Reyya Advan

radvan@gazeteduvar.com.tr
TÜM YAZILARI
Sadece aptallar her şeyi bilir 24 Nisan’da Sermin Baysal Ata’nın sunduğu TRT Haber özel yayınında, korona virüsüne karşı, bağışıklık güçlendirme, demir eksikliği giderme hakkında konuşan bir uzman doktor vardı. Ata, doktora tam olarak şunu sordu: “Demir eksikliği konusunda demir, döküm malzemeler kullanmak; tencere tava faydalı olur mu?”
Ahmet Kural’ın beden dili ve yazılı şiddeti... “Ahmet Kural yalnız değildir!” diye bağıranlar var şimdi. Bence de yalnız değil. Bir sürü var ondan. Daha beterleri var. Çok daha beterleri var. Kadınlar konuştukça, azalacaklar tek tek. Egolar büyüdükçe, insanlar küçülüyor! Teknolojinin bu kadar ilerlediği, her şeyin gayet güzel ölçülebildiği dünyamızda, hâlâ “egoölçer” diye bir aletin icat edilmemiş olması, şaşkınlık ve üzüntü verici değil mi? Mesela herkeste bir egoölçer olsa, sürekli ölçüm yapsa... Belli bir ego seviyesinin üstüne çıkıldığı an, dit dit dit sinyaller duyulmaya başlasa... Sesler arttıkça artsa...
Enflasyon Canavarı geri döndü... Düşman geri gelmiş ama imaj değiştirmiş. Modern çağa ayak uydurmuş, o eskimiş ejderha-dinozor tipini değiştirmiş. Artık sloganı, logosu ve web sitesi var. Etiketleri, sticker’ları, posterleri bile var. Pantolon almak, insan olmak, yaşamak, ölmek... Bir baba, çocuğuna pantolon alamadığı için intihar etmez oysa. Umudu kalmadığı için intihar eder. Sıkışıp kaldığı, tünelin ucunda ışık görmediği için. Pantolon, İsmail Devrim’in çaresizlik bardağını taşıran son damla olabilir ancak. Söyledikleriniz, seçmenin anladığı kadar... Başkan olduktan ve (kendi deyimiyle) “muazzam” işler başardıktan sonra, ona oy verenler demiş ki: “Trump’ın zayıf yönlerinin farkındayız. Sözlerini tutmadığının da farkındayız. Hatalar yapması çok normal çünkü o da bir insan. Onun sayesinde, yıllardan beri ilk kez, bize değer verildiğini hissettik. Artık yok sayılmıyoruz, ezilmiyoruz. Bizi duyuyor ve anlıyor. Artık bizim dönemimiz başladı.” Kapitalizmin yanan ürünleri... Bir marka, dönüştürme, depolama, stoklama, saklama, nakliye gibi maliyetlerle başı hiç ağrımadan hisse değerini artırmış, reklamını yapmış, ona gözü kapalı bağlı müşterilerinin gözüne iyice girmiş, onlara tam da istediklerini vermiş, outlet’lere filan düşerek, değer de kaybetmemiş... 37,8 milyon dolarlık ürünü yansa, umurunda olur mu? Muharrem İnce, beden diliyle neler dedi? “Değerli basın mensupları...” diye başladığı an, bir şey oldu... Sanki, görünmez bir şırınga geldi ve İnce’nin bütün duygularını, mimiklerini, vurgularını, ifadesini hüp diye çekti. Hepsi yok oldu gitti. Bugüne kadar, konuşurken, hep kürsüyü ortalayan (sahiplenen) İnce, elleri titreyerek tuttuğu kâğıdı okurken, minik minik adımlarla hafiften yana kaydı. AK Parti üzerinde oynanan büyük oyun... Yıllardır “Yeni Türkiye” diye iletişim yapan bir parti, “Yeni Türkiye” diye vizyon açıklayan, konferanslarda konuşan bir Cumhurbaşkanı, “eski günlere özlem” filmi yapar mı? “Sevgili halkımız, bakın, bizden önceki dönemlerde her şey çok güzelmiş. Biz yokken çok daha mutluymuşsunuz.” der mi? Bir seçim kampanyasında, oy istediğiniz insanlara, bütün bunları hatırlatmanın ne manası olabilir? Seçim zamanlarında