Veba zamanında kölelik, kaçaklık ve özgürlük

Özgürlüğünü emeğiyle satın alıp okuma yazma öğrenmiş bu iki eski köle Leopold von Ranke’den yıllar önce modern tarih yazımının sloganıyla başlarlar söze: “Olayları olduğu gibi anlatmak!” Salgın esnasında kentten kaçan Carey dönüp canları pahasına, düşük ücretler karşılığında hizmet veren siyahları yağmacılıkla, fırsatçılıkla suçlamaktadır. “Kamuoyunu kesin olarak temin ederiz ki” der yazarlar “yoksul siyahlarda yoksul beyazlardan daha fazla insanlık ve duyarlılık gördük”.

Sinan Birdal sbirdal@gazeteduvar.com.tr

Afrikalı Amerikalıların yazdığı ilk manifesto 1793 Philadelphia salgınının ertesinde basıldı. Absalom Jones ve Richard Allen’ın kaleme aldığı bu metin dönemin en büyük yayıncısı Matthew Carey’in salgın sırasında hasta bakıcılık ve levazım gibi hayati hizmetlerde görev almış Afrikalı Amerikalılara yönelik suçlamalarına bir yanıt teşkil ediyordu. 1793 Yılında Philadelphia’daki Korkunç Felakette Siyah Halkın Davranışlarına Dair Bir Anlatı başlığını taşıyan metin sarı hummaya dair diğer tarihlerden farklı olarak 1794’te Philadelphia’da yayımlanır yayımlanmaz, aynı yıl, Londra’da basıldı. Jones ve Allen’ın çabalarını incelemek hem Afrikalı Amerikan toplumunun ilk örgütlenme ve yayın faaliyetlerine hem de Amerikan cumhuriyetinin ırk meselesine ışık tutmak için faydalı olacak.

KAÇAK KÖLE YASASI VE YERALTI DEMİRYOLU

1790'larda Philadelphia siyah nüfusu iki katına çıkmıştı. Haiti’den gelen göçmenler ve özgürlüğe kaçan kölelerin akın ettiği şehir, kölelik karşıtı beyazlar ve siyahların kurduğu Yeraltı Demiryolu şebekesi ve köle avcılarının mücadele alanına dönüşmüştü. Şubat 1793’te hükümetin yürürlüğe koyduğu Kaçak Köle Yasası kaçaklardan anayasal hakları esirgediği gibi kaçanlara yardım etmeyi de federal bir suç haline getirmişti. Ancak yasa Yeraltı Demiryolunu engelleyemediği gibi kölelik karşıtlarının faaliyetlerini arttırdı. Beyazlar arasında kölelik karşıtlığının başını kentin Quaker elitleri ve bunların kurduğu Pennsylvania Köleliği İlga Cemiyeti çekmekteydi. Jones ve Allen cemiyetin özgür siyahlar için açtığı okulda okumuştu. Stephen Shapiro’ya göre sarı humma Philadelphia’yı vurduğunda cemiyetin aktif üyelerinden Dr. Benjamin Rush’a siyah toplumun hizmete hazır olduğunu söyleyen Jones ve Allen’ın iki taktik hedefi olabilirdi: Kaçak Köle Yasası’nın ilga edilmesi için yeni bir ahlaki gerekçe ortaya koyabilmek ve hasta, hasta bakıcı görüntüsü altında kölelikten kaçanların ulaşımını rahatça sağlayabilmek.[1]

İLK CEMİYETLER, İLK KİLİSELER

Jones ve Allen özgürlüklerini biriktirdikleri parayla satın almış eski kölelerdi.[2] 12 Nisan 1787’de ilk siyah örgütlenmesi olan Özgür Afrikalı Cemiyetini kurmuşlar, önce Quakerlar içinde hareket etmekle birlikte zamanla Metodist kilisesinin siyahlar için daha uygun bir kilise olduğunu karar vermişlerdi. Ancak siyah toplumun çoğunluğunun Episkopal kilisesine ilgi duymasıyla yolları ayrılmış Jones Episkopalizmi, Allen Metodizmi benimsemişti. Jones Episkopal Kilisesinin ilk Afrikalı Amerikalı vaizi olacak, 1794’te ilk Afrikalı kilisesi St. Thomas’ı hizmete açacaktı. Özgür Afrikalı Cemiyetinden ayrılan Allen ise 1796’de Bethel Kilisesi’ni hizmete açacak ve ünlü Afrikalı Amerikalı sosyolog Du Bois’nın “Amerikan siyah medeniyetinin en muazzam ve en fevkalade ürünü” olarak tanımladığı Afrikalı Metodist Episkopal Kilisesini kuracaktı.[3] 1793’te her iki lider de Philadelphia’da tanınan ve takdir edilen figürlerdi.

