Var olan sistem şiir için tek seçenek değil

Ulaş Nikbay değişik bir yol denedi şiirlerini kitap olarak okuruyla buluşturmak için. Bir manifestoyla bu ablukanın nasıl aşılabileceğini duyurdu önce ve önerdiği yöntemle de ikinci kitabı Aort'u yayımladı.

Abone ol

Türkiye'de 1990'lardan itibaren büyük sermayenin kültür kitapları yayıncılığına da yönelmesiyle yeni bir dönem başladı.

Artık haftada, ayda, yılda basılan kitap sayısı artıyor, bununla birlikte okurun ilgisi, dikkati sermaye gruplarının yayımladığı kitaplara çekiliyordu. Kitapçı rafları büyük sermaye gruplarının desteğini alan yayınevlerinin talebi doğrultusunda düzenleniyordu. Kitapçı raflarında edebi türler arasında roman, hikâye öne çıkarken özellikle şiir geri itiliyordu. marketleşen kitabevlerinde şiir kitapları depoya kaldırılıyor, yayınevleri de artık yeni şiir kitapları basmaktan vazgeçiyordu. Bu durum önceleri yadırgansa da gidişat anamalcı sistemin ruhuna uygundu.

O günden bugüne elbette şiir hiç basılmıyor değil. Ancak kriterler bir hayli değişmiş durumda. Şiir sanat yapıtı olarak değil, pazardaki alım satıma uygun meta niteliği gözetilerek basılıyor daha çok. Bu durum her şeyden önce özgünlüğün önünü kesiyor. Çünkü özgünlüğün, yaratıcılığın, öznel sesin en çok ortaya çıktığı, kendini özgürce ifade edebildiği bir tür şiir.

Bu sistem bir tür kültürel abluka oluşturmuş durumda! Ancak buna karşı çıkanlar da yok değil. Şiire, o nedenle de aslında özgünlüğe, yaratıcılığa yönelik ablukayı aşmak için gayret içinde olanlar yine şairler.

Ulaş Nikbay değişik bir yol denedi şiirlerini kitap olarak okuruyla buluşturmak için. Bir manifestoyla bu ablukanın nasıl aşılabileceğini duyurdu önce ve önerdiği yöntemle de ikinci kitabı Aort'u yayımladı. Hem de "ya holding yayınevlerinin kapıkulu olacaksın" ya da durumdan iş alanı yaratan tüccarlarla oluşan "parasını verip kitabını bastıracaksın; başka yol yok" kuşatmasını aşarak yaptı bunu.

Şairin kendi değerlerinden ödün vermeden, var olan sistemin şiir yayımlamak için tek seçenek olmadığını da kanıtlamış oldu. Şair şiir okuru dayanışması yeni bir tür yayıncılık örneği olarak gündemde. Ulaş Nikbay'a 'aordik' kavramıyla tanımladığı bu deneyimini ve süreci sorduk.

Son kitabın 'Aort' alışık olunmayan bir biçimde yayımlandı. Aort'un yayın sürecini ve neden bu yolu tercih ettiğini soracağım...

Bu soruyu yanıtlamaya, öncelikle mevcut durumda alışık olunan durumu açıkça söyleyerek başlamak gerekir diye düşünüyorum. Yayımlanmaya hazır dosyası olan şair, dosyasını kitaplaştırabilecek bir yayıncı arayışına girer. Büyük yayıncılardan genellikle "biz şiir yayımlamıyoruz artık" cevabını alır. Dosyanın içeriğiyle ilgilenmeyen ve işi tamamen ticaret olarak gören piyasa yayıncıları vardır. "Kitabınızı basıyoruz, kitabınızı tanıtıyoruz" şeklinde bolca reklamlarını görüyoruz. Bunların yaptığı işe hiç saygı duymuyorum. Geçenlerde "Büyük Şairler Antolojisi'nde siz de yerinizi almak ister misiniz?" şeklinde bir ilan gördüm; "de" bitişik yazılmıştı. Yayıncılığın ne şekilde yapıldığına dair bir fikir veriyor bize. Daha detaylı incelediğimde şunu gördüm. Antolojiye 6 şiirle katılım için 150 TL isteniyordu. Bir de fotoğraf isteniyordu. Hepsi bu. Bastır parayı gir antolojiye. Bu kişiler için antoloji denen çalışmanın ne olduğu da niçin hazırlandığı da hiç mühim değil. O parayı verecek kişileri de mutlaka buluyorlar. Kitapları da bu şekilde basıyorlar. Bastır parayı, basalım kitabını. Mantık bu kadar basit. Ne yayımlanan şeyin edebi niteliği önemli ne de onun satıp satmayacağı. Ticaret baştan şairle yapılmış, tahsilat gerçekleşmiş ve kazanç hanesine yazılmıştır. Bundan sonrasında şair, koltuğunun altında kitaplarıyla eve döner. Artık onunla kimse ilgilenmez. Elbette bu fotoğrafı çektikten sonra bunlara hiç başvurmadım.

