Yunanistan’da ekonomik kriz ve mülteci sorunu: 'Solun büyük bir bölümü faşizm tehlikesini ciddiye almıyor'

Kapitalizmin ekonomik kriz dönemlerinde göçmenlere yönelik düşmanca yaklaşımın körüklenişi bugüne ya da belli bir ülkeye has bir tavır değil. Peki, bu zaman dilimlerinde solun tutumu ne yönde oluyor?

Abone ol

DUVAR - Komşu Yunanistan, göç rotasındaki en kilit ülkelerden bir tanesi. Üstelik 2000’li yılların sonundan bu yana şiddetli bir ekonomik krizle karşı karşıya. Tüm bu sürede Yunanistan’da krizin faturasını ‘göçmenlere’ kesmeye çalışan aşırı sağ-nazi grupların yabancı düşmanı söylemle sahne alışı, konuyu ülkedeki solun en büyük gündemlerinden biri haline getirdi. 

Artan şovenist dalgayı, ekonomik krizlerin yabancı düşmanlığı ile ilişkisini ve solun göçmen-yerli işçi mücadelesini ortaklaştırma çabalarını Komünist Kurtuluş İçin Yeni Sol Akım’ın (NAR) Göçmen Komitesi üyeleri Pavlos Antonopoulos ve Kiki Menou ile konuştuk.

Geride bıraktığımız on yılda, daha iyi bir hayata ulaşmaya çalışırken Ege Denizi’nde hayatını kaybeden binlerce göçmene tanıklık ettik. Marksist bir perspektifle siz bu hadiseyi nasıl yorumluyorsunuz? Partinizin göç ve göçmenlere dair tutumu nedir?  

Son on yılda kapitalist sistem en derin yapısal ekonomik krizlerinden birini yaşadı. Bu da işsizliğin artışına, emek ilişkilerine darbeye, ücret kesintilerine ve demokratik hakların kısıtlanışına neden oldu. Doğrudan bir sonucu olarak ayaklanmalar, baskılar ve yerel savaşların patlamasıyla birlikte (Suriye, Irak, Libya, Mısır, vb …) sınıf mücadelesi yoğunlaştı. Bu durumun yarattığı nihai sonuç ise milyonlarca insanın, öncelikle savaştan kaçmak, ikincil olaraksa ekonomik olarak hayatta kalamadıkları için göç yollarına düşmek zorunda kalmasıdır. 

Marksist bir bakış açısından bakarsak, tüm bu insanlar kendi ülkelerinde kalmalı ve kapitalizmin yıkılması için savaşmalıdır. Ancak bu görüşte, işçi ve halk hareketi varlığının ön kabulü vardır -ki çoğu durumda mevcut değildir. Böylelikle hareket halindeki kitleler, yerel burjuvazi tarafından ‘siyah’ emek dahilinde sömürülür, dolayısıyla ücretler aşağıya çekilir ve yerel işçilerin de sömürüsü tırmanışa geçer. 

Kiki Menou

Buna bağlı olarak, gerek savaş gerekse ekonomik kriz nedeniyle göçenlerle dayanışma içerisindeyiz, ilkeli ve enternasyonalist bir bakış açısıyla… Ama aynı zamanda savaşları sona erdirmek ve savaşları doğuran sömürücü sistemi alaşağı etmek için mücadele ediyoruz. Göçmenlerin de toplumsal ve siyasi hayatın her alanına entegrasyonu için mücadele ediyoruz, yerel halk ve göçmenler için aynı şekilde. Avrupa Birliği ve hükümetleri kapalı sınırlar, geri göndermeler, ülke içi toplama kampları, hareket ve sığınma-koruma talep etme hakkı sınırlamaları ile ‘Avrupa Kalesi’ planlarını gerçekleştirmeye çalışıyor. Biz buna karşı çıkıyoruz: Yalnızca yerel halk ile göçmenlerin sürekli olarak gelişen siyasi ve emek hareketinin varlığı ile tüm sınıfın haklarında gerçek anlamda değişiklik getirebileceğini düşünüyoruz. 

‘SOLUN BİR BÖLÜMÜ FAŞİZM TEHLİKESİNİ CİDDİYE ALMIYOR’

Göç ve ekonomik kriz bir araya geldiğinde ‘aşırı sağ’ ya da ‘nazi’ diyebileceğimiz grupların göçmenleri daha fazla hedef aldıklarına tanık oluyoruz. Yunanistan’da da böylesi bir sürecin yaşandığını düşünecek olursak böylesi grupların neden ekonomik kriz anlarında daha fazla ses çıkartıp insanlara seslenme şansı bulduklarını söyleyebiliriz? Ekonomik kriz ile yabancı düşmanlığı arasındaki ilişki sizce nedir? 

