Yusuf Demirkol: Tiyatro her koşulda nefes alabiliyor

Yusuf Demirkol ile tiyatro üzerine, hayat üzerine, bellek üzerine konuştuk. ’Hafızasını Kaybeden Müzeden Bir Traktöre Mektuplar’ sezon boyunca Garajistanbul'da...

Abone ol

‘’Hafızasını Kaybeden Müzeden Bir Traktöre Mektuplar’’ oyununun yönetmeni Yusuf Demirkol ile buluştuk. Metnin yazarı Ferdi Çetin ile 2012 yılında ‘’Ba-‘’ tiyatroyu kuran Demirkol’un yönettiği oyunda, ödüllü oyuncu Nilay Erdönmez oynuyor. Yusuf Demirkol ile tiyatro üzerine, hayat üzerine, bellek üzerine konuştuk.

Ödeneksiz tiyatro yapmanın zorlukları nelerdir?

.

Tiyatro yapmak her koşulda aynı zorluktadır aslında, ödeneksiz olunca zorlukları daha çabuk fark ediyorsunuz.

Alternatif tiyatro yapan bir yönetmen olarak gelecekle ilgili kaygılarınız nelerdir?

Pek kaygım yok, tiyatro her koşulda nefes alabiliyor. İstanbul’da sergilenen oyun sayısı her geçen gün artarken, seyirci sayısı da artış göstermekte… Seyircinin ilgisinin alternatif tiyatroya doğru kaymasının nesnel sebepleri nelerdir?

Seyircinin de hikâyesinin, yaşamının zamanla çeşitlenmesi sebep olmuş olabilir. Herkes "alternatif" yaşamların peşinde koşmaya ya da daha fazla "ötekileştirilmeye" başlamıştır belki de.

'KLASİK BİR SAHNE METNİ BULUNMUYOR'

‘’Hafızasını Kaybeden Müzeden Bir Traktöre Mektuplar’’ neyi anlatıyor? Neden bu metni tercih ettiniz?

"Hafızasını Kaybeden Müzeden Bir Traktöre Mektuplar"ın ardında klasik anlamda yazılmış bir sahne metni bulunmuyor. Yazarımız sadece oyunda kullanılan sözleri (mektupları) kaleme aldı. Sahnenin görsel dilini ve eylemlerini konsept başlığı altında belirliyoruz. Bir nevi klasik tiyatronun parantez içleri bizde konsepte denk düşüyor. Dolayısıyla tercih ettiğim bir metinden çok birlikte üzerine düşündüğümüz birkaç kavram (yas, kayıp, bellek, mülkiyet) ve mektupların içine gizlediğimiz küçük öyküler var.

Oyunda, dekor olarak kullanılan yapı müze olarak temsil edilirken oyuncuyu kapalı bir mekâna hapsediyor. Durumun tersini düşünmek de mümkün mü? Yani seyirciyi dışarıya hapsetmek gibi…

Seyirciyi hapsetmekten çok, dâhil etmemek diyebiliriz. Hikâyeyi ve hikâye anlatıcısını, hikâyesiyle birlikte erişilmez, dokunulmaz bir fanusa koymak. Müzede dokunamadığımız bir Mona Lisa portresi gibi.

Oyunun asıl meselesi ‘’bellek’’ kavramını tartışmak gibi geliyor bana. Mektuplar, kasetler, fotoğraflar… Sizin için ‘’bellek’’ kavramının kültürel, sosyal, siyasal çıkış noktaları nelerdir?

'Bellek' kavramını tartışmak yerine seyircinin belleğini zorlamak daha çekici geliyor bana. Bir kelimenin, bir duruşun, bir imgenin, bir kolun istemsiz savruluşunun, bir harfin, bir kaset kaydının (bu kayda ait cızırtılı sesin) seyircinin belleğinde birleştirebileceği parçaları düşünmek, hayal etmek... Kişisel olandan yola çıkabilmek.

‘’Hafızasını Kaybeden Müzeden Bir Traktöre Mektuplar’’ oyununu bir kategoriye koymak gerekirse ‘’deneysel tiyatro’’ diyebiliriz sanırım. Ama oyunun ‘’enstalasyon’’a benzer bir yanı da var. Siz yönetmen olarak metni okuduğunuzda biçimsel olarak düşündüğünüz şey neydi? Bu biçim zamanla mı oluştu?

'Deneysel Tiyatro' bir beden büyük bir tabir olur oyun için. Bir defa denenecek bir şeylerin olduğuna/kaldığına dair saf bir inancınızın olması gerekiyor. Söylenecek her söz söylenebilecek her şekilde yeterince söylenmiş zaten. Deneysel olmaktan çok şiirsel olmanın peşinde oyunumuz ve bunun oyun olduğunun altını çizerek. 'Enstalasyon' güzel bir benzetme olmuş, bu kelime dekorun kendi başına, herhangi bir başka öğeye yaslanmadan ayakta durabildiğini söylüyor. Aynı durum oyuncu, metin (mektuplar) ve sahne eylemleri için de geçerli. Hepsi kendi başına, birbirlerine egemenlik kurmadan var olabilecek mesafedeler. Kısaca biçim de metin de oyun da 'olabildiğince' aynı anda ve kendi başlarına oluştu. Buna oyuncu da dâhil.

Nerede, hangi günlerde oynuyorsunuz?

Sezon boyunca sadece Garajistanbul'da, gönlümüzden geçen bazı salı günleri oynuyoruz.