Verlain, Rimbaud, Kavafis: İz bırakan ‘yabancı’ şairler

Modern Türkçe şiiri etkilemiş ‘yabancı şairleri’ öncelikle kendi dillerinde “modern şiirin, modern dönem şiirinin” içinde olmalarını dikkate alarak, modern Türkçe şiirde “çeviri şiir turu” da diyebileceğimiz bir “göz atma” yazısı hazırladık. Bu yazıda Paul Verlain, Arthur Rimbaud ve Kostantinos Kavafis'i çevrilmiş şiirlerinden örneklerle açıklayacağız.

Abone ol

Önceki yazımızda, “turumuz” süresince değineceğimiz şairler arasında olmalarına karşın Paul Valery (1871) ve Jacques Prévert’in (1900) adı yer almamıştır. Bu “eksik” için özür diliyoruz. Prévert’in, Garip şiirine ve düşüncesine kaynaklık ettiğini; Orhan Veli, Melih Cevdet Anday, Oktay Rifat üçlüsünün bu dönem şiirlerinde yoğun etkisinin görüldüğünü belirtelim. Paul Valery’nin de Fransa’da gelişen modern şiirin öncüleri arasında yer alan ve dünya şiirini olduğu gibi modern Türkçe şiiri de etkileyen şairler arasında olduğunu ekleyelim.

Modern Türkçe şiirin çeviri kanadında iz sürerken dikkatten kaçmaması gereken önemli bir yapılanmanın da anılması gerekir. Hasan Âli Yücel, Milli Eğitim Bakanlığı’na getirildikten sonra 28 Şubat 1940 tarihinde Tercüme Bürosu’nu kurar ve çeviri seferberliği ilan eder. 1945’te de Tercüme Dergisi yayın yaşamına başlar. Çeviriyle ilgili bu iki büyük kurumsal girişim kısa sürede kültür ve sanat alanında etkisini gösterir. Özellikle Almanca ve Fransızca başta olmak üzere yabancı dillerden yapıtları çevrilen isimler arasında modern şiirin öncüsü şairler de yer alır. Şiir kamuoyu büyük ölçüde modern şiirin öncülerini yapıtlarıyla birlikte böylece tanımaya başlar. Yazımızın bu bölümünde değineceğimiz ilk şair yine Fransa’dan; Paul Verlaine (1844).

Modern Türkçe şiiri etkileyen ve unutulmaz biçimde iz bırakan şairler arasında Fransalı şairlerin sayısının çok oluşu dikkat çekiyor. Bunu, büyük ölçüde Osmanlı döneminde kapitülasyonlarla başlayan ve Cumhuriyet'in ilanından sonra da ellili yıllara kadar süren Fransa’nın siyasal ve kültürel hegemonyasıyla ilgili bir sonuç olduğu şeklinde değerlendirmek mümkün.

Söz konusu ettiğimiz Fransız şairlerin, yapıtlarıyla olduğu kadar şiir üzerine düşünce ve görüşleriyle de modern şiirin oluşumunda, gelişmesinde etkisi olmuştur. Ellili yıllardan itibaren, Amerika’yla yapılan işbirliğinin de etkisiyle olsa gerek modern Türkçe şiirde Anglosakson şiirin rüzgârı esmeye başlar. Bu şiir anlayışının öne çıkan şairlerinden çeviriler artar. Bu dönemden itibaren modern Türkçe şiirde, Fransızca üzerinden gelen şiir ve şiir düşüncesinin etkisi gerilemeye, Anglosakson şiir anlayışının daha baskın duruma gelmeye başladığını görürüz. İkinci Yeni şiirinde de Anglosakson şiirin izleri açıkça sürülebilir.