Az önce de bahsettiğimiz gibi ekonomik kriz nesnel olarak halk için işsizlik, ücretlerin düşürülmesi, refah devletinden geri adım atılması ve baskının yoğunlaşması gibi büyük sorunlar yaratıyor. Bu sorunlar siyasi sistemi istikrarsızlaştırırken burjuva partilere olan güveni sarsmaktadır. 

Aşırı sağ ya da nazi örgütlenmelerse işsizliğin artışından, refah devletinin (sağlık, eğitim, vb…) geri plana atılmasından ‘devletin göçmenlere fazla para harcadığı’ bahanesiyle göçmenleri sorumlu tutuyor. Tabii bunu yaparken onların farklı dini inançlarını ve farklı kültürlerini kullanıyor. Medya da aynı doğrultuda önemli bir rol oynamaktadır. 

Aşırı sağın yükselmesinin bir diğer nedeni ise faşizm tehlikesinin solun bir kesimi tarafından hafife alınması ve faşistleri ezmek için yetersiz müdahalede bulunulmasıdır. 

Türkiye ve Yunanistan’ın göç politikasını değerlendirirken hesaba katmamız gereken en önemli siyasi aktörlerden biri Avrupa Birliği. AB’nin göç politikasına dair genel bir yorumda bulundunuz ancak biraz daha açabilir misiniz acaba?

AB ülkelerinin büyük bir kısmı aynı zamanda NATO üyesi. Bu nedenle dünyanın dört bir yanındaki savaşların sorumlusu Avrupa’daki emperyalist ülkelerin agresif mekanizması olduğu için, sorunun anahtarı da budur. Savaş göçü tetikleyen ana neden ama tek değil. İkincil neden insanların köklerinden kopmasıyla sonuçlanan, ülkelerin ekonomik anlamda tükenişidir. Bunun yapansa AB içinde korunan ve faaliyet gösteren tekelci holdinglerdir. Elbette bahsettiğimiz ülkelere hegemonik ülke olan ABD de dahildir. 

Özellikle göçmen yönetimi alanında, AB merkezi bir siyasi role ve ana sorumluluğa sahiptir. Avrupa’ya geçmeye çalışan göçmen ölümleri açısından her an en çok kurbanın verildiği Kuzey Akdeniz’deki caydırma, yabancı düşmanlığı ve çevreleme gibi kilit önemdeki politikaların ‘tasarımcısı’ AB’dir. Ege Denizi’nin her iki yanındaki hükümetlerin de mülteci akışını araçsallaştırıp AB politikalarını izlediğine tanıklık ediyoruz. Bu araçsallaştırma, Mart 2020’de olduğu gibi sınırda zulmedilen insanların soğukkanlılıkla öldürülmesine kadar varabiliyor.

‘YASAL BURJUVA CEPHANELİĞİ’

Peki bu araçsallaştırma Yunanistan’da nasıl vücut buluyor? Frontex’in (Avrupa Birliği Sınır Güvenliği Birimi) Yunanistan özelinde nasıl bir etkisi söz konusu?

AB, düzenekleri vasıtasıyla, Yunanistan’daki ekonomik kalkınmanın çerçevesini belirler. Ekonominin yanı sıra devletin tüm mekanizmalarını da kendi hakimiyeti altına alır. AB-Türkiye-Yunanistan anlaşması ülkeyi binlerce mülteci için bir toplama kampına çevirerek diğer Avrupa ülkelerine gitmelerini yasakladı. Frontex'in yardımıyla, göçmenlerin ülkeye girişi engelleniyor ve yasadışı geri itme politikası birçoğunun ölümüne yol açılıyor. Bu rol ve çeşitli 'kirli' nedeniyle, Frontex yetkilisi yakın zamanda suçlandı ve görevden alındı.

Pavlos Antonopoulos

Frontex ve Yunan makamları, göçmenleri ‘istilacı’ olarak nitelendirdi ve ülkeye girmelerini engellemek için her yolu kullanıyorlar. İşin en ‘kirli’ kısmını Frontex yapıyor. Ülkeye bir şekilde girmeyi başaran göçmenler, korunmayı, sığınmayı, çalışmayı, eğitimi, barınmayı ve birlikte uyum içinde yaşamayı engelleyen bir yasal burjuva cephaneliği ile karşılanıyor: Farklı bir dinin yoksullarına karşı faşist refleksler keskinleştiriliyor ve göçmenlere yönelik devlet baskısı arttırılıyor.