VEBA VE AFRİKALI AMERİKALILAR

1793 yazında sarı humma Philadelphia’da ilk ortaya çıktığında Afrikalı Amerikalı toplumunu çok etkilememişti. Bu izlenim zamanla siyahların hastalığa karşı bağışıklığı olduğu inancını yerleştirdi. Federal hükümetin, valinin, belediye çalışanlarının başkenti terk ettiği bir anda gönüllülerden oluşan bir komiteyle kenti yönetmeye çalışan Belediye Başkanı Matthew Clarkson’ın çağrısına yanıt verenlerin başında Jones ve Allen geliyordu. İki liderin örgütlediği emekçiler cenazeleri toplamak ve gömmek, hastaları Bush Hill kliniğine taşımak, hasta bakıcılık gibi beyazların uzak durduğu hayati işleri gördüler. Ancak kısa zamanda Afrikalı Amerikalıların sarı hummaya karşı bağışıklığı olmadığı görüldü, ırkçı toplumda kendilerine yer açmaya çalışan emekçiler salgının en ağır kayıplarını verdiler.

İYİ NİYETLİ, İNANÇLI, İNATÇI İLERİCİLİK

Hastalığın Afrikalı Amerikalılara bulaşmayacağı düşüncesi siyahları ölümcül işlerde çalışmaya ikna edebilmek için mi ortaya atılmıştı? Tarihçi John Harvey Powell bu soruya olumsuz cevap veriyor. Ona göre Jones ve Allen’ın en büyük destekçisi kölelik karşıtı Dr. Rush samimi olarak siyah toplumunun bağışıklığı olduğuna inanıyordu. İlerici siyasetine rağmen Dr. Rush kafasında geliştirdiği teorilere ve tedavilere körü körüne inanan biriydi. İskoç Aydınlanmasının pınarı Edinburgh Üniversitesi okumuş, dönemin en ünlü tıp profesörü (David Hume’un doktoru, Adam Smith’in, Adam Ferguson’ın yakın arkadaşı) William Cullen’ın tedrisatından geçmişti. Cullen’ın ekolünü takip etmekle beraber Rush salgınla mücadelede ağır hacamat ve cıva bazlı merhemleri kullanmayı savunuyordu.

Philadelphia’nın önde gelen doktorlarını bir araya getiren toplantılar Rush ve onun agresif yöntemlerine karşı çıkanların tartışmalarına sahne oluyor ancak bir türlü salgının nedenleri ve tedavileri üzerinde anlaşmaya varılamıyordu. Aslında bu elit doktorların hiçbiri, salgının başından beri binlerce yoksul hastaya hizmet veren doktor ve şifacıların saha bilgisine sahip değildi. Amerikalı elit doktorlar Cullen’ın hummaların bulaşıcı olduğu tezinden yola çıktıklarından, Santo Domingo’daki sarı humma tecrübelerine dayanan Fransız göçmen Dr. Jean Devèze’in tespitlerine kulak vermeleri söz konusu değildi. Fransız göçmen tüccar Stephen Girard ve Alman göçmen fıçıcı Peter Helm’in Belediye Başkanı Clarkson’ın gönüllü komitesine katılması ve bunların şehir dışındaki Bush Hill malikanesini bir humma kliniğine dönüştürmesiyle Devèze hekimliğini uygulayabileceği bir ortama kavuştu. Anlaşılan, Afrikalı Amerikalılar gibi bu beyaz göçmenler de salgında kente hizmet vererek toplumda yer edinmeye çalışıyorlardı. Nitekim, salgın bittikten sonra Devèze’in tezleri ilgi görecek, Rush hekim olarak gözden düşecekti. Afrikalı Amerikalı emekçiler ise beklenmedik bir saldırının hedefi olacaktı.

BEYAZ ADAMIN KORKULARI VE SUÇLAMALARI

Afrikalı Amerikalıların sarı hummaya bağışıklığı olduğu iddiasının onları ölümcül işlere ikna edebilmek için öne sürüldüğü kuşkusu siyahların tarihsel tecrübesinin bir ürünüydü. Rush’ın siyasi ilke ve eylemlerinde de tıp kuramı ve tedavilerindeki tavrı sergilediğini düşünmek sanırım yanıltıcı olmaz. O halde ilkeleri ve yöntemine duyduğu ilerici inancın siyahlar tarafından sorgulanmasından daha doğal ne olabilir? Ne kadar “iyi niyetli” olursa olsun bağışıklık tezinin yanlışlığı siyah emekçilerin ölümüne neden olmamış mıydı? Acaba ezilen azınlıkların kendileriyle dayanışmaya çalışan çoğunluk mensubu ilericilere kuşkuyla bakmasının arkasında, her tarihsel dönemecin sonunda en ağır faturanın hep azınlıklara kesilmesi gerçeği yatıyor olabilir mi?