Paul Verlaine

PAUL VERLAİNE

Paul Verlaine, doğduğunda ülkesi Fransa, adeta modernleşme ateşinin üstünde kaynayan bir kazan durumundadır. Şair çok erken yaşta Baudelaire’in Kötülük Çiçekleri'ni okur ve etkilenir. Aslında bu etkilenme ve sonrası süreçte gelişen durumu, “genç şairin kendisine bir baba bulmuş olduğu” biçiminde de dile getirebiliriz. Genç şair için onu aşmak üzere etkileşime gireceği, tartışacağı, edebi anlamda kavga edeceği bir “baba” bulması ya da keşfetmesi önemlidir.

Bir yandan savaşlar, bir yandan siyasal, yönetsel, bir yandan ekonomik ve kültürel krizin dorukta olduğu on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısının Fransa'sında Verlaine, özetle söylersek yaşayabileceğini yaşamış ve yazabileceği şiiri yazmış bir şairdir diyebiliriz. “Dekadansın” hayatın her alanına deyim yerindeyse damgasının vurduğu bir dönemdir Verlaine’in şiirin sahnesinde yer aldığı yıllar. O nedenle yalnızca bir grup yazar şairi ve sanatçıyı tanımlamaz. Bir grubu günah keçisi ilan eden dekadans suçlaması, toplumsal çoğunluğu, koşullarının daha iyi durumda olduğu yanılgısına inandırmak içindir. Dekadans siyasal ve toplumsal krizin sonucudur. Dekadans şair ve sanatçılar da öyle…

Şairin ilk kitabı 1866’da yayımlanır. Verlaine’in şiirinin en belirleyici özelliği müziğe verdiği önemdir. Şiiri adeta bir müzik yapıtı gibi düşünür. İkinci kitabı 1869’da çıkar. Verlaine şiiriyle olduğu kadar Arthur Rimbaud’la olan aşkı ve alkolik yaşantısı dolayısıyla da ünlenmiş bir şair olarak elli iki yaşında yaşamını yitirir. Ancak yaşamı boyunca şair olarak gördüğü desteğin şiirlerine olan beğeni nedeniyle gerçekleştiğini de söylemek mümkün. Şairin Türkçeye son olarak Erdoğan Alkan’ın çevirdiği kitaplarının bir araya getirildiği toplu şiirleri Varlık Yayınları tarafından yayımlanmıştır.

Verlaine şiirinin kesinlikten uzak, yer yer belirsiz ve kapalı, kolay yakalanamayan, esnek ve uçucu dili aslında sembolizmi içeren modern şiirin karakteristik özelliğidir. Keza değişik ölçüler kullanarak tekdüzeliğin bozulması, durakların kaldırılması, özgür dizenin ve serbest şiir biçeminin uygulanması da öyle. Paul Verlaine de modern Türkçe şiirin ilk dönemi diyeceğimiz süreçte şiirleriyle Türkçeye girmiş şairlerdendir. Şairin okuyacağımız “Geçmiş Ola” başlıklı şiiri Orhan Veli tarafından Türkçeye aktarılmıştır:

Hâtıralar, ne istersiniz benden?.. Sonbahar…

Durgun gökte ardıç kuşları uçuşmadalar,

Güneşten, ölgün ve soluk bir ışık vurmada

İçinde poyrazlar esen sararmış ormana.

Yapyalnızdık, yürüyorduk, türlü hulyalarda;

Saçlarımız ve düşüncelerimiz rüzgârda.

Çevirip güzel gözlerini bana “Hangisi

En güzel günün?” diye sordu o billûr sesi.

Bir melek sesi kadar tatlı, o kadar derin.

Hafif bir gülümseyiş cevap verdi sesine,

Öptüm ellerini, ibâdet edercesine.

-Ah! İlk çiçekler! Ne güzel kokuları vardır!

Ne kadar sevimli bir mırıltıları vardır

Sevilen dudaklardan çıkan ilk e v e t’lerin!

.