medyanın işi ve gücü... Kennedy ve Nixon’ın televizyon kapışması imajın, medyada görünmenin ve medya gücünü elde tutmanın önemini; medyanın seçimleri ve seçmenleri nasıl da etkilediğini gösteren ilk örnek olarak kabul ediliyor. İnce iletişim teknikleri CHP’de belki de ilk kez, bu kadar iyi hazırlanılmış ve bazı iletişim kurallarına dikkat edilmiş bir organizasyona şahit olduk. Hatta bundan sonra, her 4 Mayıs günü, CHP’de, “konuşurken beden dilinin kullanılmaya başlanması”nın yıldönümü olarak kabul edilebilir. Rakımız ve seviyemiz nerede? Rakılar kaldırılıyor, seviyeler indiriliyor, sebebi sorulmadan eleştiri yağmuru başlıyor, kavgalar ediliyor, enerjiler harcanıyor, nefretler kusuluyor, kapkara dumanlar tütüyor, zaman boşu boşuna akıp gidiyor. Hayat bitiyor. Taciz yok, samimiyet var! Herkes iş arama, iş bulma derdinde. Bunlar o kadar görüşmeye gidebilmişler, bu noktadan sonra, biraz gözlerini, kulaklarını kapatmaları lazım. Ama yok. Bir tanecik rezillik, minicik bir seviyesiz hareket ya da aşırı samimiyetli bir cümlecik duyunca, hop, hemen bir kızmalar, çekip gitmeler, hayata küsmeler filan. Olacak iş değil. Çocuk da susmasın, sen de susma! Çocuk susuyorsa, sorun bizdedir. Bugüne kadar, o çocuğa öğretilenlerdedir. Gösterilen tavırlarda, onu sevme biçimlerindedir. Sessiz, sakin, uyumlu olmaya yapılan övgülerdedir. “Aman ağzımızın tadı kaçmasın.” diyerek, tüm düğümleri yutmalardadır. Gözleri, kulakları kapatmalardadır. Sevgililer Günü, kalpler ve kaşarlar... Tamam, kutlayın. Bu yıl herkesten daha havalı bir kutlama yapın ama. Vıcık vıcık, samimiyetsiz, ezber kutlamalarla paranızı boşa harcayacağınıza, bağış yapsanız, çok daha aşklı, daha mutlu, daha sevgi dolu olmaz mısınız? Yalancı gerçekler ve gerçekçi yalanlar TripAdvisor’a göre, Londra’da 18 bin 190 restoran var ve burası birinci. Daha iyisi yok. Gidenler memnuniyet patlaması yaşadığını yazıyor, gidemeyenler çıldırıyor (116 kez arıyor) filan. Adeta bir muhteşemlik şelalesi. Bu restoranın tek kusuru var sadece... Güle güle Pollyanna! Her şey üst üste geliyorsa, buyursun gelsin. Dünyanın bütün yükleri birleşsin, sırayla sırtımıza binsin. Oh ne güzel, artık kaldıramayacak duruma gelelim. Kaldıramadıkça batalım, batalım, iyice batalım ve sonunda dibe vuralım. Dibe vuralım ki, mecburen yukarı çıkalım. (Nitekim, dipte çok fazla durulmuyor, insanın nefesi kesiliyor. Mutlaka yukarı çıkılıyor.) Çıkarız. Arif V 216, sadece Cem Yılmaz’ın filmi mi? Belki, filmin yönetmeni Kıvanç Baruönü hakkında uzun uzun konuşmak, sıkıcı bir iştir. Cem Yılmaz’a methiyeler düzmek daha eğlenceli olabilir. İnsanlar, bütün işi ona mal ederken, “Cem Yılmaz da bizi görecek mi?” diye düşünüyor olabilir. İyi olmaya çalışmak, kötülerin işidir! Hayattaki bütün kötülüklerin, “en iyi”ler yüzünden olduğunu anladığımız gün, her şey gerçekten iyi olacak. Bir insan kendini ne kadar iyi sanıyorsa, hayatımız o kadar kötülükle doluyor çünkü. 2018’e giriş testi Bu soruların herhangi birine (içinizden ya da dışınızdan, utanarak ya da göğsünüzü gere gere) “evet” dediyseniz, yeni yılınız kutlu olmasın. Olmayacak. 