mesela 'Hubble' teleskobunun yakaladığı hakiki bir güzellik de barındıran kozmos görselleri, çoktan kolektif hafızada bir estetik unsuru olarak yer aldı ve sanatın bundan beslenmesini kaçınılmaz kıldı. İçinde yaşadığımız, parçası olduğumuz evrenin gözümüzle göremediğimiz böyle bir güzelliğe sahip olması çok büyüleyici. Kozmos’u düşünmek benim için bir yandan kaçış. Kendi önemsizliğimi hatırlatarak beni rahatlatıyor. Milyarlarca yıllık bir yaşamın içinde ufacık bir an hayatımız.

Babam çocukken beni gözlemevine götürürdü.

Astronomi kitapları okuturdu. Büyük patlamadan başlayarak evrenin ve dünyanın oluşumunu masal gibi anlatıp, “En son da sen, ben olmuşuz” diyerek bitirirdi. Ben de dinlemeyi çok severdim. Mesela çocukluğumun kitaplarından biri 'Küçük Prens'teki gezegenler arası geçen kurguyu da çok severdim. Bütün bu süreç ve çocukken öğrenilen hayata dair temel kavramlar aklımda kozmosla iç içe geçmiş durumda.

Röportaj boyunca sanat pratiğinle ilgili olarak fotoğraf ve resim çerçevesinde konuştuk. Kişisel objelerden, anlardan, çocukluk ve aile fotoğraflarından, evrenden bahsettik. Bunlar çok geniş ve farklı yönlere uzayabilecek kavramlar. Sanatsal üretimlerini belli ifadelere indirgememiz, çalışmalarının çerçevesini belli anahtar kelimelerle çizmemiz mümkün mü sence?

Galiba öyle kelimeler yok. Bunun sorun teşkil ettiğini düşünen, kafası karışık ve tutarsız göründüğümü söyleyen sanat profesyonelleri oldu ama ben bununla çok barışığım. Benim için tutarsız, sağı solu belli değil ifadeleri kullanılabilir mesela. “Fotoğraf mı çekiyor, resim mi yapıyor, ne yapıyor” şeklinde sorgulayan bir yaklaşım niteliksiz ve işin özünü anlamaktan uzak. Sosyalleşmeyi sevdiğim için atölyeye çok misafirim gelir. Dolayısıyla yönlendirmeye çalışan, piyasanın yararına yapmam gereken şeyleri söyleyen sanat profesyonelleriyle de çok sohbet ettim. Beklentilerin farkındayım fakat bunları hiçbir zaman sindiremedim ve yapmadım. Öte yandan, yönlendirilmeyi bekleyen bir tarafınız da ister istemez var. Çünkü sanatçının da kendine bir yer bulabilecek mi endişesi var.

Hurtling Through Space, Zeynep Beler, 2017.

Çevirmenlik kariyerin sanatsal üretimlerini etkiliyor mu?

Üretimimi etkileyen bir şey değil fakat yazmakla ilgili çok düşünüyorum. Zilberman Gallery’de geçtiğimiz şubat ayında gösterilen 'Yazı Kalır' isimli sergi de bu düşüncelerin başlangıcı üzerine taslak çalışma gibi bir proje sergisiydi. Sürekli yazı yazma, yazarak düşünme, el yazısı ve bu eylemin resimle alakası üzerine düşünmeye başlamıştım. 'Yazı Kalır', eli kalem tutan tarafımın görsel sanatçı tarafımla örtüştüğü bir sergi oldu diyebiliriz. İçerikten etkilenme durumu ise çevirdiklerimdense okuduğum kitaplarla ortaya çıkıyor. Bilim ve psikoloji üzerine okumayı çok seviyorum.

“Tutarsız” olmanın endişe verici bir tarafı yok mu?

Kendimi bulmak için çok zamanım olduğunu düşünüyorum. Evet, sanat ortamında da pek çok kariyer endişesi var. Mesela en yaygını kadın sanatçıysan, sanat eserini yatırım aracı olarak gören koleksiyoner tarafından resim yapmayı bırakabileceğin düşünüldüğünden tercih edilmeme ihtimalin var. Fakat tüm bu yaklaşımlardan sıyrılmak gerekiyor.

Çünkü emekliye ayrılma gibi bir durumumuz yok. Ölene kadar üreteceğim ben, ne bu acele! En çok da kendime söylüyorum bunu. Netice vermeyen her şey de zaman kaybı değil, bir şeyleri deneyip araştırmak bizim işimiz. Genel bir tanım yapmak gerekirse de geçmişten gelen ve şu an akan zamanın içinde oluşturmakta olduğum belleğimle ilgili belgeleme yaptığımı söyleyebiliriz.

Arşiv oluşturuyor musun?

Tabii. Nesne çok sevdiğim için her şeyi saklama alışkanlığım var. Dokunma duyusunu çok önemsiyorum. Yüksek lisans tezim de fotoğraf nesnesinin dijital çağda kaybolması, fotoğrafın anlamını yitiriyor olmasıyla ilgiliydi. Dijital arşivim ise aradığım şeyi bulma noktasında yeterli bir düzende.

Atölyeyi nasıl tanımlarsın?

Hem çok mahrem hem de herkesi davet etmeyi çok sevdiğim bir yer. Yalnız kalmaya, kapanmaya çok ihtiyacım olduğu zamanlarda da çok iyi geliyor.

Önümüzdeki sezon için nasıl projelerin var?

OJ ile kişisel bir sergi üzerine düşünüyoruz. Sergide 'Nights on Instagram' (Instagram Geceleri) serisinden işler de yer alacak. Dijital baskılar ve yaptığım resimlerle harmanlanmış bir sergi olacak. OJ, sergi konusunda çok yaratıcı olduğu için onlara çok güveniyorum. Mekânın enerjisi de çok güzel. Metruk bir bina, sonunda apaydınlık bir daire, zaman zaman martı gibi tünediğimiz çatısında sergiyi tasarlamak üzere keyifle çalışıyoruz. Epeyce bir çeviri işim de var. Odağımı değiştirmek de beni çok tazelemiş oluyor. Çeviri bittikten sonra hemen atölyeye saldırıyorum.