ARTHUR RIMBAUD

Arthur Rimbaud deyince yalnızca şiirin değil, yaşamın da “asi çocuğu” olmuş ve hep öyle kalmış bir şair gelir akla: “Çocuk şair.” Rimbaud deyince modern şiirin ne olduğundan, nasıl biçimlendiğinden, nasıl dile getirildiğinden de söz etmeye başlarız. Hatta, modern şiir nedir sorusuna karşılık Rimbaud’nun şiirlerini oku anlarsın diyerek işin içinden bile çıkabiliriz. Tabii bu modern şiirin ancak girişinin öğrenilmesine teşvik edecek bir öneridir. Çünkü iki üç asrı aşan süreyi bulan birikimiyle modern şiirin yelpazesinin çok genişlemiş olduğunu ve dünyanın değişik dillerinde, değişik örneklerinin bulunduğunu da unutmamak gerekir. Ama yine de başlangıçların, girişlerin önemli olduğunu dikkate almak gerekir.

Rimbaud’nun, örneğin kült olmuş “Sarhoş Gemi"si ve elbette ki “Cehennemde Bir Mevsim”i hâlâ büyük ve şiirin aşılamamış başyapıtlardır. Rimbaud’nun şairliğinin ve şiirlerinin bir başka yönü de siyasal boyutudur. Şair sert bir dille III. Napoleon'a, burjuva sınıfına ve Katolik kilisesine karşı çıkmış ve eleştirilerde bulunmuştur. Yoksullardan ve barıştan yana tavır alan şairin savaş karşıtı olduğunu, cephede ölenlere duyduğu üzüntüyü de şiirlerinde dile getirdiğini belirtelim.

“Sarhoş Gemi”ye döneceğiz. Şairle ilgili bazı bilgileri aktarmaya devam edelim.

Arthur Rimbaud yalnızca Fransalı şairler arasında değil, dünya modern şiirinde de bir efsanedir. Bu efsaneyi besleyen kaynakların sayısıysa bir hayli fazladır: Çocuk yaşında ya da daha doğru söyleyişle ergenlik döneminde yazdıklarıyla dünya şiirinin yönünü değiştirecek yapıtlar ortaya koyması, eşcinsel aşk ilişkisi, çocukluktan çıkar çıkmaz şiiri bırakması… Köle ve silah ticareti işine karışması… Tabii bir de “serüvenden serüvene” koşarken çok erken yaşında yaşamını yitirmesi… “Sarhoş Gemi”nin “sarhoş kaptanı” olması, hayat denizine öyle açılması ve bunu ancak zamanında yaptığında bir anlamı var dedirtecek zamanda yapmış olması Rimbaud’nun şairliğini efsaneleştiren unsurlardır diye düşünüyoruz. Rimbaud’nun şairliğini şiirlerini ve kısacık yaşantısını irdeleyen, inceleyen, konu edinen birçok kitap, yazı, yayın bulunmaktadır. Türkçeye Cem Uzungüneş’in çevirdiği Edebi Şeyler tarafından yayımlanan Edmund White’in kaleme aldığı biyografi de onlardan biridir. Meraklısına öneririz.

Arthur Rimbaud deyince akla elbette ki “Sarhoş Gemi” gelir. Bu tamamını alıntılayamayacağımız kadar uzun şiiri anımsatmak için kâfi olacak bir bölüm aktaralım. Uzun dediğimiz şiirin yirmi beş (eskilerin deyişiyle kıta) dörtlükten oluştuğunu da anımsatalım. Şiiri Türkçeye, Sabahattin Eyüboğlu’nun çevirmiş olduğunu da belirtelim:

Ölü sularından iniyordum nehirlerin

Baktım yedekçilerim iplerimi bırakmış;

Cırlak kızılderililer, nişan atmak için

Hepsini soyup alaca direklere çakmış.

(…)

Büründüm mor dumanlara, başıboş, derbeder,

Delip geçtim karşımdaki kızıl semaları;

Güvertemde cins şaire mahsus yiyecekler:

Güneş yosunları, mavilik meduzaları.

