Yuvarlak masada sarsıntı!

Barış İnce'nin yeni kitabı Sarsıntı, Can Yayınları etiketiyle yayımlandı. İnce Sarsıntı'da yüzünü yakın zamana çeviriyor.

Abone ol

Adalet Çavdar

Gazeteci yazar Barış İnce’nin ikinci romanı olan “Sarsıntı” Kasım ayında Can Yayınları tarafından yayımlandı. İnce 2017 yılında yayımlanan “Çelişki” romanında toplumsal bir meseleyi ele alıyor, 90’lara dair bir sorgulama yapıyordu. “Sarsıntı” romanında ise daha yakın bir geçmiş zamana yüzünü çeviriyor. Bir rakı masasında eski arkadaşları topluyor, bir şu ana bir düne bakıp duruyor.

Yuvarlak bir masanın etrafında oturan insanlar hem kendi hayatlarını hem de kaybettikleri arkadaşlarının hayatını didikliyorlar. Bu didikleme adı bilinmeyen bir adanın içinde her yerden bir şekilde görünen fenerin onların başında bir sorgu ışığı misali durmasıyla tasvir ediliyor. Gözlemini anlatan bir yandan gözlemleniyor. Herkes sesli düşünüyor ve konuşuyor gibi görünse de aslında çemberin içinde herkes kendinden yana duruyor. Suçlamalar, inkarlar, kapanmamış defterler her defasında daha yüksek bir ses tonuyla tekrar tekrar açılıyor.Bu yuvarlak masanın etrafındaki sorgulama aslında vicdanına kulak veren herkes için geçerli. “Kendi hayatımızdan sorumlu olduğumuz kadar başkalarından da sorumluyuz” diyor romanın karakterlerinden Filiz.

Barış İnce

'UNUTMAYACAĞIM' DEMENİN MANASI VAR MI?

Peki bunun için ne yapıyoruz? Sosyal medyada “unutmayacağım” yazmanın bir manası var mı? Bu bir kapı aralıyor okurun gözünde. Her şeyin göz önünde ve ortada olduğu yıllarda, günler içerisinde gözümüzde bir perde varmışcasına yaşıyoruz çoğu zaman. Görmek, duymak, konuşmak, anlamak pek çoğumuz için çok uzun zamandır zûl. İşte bu göz bağını tarikatlar cephesinden aralıyor Barış İnce. Tarikatların çocuklara, gençlere, insanlara yaptığını anlatıyor “Sarsıntı”nın adasında. Çocukların nasıl ruhsal ve bedensel bir kıyımdan geçirildiğini ve cinnetin caniliğin sınırlarında nasıl dolaştığından bahsediyor. Bir yerden sonra bir katil aranıyor. Yakınlara bakılıyor, birileri sanılıyor ama uzunca bir süre bir netlik kazanmıyor. Devletin sağlayamadığı adaleti bir başkası sağlamayı kendisine görev biliyor. Bu devirde ne gelirse aslına bakarsanız en çok çocukların başına geliyor.

Sarsıntı, Barış İnce, 120 syf., Can Yayınları, 2018.

Romanın ana karakteri olan Levent şehirde yaşayan bir beyaz yakalı. Aynı zamanda bir mağdur. Mağduriyetine başkaları sebep olsa da kendisi de kendisini mağdur etmeye teşne bir halde yaşıyor. Levent şehirde yaptığı işi bırakıp isimsiz adada bir meyhanenin işletmesini alıyor. İnsanları dinliyor, gözlemliyor, duruyor ve her şeyden, herkesten şüphe ediyor. Bu şüphe sinsi sinsi onun içini kemiriyor. Arkadaşlarından Filiz’in getirip ortaya koyduğu günlüğü ile mahremiyeti kalmıyor, her şey herkes tarafından didikleniyor ama kimse dönüp kendisine bakmaya tenezzül etmiyor.

Üç ayrı mesel romanın içindeki sarmala dâhil oluyor. Barış İnce, gazeteciliğin de vermiş olduğu bilgi ve birikim ile aslında bildiğimiz ama pek hatırlamadığımız şöyle bir aklımıza gelenleri arama motorlarından birine yazdığımızda önümüze dökülecek bir tarikat ve ada meselesinden bahsediyor "Sarsıntı"da. Ülkenin devlet ve asker eliyle geçirdiği bir depremin ardından ceplerini dolduranlar ve ortadan kaybolanlar/kaybedilenler hayat boyu bitmeyecek bir yasla, bir arayışla anlatılıyor.

120 sayfalık bir roman olabilir “Sarsıntı” ama okurun aklında bıraktıkları '120 sayfa'dan çok daha fazla. İnsan ne ile yaşar, geride ne bırakır, neyin peşine düşer, korunması gereken geçmiş ve gelecek nedir, biz ömrümüz boyunca neyi arar dururuz, yalanlar hayatımızın yolunu nasıl değiştirir, bir aşk kaç ömre bedel olur, en yakınlarımız dediklerimiz bizi ne kadar anlamaz ne kadar görmez, bir devlet kendi kimliğini taşıyan insanlara neler eder, o insanların çocuk olup olmadıklarını nasıl göz önünde bulundurmaz, uğranan bir istismar bir ömür nasıl bir yaradır, adaleti hukuk sağlamazsa insan kendi yüküyle nasıl yaşar...Bütün bu sorular Barış İnce’nin yarattığı “Sarsıntı” sarmalının içinden çıkıyor.

Gerçek hikayeden alınmadığı iddia edilen pek çok hikaye aslına bakarsanız tüyler ürpertecek kadar gerçektir. İnsan bazen yeryüzünde sadece bir kişinin onu anlamasını beklerken ölüp gider. Sonrası rakı masalarındaki günlükler, anlam arayışları, yarım kalan ya da yarım yamalak yaşanmış aşkların üstüne tutulan yaslar...