‘EN ÖNEMLİSİ FAŞİSTLERİ EZMEKTİR’

Hal böyle olunca Yunanistan’da yerli işçi sınıfıyla göçmen işçi sınıfın mücadelesini ortaklaştırma zemini olduğunu düşünüyor musunuz? Eğer düşünüyorsanız sizce bu ortaklaşmaya nasıl ulaşılabilir?

Bu aynı anda hem bir dilek hem de bir amaç. İlk adım göçmenlerin yasallaşması ve barınma, çalışma izni, ücretsiz eğitime ulaşım gibi gerçek anlamda insanca bir yaşam şartlarının sağlanması için yönetenleri zorlamaktır. Bu onların kati sömürüsünü durduracak ve yerel halkla eşit şartlarda çalışıp yaşamasına izin verecektir. 

İkinci adım, AB'yi sınırları açmaya ve göçmenlerin serbest dolaşımına izin vermeye zorlamaktır. Üçüncü adım sendikaların kapılarını göçmenlere açması ve üye olarak kabul edilmelerinin sağlanmasıdır. Dördüncüsü ve en önemlisi, göçmenlere karşı nefreti körükleyen faşistleri ezmektir.

Bu doğrultuda NAR’ın -ya da daha geniş bir ifadeyle Yunanistan solunun- herhangi bir çalışması, girişimi oldu mu? 

Ülkemize 2015 yılında göçmenlerin kitlesel girişi başlar başlamaz NAR, tüm sendikalara seslendi ve derhal göçmenlerle dayanışmayı kendisine görev edinen bir koordinasyon (SYPROME – sendikalar, öğrenci birlikleri ve göçmenler için kolektiflerin koordinasyonu) kuruldu. Nüfusun büyük bir kısmı bu çabaya dahil oldu ve her şekliyle yardım etmeye çalıştı. Bir milyondan fazla mülteci bu şekilde diğer Avrupa ülkelerine geçmeyi başardı. Koordinasyon daha ufak güçlerin de katılımıyla göçmenlerle birlikte mitingler ve toplantılar organize ederek katkıda bulundu. Diğer siyasi örgütler ve kolektifler de bu çabaya katıldı.

Ne yazık ki, 2016'daki korkunç AB-Yunanistan-Türkiye anlaşmasından sonra yerel halkın ve göçmenlerin direnişi gitgide azalıyor. Oldukça hayati bir yol ayrımındayız: Irkçılık karşıtı ve mülteci yanlısı akımı tekrar inşa edebilecek siyasi araçların mevcut. Ancak toplama kamplarında mültecilerin izole edilmesi ve Yeni Demokrasi hükümeti tarafından işçi sınıfına yönelik devam eden saldırılar, göçmenlerle yerlilerin bir araya geleceği çerçevenin yaratılmasına imkan vermiyor. Önümüzdeki dönemin en önemli unsuru bu çerçeve olmasına rağmen. 

Yunanistan solu içerisindeki genel yaklaşımdan söz etmek gerekirse göçmenlik konusunda farklı tavır alışlar söz konusu oldu mu, yoksa genel tutum benzer miydi? ‘Sol’ olarak görülen bazı siyasi parti ya da örgütlerin daha milliyetçi bir duruş sergilemesine tanık oldunuz mu?

Göç ve göçmen meselesi konusunda tüm siyasi örgütler aynı duruşa sahiptir. Bugüne kadar hem hükümet kısıtlamalarına karşı hem de göçmenlerle dayanışmak için pek çok ortak protesto mitingi düzenledik. Aşırı sağ, hükümet ve Yeni Demokrasi milliyetçi bir duruşu benimsiyor. Eski SYRIZA hükümeti Avrupa seviyesindeki dayanışma açıklamalarına rağmen aslında göçmenlerin ve yerlilerin haklarına (AB-Türkiye anlaşmasıyla birlikte) mezar taşı yerleştirdi.  

Yani sokak seviyesinde, burjuva hükümetlere ve devlete karşı tüm farklı duruşlara ve yaklaşımlara rağmen göçmenler için kolektiflerle birlikte, sokağın içerisinde yer alıyoruz. Ama şunu netleştirmeye çalışıyoruz: Göçmenlerin ve göçün sorunlarını bir bütün olarak AB mekanizmaları aracılığıyla gerçekten yönetebileceğine inanan solun herhangi bir gücü, yalnızca derinden yanılmakla kalmaz; aynı zamanda Yunanistan’daki yerli ve göçmen işçi sınıfının çıkarları için de tehlike oluşturur.