Yediler Teknesi: Pandora'nın Kutusu

Abdullah Aren Çelik’in romanı 'Yediler Teknesi' yayımlandı. Kitap, gerçeği masala çeviren yalın anlatımıyla, karakterlerdeki gizli ve açık kederleri ustalıkla birbirine iliştiren katmanlı bir roman.

Abone ol

Hüseyin Bul

'Yediler Teknesi', Abdullah Aren Çelik’in 'Kandan Adam'dan sonraki yeni romanı. Çelik, burada da 'Kandan Adam' romanında olduğu gibi geçmişin peşine düşüyor. İnsanların geçmişteki günahlarını temize çekmek, vicdan denilen tanrısal terazisini dengede tutmak veya dengeye getirmek için kendini var eden artı-eksi kutup başlarında dolaşan ruhunu bir nebze de olsa yatıştırmak için zaman ve mekân üzerindeki müdahalelerini konu ediniyor. Müslümanların Şafii mezhebine göre bir cenazenin defin edilebilmesi için en az yedi kişinin olması gerekliliğinden yola çıkan yazar, romanı da bu izlekte oluşturuyor.

Marangoz Eyüp, çevresinde sevilen sayılan biridir. Uzun süredir bu işi yapmamasının iki sebebi vardır; yaşı ve marangozhanesinin dibindeki nehirden insanları parayla karşıya geçirmesi. Ülkesinden kaçanlar, daha iyi bir yaşam hayali kuranlar ve en çok da ‘büyük savaştan’ kaçan göçmenlerdir müşterileri.

PANDORANIN KUTUSU

Romanın omurgasını ne kadar on bölüm altındaki üçüncü kişi anlatımları oluşturuyor gibi görünse de, yedi günden oluşan günlükler ve romana katılan karakterlerin ben anlatıcıyla oluşturdukları her biri diğerinden ‘kederli’ hikâyeleri mevcut. Marangoz Eyüp, Siderya’daki birçok kişi gibi oğlunu arayan bir babadır. Bir gün ziyaretine gelenler ellerine bir kutu tutuşturup kapılarının önüne de oğlunun ayakkabılarını koyarlar. Bunun anlamı bellidir. Ama kutunun içinde ne olduğunu yazar okuyucuya karşı ketum davranarak uzun süre saklar. Pandora'nın Kutusu simgesi okuyucuya belletilirken, ortaya saçılacak geçmişe dair günahlar konusunda da ‘günahlarınızla yüzleşmeye hazır olun’ mesajı vermeyi ihmal etmiyor.

Siderya’da sıkıyönetim adı altında sokağa çıkma yasaklarıyla insanların hayatlarına müdahale edilip kısıtlamalarla açık ceza evini andıran bir düzen hüküm sürmektedir. Bunun müellifi Siderya’nın orta yerine kocaman bir göz gibi dikilen kuledir. Kulenin işgal kuvvetlerini temsil etmesinin en büyük göstergesi yerli halkın kule kuvvetlerinden başka bir dilde konuşmasıdır. Sokak ortasında her gün gençler infaz edilerek halkın üzerine korku salınmaktadır. Bu korku ikliminde marangoz Eyüp kendisi dâhil altı kişiden oluşan mürettebatla ölen insanların kemiklerinden inşa edilmiş bir kayıkla Arın Nehri'ni geçip ölenlerin ruhlarını araftan kurtarmayı planlar. Bunun için yedi kişiye ihtiyaç vardır ve buna rağmen yolculuğa çıkmaya karar verir, çünkü çektiği azaptan bir an önce kurtulmanın yolunun bu olduğunu düşünür. Altı kişi olmaları yetmiyormuş gibi tipiyle, fırtınayla boyları on metreyi aşan dalgaların altında, kızgın Arın Nehri'nin ortasında onları bekleyen başka bir sürpriz daha vardır.

BÜYÜLÜ GERÇEKÇİLİK

Okuyucuyu zamanın ve mekânın dışına çeken, kullandığı dilin büyüsel etkisi romanın tamamına sirayet etmiş. Masalsı formu gerçek kılan, gerçeği masala çeviren telaşsız yalın anlatımıyla karakterlerdeki gizli ve açık kederleri ustalıkla birbirine iliştiren katmanlı bir roman 'Yediler Teknesi'. Birçok göndermesi olan, okuyucunun belleğinde simgeleşen tarihsel olayları adeta Nuh’un Gemisi’nin kamarasında yeniden yaratırken sorular soran, derin analizleri olan bir roman.

Oğulları kaybolan derbeder babaların, kaybolan çocuklarının peşinden kendi karanlığında eriyip giden annelerin, aha iyi bir hayat umuduyla denizlerde boğulan göçmenlerin, ruhunu temizlemek için vicdanın sesine kulak kabartanların, dünyanın gözü önünde kara bakışlı, kara vicdanlı barbarların uygun adım yürüyüşlerinin, yağmalayışlarının ve umudun, ışığın, direncin ve müziğin, armonin, dostluğun, şefkatin ve doğanın insana seslenişinin, insanı koruyuşunun, uyarışının romanı…

TÜRKİYE HALKLARININ BELLEKSİZLİĞİ

Karanlıktan, cehennemden, bataklıktan kurtulmak için umut tacirlerine inanmaktan başka çareleri olmayan insanların, acılardan kaçarken birbirlerinin yaralarını sevgiyle sarmalarını lezzetli ve dokunaklı bir derinlikte/duyarlılıkta işleyen yazarın kahramanlarını sınırlardan geçirirken de, askerlerden saklarken de elinde tek bayrak vardır; kullandığı dil. Hiçbir gücün merkezine girmeden, etkisinden kalmadan yeni birçok merkezle oluşturur romanı. Önyargıların ortasında çaresiz kalan ‘ötekilere’ şefkatle mikrofon tutarak kalbi kuruyan karakterlerin olumlu yönde değişebileceğini göstererek düz karakterlere hayatın girdapları karşısında yardımda bulunur.

Adeta yedi günde Ortadoğu tarihini özetleyen, hatırlatan oldukça sert bir roman aynı zamanda 'Yediler Teknesi'. Arzuhalcinin unutkanlığıyla Türkiye halklarına serzenişte bulunurken, adım başı sahipsiz mezarların olması karşısında, yazarından aydınına kör ve sağır taklidi yapan herkese yanı başınızda neredeyse 40 yıldır devam eden bir savaş var ve siz börtü böceğin peşindesiniz demeye getiriyor.