2018 yılı size sevgi, mutluluk, huzur, barış filan getirmeyecek. Haberiniz olsun. Hepsine “hayır” dediyseniz, yeni yılınız kutlu olsun. Bugünün büyüğü, yarının küçüğü... Bu kadar büyüklenenlerin, güvendiği başka büyükleri vardır belki. Belki açılan soruşturmalar, “fakirden yana” sonuçlanmayacaktır. Belki görevden alınanlar, başka bir yerin büyüğü olacaklardır yine. Bilemiyorum. Bildiğim şey, bu tarz olaylar paylaşıldıkça, tepkiler büyüdükçe, sesler çıktıkça, böyle güç zehirlenmesi yaşayanların durdurulma ve cezalandırılma ihtimalinin yükseldiği. Dilmen ile yeşil sahalardan, yeşil parkalara Acaba programdan sonra birileri Deniz Gezmiş’in, yeşil parkası olmadan da Deniz Gezmiş olduğunu anlattı mı ona? Kimi, kiminle yüceltmeye çalıştığını? Neden sağ kanattan da sol kanattan da kimseleri memnun edemediğini? Utanmıyor gönlümüzün efendisi! Son zamanlarda Reza, Ebru ve çeşitli siyasetçiler adına, fazlasıyla kullandığımız utanma hakkımızı, artık lütfen boşa harcamayalım. Rezillik hikayeleri bitmeyecek çünkü. Onlardan utanacağımıza, hep beraber önce kendimizden, sonra bütün dünyadan utanalım. Ankara’da, yer altında bir garip Serval kedisi... “Adrenalin tutkunlarının yeni adresi”ymiş burası. Bir AVM’nin yer altındaki katı. Elinizde alışveriş poşetleri, kafanızda “Akşama ne pişirsek?” düşüncesi, karşınızda da vahşi Serval kedisi. Ne macera ama! Toplumsal cinnet, gündüzleri nerelerde dolanıyor? 5 ay “evlilik”ten sonra, kızın bazı hal ve hareketleri hoşuna gitmediği için, “gıcık kapmış” ve “elinden bir kaza çıkmış”. Öyle... Aniden çıkıvermiş bu kaza ve kader kurbanı olarak, cezaevine düşmüş. Sunucu nedenini sorunca, “Kader işte.” diyor. “Hep cahillikten.” Melih Gökçek’le 8616 gün Ondan öğrendiklerimizin herhangi birinden sonra istifa etmedi, 8616 günde neler neler oldu, gitmedi. İstifa etmek aklına bile gelmezken, bir emir geldi, Melih Gökçek gitti. 23 yıl önceki Ankara’yı da beraberinde götürerek. Reklam mı, ırkçılık mı, hata mı? Yıllardır “Güzellik yüz şekli, vücut tipi, beden ölçüsü, etnik köken, ten rengiyle tanımlanamaz.” diye bağırıp duran, bütün marka stratejisini “gerçek güzellik” üzerine kuran hassas Dove’un, 200 yıl önceki gibi ırkçılık yapabileceğine nasıl oldu da hemen inanıldı? Neden bu kadar aşırı tepki gösterildi? Klişeleştirdiklerimizden misiniz? Tam birlik olacağız, birileri çıkıyor ve sabrımızı test etmeye çalışıyor. Türkiye üzerinde oyunlar oynuyorlar hep. Amerika’nın oyunları, Avrupa’nın oyunları, İsrail’in oyunları, Suriye’nin oyunları, Rusya’nın oyunları, Ali Cengiz oyunları, emperyalizm oyunları, ayak oyunları, savaş oyunları... İşte bunlar hep oyun! Farkındayız. Sosyal medya ışık söndürme timi Beş tane gencin konuştuğu, kısacık bir videoyla memleket gençliğinin durumunu analiz etmek, hızla genellemeler yapmak, dünyayı iyice karartmak ve çok üzülmek güzel. Kaynağını ya da gerçekliğini hiç sorgulamadan, zavallı bir videoyla “biz” ve “siz” olarak ikiye ayrılmak güzel... Halkla ilişkiler ve çoraplar Trudeau’nun, bu her taşın altından çıkan ideal insanlığına, devamlı gülümsemesine, minnoşluğuna inanan bir sürü insan var dünyada. Arkasında, bütün o “tesadüfler”ini haber yapan, aşırı duyarlı ve aşırı planlı hareketlerini daha da köpürten bir medya gücü var. Gül gibi geçinip gidiyorlar. Peki Trudeau’dan bize ne?