Vicdan sızısının içinden geçerken

Almodóvar’ın yeni filmi Julieta bu hafta vizyona girdi. Yönetmen filmde bir kadının iç yolculuğundan çıkanları yansıtıyor.

Abone ol

Yazar sevgilisi Lorenzo’yla Madrid’den Portekiz’e taşınmak üzereyken vazgeçen ellili yaşlarının başlarındaki Julieta, kızı Antia’nın geride bıraktığı vicdan azabıyla günlüğünde ona mektup yazıyor. Film geriye dönüyor. Julieta her şeyi iç sesiyle anlatıyor. Bu hikâyede büyük mutluluklar ve acılar var. 1949 yılında doğan İspanyol sinemasının büyük ustalarından Pedro Almodóvar, filmlerinde kamerasıyla kadınların ruhunun içinde dolaşmayı başarabilen ender yönetmenlerden. Bir erkeğin gözüyle karmaşık gibi gözüken kadınlara bu kadar yakından bakmak Almodóvar’a özgü bir şey olmalı. Bu filmde yansıyan kadınları anlamlandırabilmek kolay değildi. Almodóvar zor olanı başarabiliyor önceki filmlerindeki gibi. 2016 yapımı “Julieta”, trajedi yüklü melodram sinemasında yerini alıyor. Film, 1980’lerin ilk yarısından günümüze kadar geçen zamanı anlatıyordu. Aslında bu film, Julieta hakkında her şeydi. Film, 1931 doğumlu Kanadalı yazar Alice Munro'nun 2004'te yayımlanmış içinde üç hikâye olan "Runaway" adlı kitabından uyarlanmış.

TRENDE TRAJEDİDEN DOĞAN…

25 yaşında sarışın ve güzel maviler içindeki genç Julieta, gecenin derinliğinde yol alan trenin kompartımanında tek başına yolculuk yaparken, kompartımana yaşlı bir adam geliyor. Tek isteği bu güzel kadınla konuşabilmekti. Rahatsız olan Julieta dışarı çıkıyor ve doğrudan yemek vagonuna gidiyor. Orada hayatının aşkıyla tanışmadan önce karlar üzerinde koşan erkek geyiği görüyor. Ona göre dişi geyikleri kovalıyor erkek geyik. Tanıştığı Xoan, dört teknesi olan bir balıkçı. Galiçya bölgesinde La Coruña’ya bağlı muhteşem balıkçı kasabası Ares’te yaşıyor. Bu bölge, Atlas (Atlantik) Okyanusu’yla buluşan bir yer. Portekiz sınırında. Xoan’ın karısı da yatalak hastaymış. Bir şey oluyor ve tren aniden duruyor. Biri trenden atlamış. Atlayan, Julieta’nın kompartımanına gelen yaşlı adam. Julieta, o adamla birkaç kelime konuşabilseydi onun intihar düşüncesini dağıtabilir miydi? Sarsıntı yaşayan Julieta, kompartımanda Xoan’la ihtirasa bulanmış sevişmeyle sevişiyor. Sanki böyle bir sevişme bir daha yaşanmayacakmış gibi. Onlar sevişirken, camdan yansımaları da gerçeküstücü perdeye düşüyordu.

