Zalimin zulmü varsa

Zalimlik hareket karşıtıdır, zapturapt altına almadır. Çıkışları biteviye tıkamaya çalışılan bir labirentte hayat bulur.

Zeliha Etöz zetoz@gazeteduvar.com.tr

Sese, söze, görüntülere hâkim olan zalimliğin sözcelemeleri. Zalimlerin anlattığı hikâyeler bangır bangır ortalığı kapladıkça zulümler de küçüklü büyüklü çeşitleniyor, katmerleniyor. Hikâyeleriyle zalimler gerçeğe tecavüz ediyor çünkü. Kurgu gerçeğe galebe çalıyor. Gerçeği ayaklar altında tekmelenen paçavraya dönüştürüyor. Ve gerçeğin sesi giderek cılızlaşıyor. Onun sesini çoğaltmak için binbir güçlükle yollara dökülenler, orada burada bir araya gelmeye çalışanlar zalimlerin maharetle berkitilmiş her türden barikatlarında püskürtülüyor. Gerçeğin sesi bir uğultuya dönüşüyor.

Zalimler hikâyelerini, bir röntgenci edasıyla zulmettiklerinin hikâyelerini lekeleyip darmaduman ederek yani kişiliklerine, hayatlarına, değerlerine tecavüz ederek kuruyorlar. İşkence ettikleri, katlettikleri, yok hükmüne terk ettikleri mağdurlarını kendi ‘masumiyet’ karinelerinin malzemesi haline dönüştürüyorlar. Hikâyelerine onay veren, yazmanlık eden, onları dillendirip çoğaltan savunanlar bakımından zalimler hiç yalnız kalmıyorlar, peşlerinde her an hazır ve nazır fedailer ordusu iş başında.

Zalimlerin ve onların taklitçilerinin komplolarının neredeyse teslim aldığı bir hayat. Bir zalimlik pathosu her köşeye, her türden ilişkilere doludizgin sirayet ediyor. Zulümlere karşı duranların dillerini, tavırlarını, tepkilerini bile birer ikişer ehlileştiriyor, onları kendi şuursuz suç ortakları haline dönüştürebiliyor. Yeni türden bir konformizm rejimi kuruluyor adeta. İtiraz ederken, karşı dururken itaatin kapanına yakalanmak, kıstırılıp kapatmak bu. İtiraz etmenin, karşı olmanın olmazsa olmazı, farklı iktidar düzeneklerine karşı mesafeliliği ilga ediyor bu pathos, sınırları çoğaltıp güçlendirerek ayrımlara çalışıyor, ayrımlaştırılmış parçalara yönelen şedit muamelelerin benzerliğine, aynılığına rağmen onlar arasında olası duygudaşlık ittifaklarını, bir araya gelme imkânlarını imha edebiliyor. Maalesef bir mahallenin mazlumları kolayca diğer mahallenin zalimleri olabiliyor böylece.

İçerikleri başka başka bir zalimlik biçimi hâkimiyetini giderek güçlendiriyor vesselam. Biçim bir bileşik, bir kuvvetler bileşiği. Ve kaba hatlarıyla işte zalimliğin biçimi: Emir, dayatma, zor, ikna, vaat, hile. Zalimliğin bir biçim olarak hâkimiyeti, iktidarı, varlıklarla ve şeylerle ilişkisinden, onlara uyguladığı şiddetten mürekkep değil sadece. Burada kalınırsa mağlubiyet çok olası. Oysa onun etkilediği ve etkilendiği kuvvetlerle ilişkisine bakmak gerekir. Neyi nasıl teşvik ettiğine, nelere sebebiyet verdiğine, neleri sürükleyip kendine çektiğine, neleri nasıl caydırdığına velhasıl duyguları nasıl seferber ettiğine bakmak gerekir. İnsanî kuvvetlerle, yani idrakle, iradeyle, sezgiyle, hayal gücüyle vs. ile kurduğu ilişkiler, onlarla oluşturduğu bağdaşma ve tertip bir zalimlik biçimini muktedirliğe taşıyor.

Çeşit çeşit zulümlerden, dolayısıyla hâkimiyetini sürdüren zalimlik biçiminden kurtulmak, öncelikle insanî kuvvetlerin zalimliğin kuvvetlerinden, onların oluşturduğu tertipten kopartılmasıyla mümkün. Zalimliğin biçimi insanî kuvvetlerin işleyişini, hareketini engelleyerek, onları kendi ağına takıp hareketsiz kılarak hâkimiyetini sürdürüyor. Zalimlik hareket karşıtıdır, zapturapt altına almadır. Çıkışları biteviye tıkamaya çalışılan bir labirentte hayat bulur.

İnsanî kuvvetleri işler hale getirmek, uyuşukluktan kurtarıp yeniden hareket eder hale getirmek en acil ihtiyaç. Bu da insanî kuvvetleri, direnmeye, kaçmaya, yaşamı ve dahi ölümü iktidara karşı çevirmeye imkân veren bir kendi kendisiyle ilişkiye sokmakla, bu kuvvetlerin kendi kendilerini etkilemesini mümkün kılmakla gerçekleştirilebilir. O kadar kolay değil elbette, ha deyince olmuyor, hele de yaşanan sosyo-politik iklim hesaba katılırsa. Ancak imkânsız da değil.

İnsanî kuvvetlerin kendileriyle ilişkiye girebilmelerini sağlayan başka yetiler, araçlar var. Görmek ve konuşmak birincil araçları bunun. Ama nasıl bir görmek, ne türden bir konuşmak? Olup bitenlerde takılıp kalmak değil görmek, “görünürlüklere” ulaşmak, hâkim iktidar düzenekleriyle görünmez kılınanların görünür kılınmasında ısrar etmek demek. Olayları, sorunları öylece ortalığa dökmek, sunmak değil sadece ya da onları şikâyet formatında göstermek değil, onlara ait verilerin görünür olmasını sağlamak, ortaklıklarını ifşa etmek, o verileri deyim yerindeyse dayatmak demek. Konuşmak, dilimizin kelimelere, cümlelere takılıp kalması değil, yaftalamalara, klişelere yenik düşmesiyle değil, hazır kategorilerden medet umarak değil, ifadelere yükseltilmesi demek. Hangi ifadelere, ne tür ifadelere? İktidarın zorlayıcı kurallarına karşı, yaşanamaz hale getirilmiş olanı yaşama imkânına kavuşturacak olanlarına, bir yanıyla etik, diğer yanıyla estetik “isteğe bağlı kuralların” oluşturduğu yaşam tarzlarına. Yani yaşamla ve dille hangi yeni ilişkiler içine girilebileceğini, girilmesi gerektiğini düşünmek ve dolayısıyla deneyimlemek.

Görmenin ve konuşmanın bu hali, bu yöndeki her türden çaba, algıların ve duyguların zalimlikle yaralanmışlığını sağaltabilir, hasarları giderebilir. Zulme uğrayanlar arasında yoldaşlığın yollarını açabilir. Yoldaşlık, bir şey üreterek bir yolu birlikte yürüyebilmek demektir. Muhabbettir, ülfettir.

Tüm yazılarını göster