(…)

Gönlüm Avrupa'nın bir suyunda, siyah, soğuk,

Bir çukurda birikmiş, kokulu akşam vakti;

Başında çömelmiş yüzdürür mahzun bir çocuk.

Mayıs kelebeği gibi kağıt gemisini.

Rimbaud’nun şiirini temsil etse de bütün şiirlerinin tadını damakta bırakan bir örnektir “Sarhoş Gemi”. Şairin şiirlerinden birkaç betik alıntıyla kopmak, hele hele “Sesliler” şiirine hiç yer vermemiş olmak içimize sinmese de zorunluluğa boyun eğiyoruz.

Bu bölüm için modern şiirin Fransalı öncü şairleri bu kadar. Sırada modern şiirin diliyle, sesiyle, sözüyle, ritmiyle, biçimiyle bir başka özgün ve öncü şairi var.

Konstantinos Kavafis

KONSTANTINOS KAVAFIS

İstanbullu Rum bir aileden olması nedeniyle Yunanlı şair denilse de aslında İngiliz ya da Anglosakson kültürün etkisinde, ama sözcüğün tam anlamıyla kozmopolit bir şair olarak tanıyoruz onu. O kim mi? Tabii ki Kostantinos Kavafis. İstanbul, dahil birçok şehir değiştirmiş olmakla birlikte ömrünün büyük kısmını İskenderiye’de geçirmiştir. Bu durum onun kozmopolit şair olmasıyla herhangi bir çelişki yaratmaz.

Kavafis kendisini “yaşlılığın şairi” olarak tanımlamıştır. Çünkü en olgun şiirlerini kırk yaşından sonra yazmıştır. Şairin yaşadığı süreçte şiirleri yayımlansa da kitabı çıkmamıştır. Kitap diyebileceğimiz yapıtı ancak ölümünden sonra yayınlanmıştır. Bu kitapta, daha önce kendisinin seçtiği 154 şiiri yer almıştır.

Kavafis lirik şiirin olanaklarından olduğu kadar dramatik öğelerden de yararlanır. Şiir dili kozmopolittir. Tarihi ve mitolojik olayları, kişileri konu olarak işlemiştir. Özellikle Helenistik ve Bizans dönemlerine ait olaylar, kişiler, tarihsel durumlarla güncel gelişmeler arasında bağlantı kurarak şiirlerine eleştirel bir ton da katmıştır. Kavafis’i ince bir duyarlılığın çok özel ve özgün nitelikli bir şairi olarak tanımlanabileceğini de belirtelim. İnce duyarlılığı; insanlara, olaylara, esnek ve anlayışla yaklaşımı şiirlerine birebir yansımıştır. Deyim yerindeyse o ve şiirleri bir “duyarlılık okulu” olarak da gösterilebilir.

Kavafis denildiğinde akla yalnızca “Şehir” şiiri gelmez. Onunla birlikte hatırlanan birden çok şiiri vardır ve çoğu da şiirin okurunun ezberinde yer alır. Ancak yazımız için biz çevirisini Cevat Çapan’ın yaptığı “Şehir” şiirini aktaracağız.

“Bir başka ülkeye, bir başka denize giderim”, dedin

“bundan daha iyi bir başka şehir bulunur elbet.

Her çabam kaderin olumsuz bir yargısıyla karşı karşıya;

-bir ceset gibi- gömülü kalbim.

Aklım daha ne kadar kalacak bu çorak ülkede?

Yüzümü nereye çevirsem, nereye baksam,

kara yıkıntılarını görüyorum ömrümün,

boşuna bunca yıl tükettiğim bu ülkede.”

Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın.

Bu şehir arkandan gelecektir.

Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın,

aynı mahallede kocayacaksın;

aynı evlerde kır düşecek saçlarına.

Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda.

Başka bir şey umma-

Ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte,

öyle tükettin demektir bütün yeryüzünü de.