AŞK VE TRAJEDİ

Madrid’e dönen Julieta, aylar sonra Xoan’dan mektup alınca hemen Ares’e gidiyor. Xoan’ın hizmetçisi cenazenin kalktığını söylüyor. Orada kalan Julieta kaderini de belirliyor. Xoan’la evlenen Julieta, Antia adında bir kız bebek dünyaya getiriyor. Orada, Xoan’ın arkadaşı heykeltıraş Ava’yla da arkadaş oluyor. Bebeği iki yaşındayken kendi ailesini de ziyaret ediyor Julieta. Ailesi, Endülüs bölgesindeki Sevilla’ya, yani Sevil’e bağlı Mairena del Alcor kasabasında yaşıyor. Julieta’nın annesi yatalak hasta. Julieta, babası Samuel’in, Arap göçmen Sanaa’yla ilişkide olduğunu öğreniyor. Ares’e dönen Julieta, Xoan’la büyük aşkını yaşamayı sürdürüyor mutlulukla. Xoan, koluna ikisinin baş harflerini dövme yaptırarak ölümsüzleştirmiş. Dövme kırmızılar içinde. Zaman geçiyor, Anita büyüyor ve trajediler düşmeye başlıyor hayatlara. Xoan’la Ava’nın ilişkisini hizmetçiden öğrenen Julieta, tartışmanın hayatlarını tümden değiştireceğini bilmiyor. Bundan sonra olacaklara sinema perdesinde dokunmak gerek. Gerçekten bu trajedi, Yunan tragedyalarının kıyılarında dolaşıyor. Julieta da, okulda Eski Yunan kültürünü anlatıyordu öğrencilerine.

BİR İÇ YOLCULUK...

Filmde Beatriz de önemli. Antia’nın çocukken yaz kampında arkadaş olduğu Beatriz’le Antia’nın dostluğu gözleri yaşartıyor. Ama her şey göründüğü gibi miydi? Şimdilerde moda dergisinde editörlük yapan Beatriz, Madrid sokaklarında Julieta’yla karşılaşmasaydı yarası kabuk bağlamış Julieta’nın yarası yeniden kanar mıydı? Belki de o iç yolculuk bu kadar derin olmayacaktı. Çocukları olmuş ve şimdi İsviçre’de yaşayan kızının kendinden neden uzaklaştığını da keşfediyor Julieta. Sarsıntılar içindeki hayatında karşısına yazar Lorenzo çıkmasaydı katlanabilir miydi? Lorenzo’yla hastanede göz göze geliyorlar. Lorenzo, ölüm döşeğindeki Ava’nın dostu. Lorenzo’yla yeni hayat başlayabilir miydi? Başlayabilirdi.

Büyük Almodóvar, Julieta’nın iç yolculuğuyla İspanya’nın sosyolojisine de dokunuyor hafifçe. Onlarca yıl askeri faşizmle yaşamış bu güzel ülkede insanlar nasıl bir travma yaşıyordu. Toplum içine dönük ve nerdeyse kapalı bir toplum gibiydi. Baskılar altında kalan toplumlar ürkek ve çekingen oluyordu. Almodóvar’ın bu filmindeki hikâye Fransa’da geçseydi bu kadar trajik olmayabilirdi belki. Ama bizim ülkemizde geçseydi yaklaşık olarak böyle bir şey ortaya çıkabilirdi.

Filmin görselliği de etkileyici. Almodóvar filmlerinde kamera çoğu zaman dingince karakterlerin peşine takılıp onları izliyor. Almodóvar filmlerinde renkler de önemli. Trendeki genç Julieta’nın maviler içindeydi. Sinema psikolojisinde bu karmaşayı çağrıştırıyordu. Julieta’nın Xoan ölümünden sonra kırmızıya tutulması da anlamlıydı. Kırmızı, cinselliği çağrıştırsa da trajediye de dokunuyor. Filmdeki müzikler de Julieta’nın ruhuyla buluşuyor.

Orijinal adı: Julieta

Yönetmen-Senaryo: Pedro Almodóvar

Hikâyeler: Alice Munro

Müzik: Alberto Iglesias

Görüntü: Jean-Claude Larrieu

Oyuncular: Emma Suárez (Julieta), Adriana Ugarte (Genç Julieta), Pricilla Delgado (Antia), Daniel Grao (Xoan), Blanca Parés (Genç Antia), Rossy de Palma (Marian), Michelle Jenner (Beatriz), Inma Cuesta (Ava), Darío Grandinetti (Lorenzo), Pilar Castro (Claudia), Nathalie Poza (Juana), Susi Sánchez (Sara), Miriam Bachir (Sanaa), Tomas del Estal (Trendeki Adam), Joaquín Notario (Samuel)

Yapım: El Deseo (2016)