Salgının ertesinde Afrikalı Amerikalıların kuşkularının yersiz olmadığı kanıtlanacaktı. Ünlü yayıncı Matthew Carey kitabında Afrikalı Amerikalıların salgında hasta bakıcılık kisvesi altında çok çeşitli suçlar işlediği ve fahiş ücretler talep ettiğini öne sürdü. İrlanda doğumlu Carey Britanya’da parlamentoya yönelik eleştirileri nedeniyle kaçtığı Paris’te Amerikan Devriminin temsilcisi Benjamin Franklin’le tanışmış ve Amerika’ya taşınmıştı. Rush dahil kentin ileri gelenleriyle yakın temas için de olan Carey, George Washington’ın Başkan Yardımcısı John Adams tarafından da destekleniyordu. Adams’ın iki yıl yaşadığı Bush Hill’in yoksulların tedavi edildiği, göçmen bir doktorun ve Afrikalı Amerikalı hasta bakıcıların hizmet verdiği bir kliniğe dönüştürülmesi herhalde Carey’in mensubu olduğu çevrelerde kaşların kalkmasına neden olmuştu. Nitekim Charles Brockden Brown’ın Arthur Mervyn romanında da Bush Hill cehennem gibi bir kurum olarak resmedilir.

Salgına ilişkin anlatılarda böyle suçlamalara yer verilmesi ancak sınıfsal bir kaygı, korku ve düşmanlıkla açıklanabilir. Varlıklı sınıfların çaresizce yatağa düşerek, ölümcül risklerden ötürü ancak yoksulların verdiği bakıcılık hizmetine muhtaç hale gelmesi ciddi bir sınıfsal korkuyu tetikler. Bush Hill gibi kentin en müstesna malikanesinin sahipsiz kalarak yoksul hastalar için bir kliniğe dönüşmesi de sınıflı toplumun simge hiyerarşisini alt üst eden bir uygulamadır. Hakim sınıflar açısından hiyerarşi yeniden tesis edilmeli, herkes yerli yerine oturtulmalıdır. Carey’in suçlamaları böyle bir restorasyonun yapı taşlarıdır.

BEYAZA RAĞMEN BEYAZA KARŞI BEYAZLA BERABER

Carey sinsice Absalom Jones ve Richard Allen’dan övgüyle bahseder ve iftiralarını onların örgütledikleri emekçilere yöneltir. Carey bu iki liderin beyaz elitin kendilerine verdiği payeyle yetinip siyah toplumun çirkince kötülenmesine ses çıkarmayacağını düşünmekle, ezilenlerin dayanışma bilincini hafife almakla ne kadar yanılmıştır! Özgürlüğünü emeğiyle satın alıp okuma yazma öğrenmiş bu iki eski köle Leopold von Ranke’den yıllar önce modern tarih yazımının sloganıyla başlarlar söze: “Olayları olduğu gibi anlatmak!” Salgın esnasında kentten kaçan Carey dönüp canları pahasına, düşük ücretler karşılığında hizmet veren siyahları yağmacılıkla, fırsatçılıkla suçlamaktadır. “Kamuoyunu kesin olarak temin ederiz ki” der yazarlar “yoksul siyahlarda yoksul beyazlardan daha fazla insanlık ve duyarlılık gördük”.[4]

Jones ve Allen’ın metnini analiz eden Jacqueline Bacon, yazarların 18'inci yüzyılın sonunda hitabet vasıtasıyla öznellik kazanabilmek için üç temel gerilim hattında bir müzakereye girmek zorunda kaldığını belirtir: 1) Kişinin bireysel kimliği ve bir toplumun, camianın üyesi olarak kimliği arasındaki çatışma; 2) Bir yandan beyaz topluma cevap verme, diğer yandan beyaz toplumdan bağımsız bir söz söyleme arzusu; 3) Afrikalı ve Amerikalı kimliklerini güçlü bir grup bilincinde birleştirme çabası.[5] Aynı gerilimlere bugün de şahit olmamız cesaret kırıcı olabilir ancak Carey’in restorasyonu nihayetinde başarısız olmuş, Afrikalı Amerikalı hareketi o günden bugüne susmamış, olanları olduğu gibi anlatmaya devam etmiştir. Bugün mumla aradığımız umut bu direniş inadındadır.

[1] Stephen Shapiro, Culture and Commerce of the Early American Novel: Reading the Atlantic World-system, University Park, Pennsylvania, The Pennsylvania State University Press, 2008, ss.290-299.

[2] John Harvey Powell, Bring Out Your Dead: The Great Plague of Yellow Fever in Philadelphia in 1793, Philadelphia, University of Pennsylvania Press, 1993, ss.94-101.

[3] W.E.B. Du Bois, The Philadelphia Negro, Oxford, Oxford University Press, 2007, s.13.

[4] Absalom Jones ve Richard Allen, A Narrative of the Proceedings of the Black People During the Late Awful Calamity in Philadelphia, In the Year 1793, And A Refutation of Some Censures, Thrown upon them in some late Publications, Philadelphia, William W. Woodward, 1794, s.10.

[5] Jacqueline Bacon, “Rhetoric and Identity in Absalom Jones and Richard Allen’s Narrative of the Proceedings of the Black People, During the Late Awful Calamity in Philadelphia”, The Pennsylvania Magazine of History and Biography, Cilt 125, Sayı 1/2, 2001, s.63.

Tüm yazılarını göster