“Şehir” şiiri deyince Defter dergisinin ilk sayısında yayımlanan İskender Savaşır’ın “Kavafis’in Veda Ettiği İskenderiye” başlıklı yazısının da akla gelmemesi imkânsız. Savaşır şöyle yazıyor: “Kavafis'in bütün şiirlerinde doğrudan iletilen duyarlığın berisinde örtük bir kaside var gibidir: Doğu Akdeniz şehirlerine bir kaside. Kimi şiirlerde İthaka, kimisinde İstanbul, hatta bazen Troya olabilen, ama en sık İskenderiye olarak karşımıza çıkan bu şehirler hakkında ortak bir şey söyleyebilir miyiz? Kavafis’in seslendiği ve onun şiirsel mekânını oluşturan bu şehirler onun gözünde sonsuz bir şimdi içerisinde yaşamaktadırlar. Kavafis onlarda insanoğlunun zamandan kurtulmak, tarih denilen karabasandan uyanmak için kurduğu en güzel anıtlardan birini görür. Çünkü zaman ve oluş tamamen dışlanmıştır burada; şehirler saf birer varlık alanıdırlar: Hem zenginlik anlamında, hem mevcudiyet, vücut kazanmışlık anlamında varlık. Çünkü şiir hayatın bütün tezahürlerini birden içerir, hepsini birden sunar. Bir tarlada, bir bağda genç ve tecrübesiz bir gövdenin yapabilecekleriyle, yaşlanmış ve bilge bir gövdenin yapabilecekleri aynı değildir. Oysa şehrin sokakları, alanları, köşebaşları çok daha kayıtsızdır bu yaş ve tecrübe farkına. Bir kez şehirli olma eşiği aşıldıktan sonra artık tercüme pek fazla bir anlam ifade etmez. Bu yüzden şehirde yitirmek ve bulmak birer süreç değil, birer andırlar. Her şey her zaman olabilir.”

Savaşır yazısında, “Kavafis'in yazdığı dönem Doğu Akdeniz (ve Mağrip) şehirlerinin uzun akşamının henüz başlangıcıydı” dedikten sonra şunları da söylüyor: “Çok hassas bir noktada duruyordu Kavafis. Dilinin doğruluğunun da bununla ilgili olduğunu sanıyorum. Pazar yerinde konuşulan dilin henüz şiirini yitirmemiş olduğu bir zamanda yazıyordu, şiirin hâla sokaklarda gezindiği son zamanda. Bu yüzden onun için şiir söylemek yeni bir şiirsel dil kurmak zorunda olmak anlamına gelmiyordu -içinde yaşadığı, her gün seslerini işittiği dünyanın diliyle yazabiliyordu.”

İskender Savaşır’a göre Kavafis’in veda ettiği medeniyetlerden biri değil, medeniyetin kendisidir. Çünkü şehir, Hint Avrupa dillerinde olsun, Sami dillerinde olsun medeniyet anlamına gelen kelimelerden türemiştir. Baş erdemi ölçülülük olan medeniyet… Şehirlerin ölçüsü kaçmıştır. Modernleşmenin ya da yeni bir çağın eşinde konuşur Kavafis. Duyduğumuz ses o incelikli, kırgın ses, o sestir. İskenderiye’ye veda İskenderiye’ye ağıt değildir. Kavafis’in medeniyetle birlikte isanın kaybettiği huzura “son bakışı”, ölçülülüğün yerini alan huzursuzluğa tepkisidir. Savaşır, Kavafis’te esas olanın “fanilik” bilinci olduğana dikkat çekiyor. “Fanilik” Baudelaire’de de önemli bir motiftir. Hatta “fanilik” için modernlik bilincinin önemli bileşenlerindendir denilebilir. Şairin şiirlerine yansıyan da bu bakış açısıdır. Şair, “fanilik” bilinciyle yazmıştır, ama şiirleri ölümsüzleşmiştir. Şiirleri, şairin okurunun kolayca veda edemeyeceği niteliktedir. İskender Savaşır’ın yazısının okunmasını öneririz…

Devam edeceğiz…