Bir de niteliği biraz daha önemseyen, ama yine de mantık olarak aynı şekilde çalışan "patron şairler" var. Bu tabiri kurumsallaşamayan yayıncılık tipini ifade etmek için kullanıyorum. Karar genellikle bir ya da iki patron şair tarafından alınır, kendi dar çevresine öncelik verir, o dar çevreye ücretsiz veya ciddi indirimlerle kitap basar. Diğer isimlerle ise -istediği kadar iyi dosyası olsun- yine öncelikle parayı konuşur. Bunlar da yine asıl ticareti şairle yaparlar. Ancak edebiyatın içinde ve genel kabul görmüş isimler olduklarından, ilk grupta anlattıklarım kadar göze batmazlar. Zaten edebiyat üzerinde hâkimiyetini kurmuş bir tekelleşme vardır. Şairler, yayımlama kaygısıyla bunlara boyun eğmişlerdir. Çünkü alternatifi olmayan bir sistem vardır ve dergilerde kimlerin yayımlanacağına da hemen hemen aynı isimler karar vermektedir.

İlk kitabım 15 sene önce yayınlanmıştı. Aort, geçen bunca zamandan sonra bir olmak sorunuydu. İçerik olarak da öyleydi. Ama yukarıda anlattıklarımla kendini baştan inkâr ederdi "Aort". O halde ya yayımlanmayacaktı ya yeni bir yol bulacaktım "Aort" için. Yeni bir yol bulduk. Dosyayı nitelik olarak değerlendirip basılmaya değer bulan yayıncımla, maliyetleri de dikkate alarak bir sayı belirledik. Bu sayıda ön satış (kitap basılmadan ön sipariş) gerçekleşirse kitabı matbaaya gönderecektik. Mevcut yayıncılık sistemini eleştiren bir manifesto kaleme almıştım zaten. Bir de basılmasına destek istediğim kitabın sadece ilk sayfasını yayımladım. "Başka yol yok.. Aordik manifestoyu destekle" sloganlı ve görsellerle destekli bir kampanya yürüttüm. Bir destek sayfası açtım. Bunların hepsini sosyal medyada yaptım. Beni vazgeçirmeye çalışan çok şair, yazar veya okur dostum oldu. Bunun sonuç vermeyeceğini ve beni artık kimsenin yayımlamayacağını söylüyorlardı. Aslında haklılardı. Eğer sesime ses verilmeseydi aynen öyle olacaktı. Ama inanmıştım. Sadece bu kadar hızlı olacağını düşünmemiştim. Bir veya iki ayda minimum gerekli ön sipariş sayısına ulaşacağımı düşünüyordum. Ancak üç günde gereken sayıyı geçen bir ilgi oldu. Bu aldığım destekten dolayı, o üç gün boyunca sevinçten ağladım. O üç günü hayatım boyunca unutmayacağım. Destek veren herkese bir kez daha çok teşekkür ediyorum. Destek açıklayıp ancak desteğini siparişe dönüştürmeyen azımsanmayacak bir sayı da oldu. Onların da canı sağ olsun. Bir anlık heyecanlarına yenildiler sanırım. Sonuç olarak, biz barajı yıktık destekleyen okurlarla birlikte. Bu da gerçek bir aort oldu. Kanı pompaladı tüm damarlara. Üç günde anjiyodan rüptüre vardık.

Aort'un yayımlanma sürecinde edindiğin deneyimi de düşünürsen, 'aordik' adını verdiğin modeli bir yayıncılık seçeneği olarak sürdürülebilir görüyor musun?

Elbette. Ben aordik manifestoda da söyledim. Mesele bir kitabın aradan sıyrılması değil. "Aort", bir örnek olacak dedim. Yeni bir sisteme model oluşturabilir dedim. Mevcut yayıncılık modeline gizli bir tepki var. Ben verilen desteğin önemli bir kısmının da bu tepki nedeniyle geldiğini gördüm. "Ama ne yapalım düzen böyle" diye kabulleneceksek kendi içinde bulunduğumuz durumu, büyük sözler eden dizeler de yazmayalım o zaman. Hem onları yazıp hem de kendimize dair bir sorunla ilgilenmeyeceksek yazdığımız şiirden de uzağa düşeceğiz. Henüz olmadı, ama ben gerçekten isterim bir yayıncının "gel kardeşim anlat bakalım kafandakileri" demesini. Ama ben olayım veya olmayayım bence tüm yayıncılar artık daha etik, edebiyatı daha fazla önceleyen, ama bir yandan da kendilerini de sigortalayan yeni modeller üzerine çalışmak durumundalar.

'Aort', gerçek bir aort olduğunu göstermek için bu görüşlerini hep savunacak. Kitabın içeriği kadar önemlidir bu. Artık ne dersen de bir manifesto kitabıdır. Kirlenmiş yayıncılık sisteminin şartlarını kabul etmeden kendine yepyeni bir yol açmayı bilmiştir.

Ulaş Nikbay kimdir?

1976’da İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi’nden mezun oldu. Marmara Üniversitesi SBE İşletme Anabilim Dalı’nda yüksek lisans yaptı. 2001 yılında 9. Dünya Kitap Dergisi Şiir Ödülü sayesinde, 2002 yılında “Gülüşlerinin Sonbaharında Ağlardım” isimli ilk şiir kitabı basıldı. Sonraki dönemde Kuzeyyıldızı edebiyat dergisini çıkaran grubun içinde yer aldı. İlk dönem şiirleri, 2008 yılına kadar çeşitli edebiyat dergilerinde yayımlandı. Ardından yaklaşık 6 yıl sürecek ilk dönem şiirinden kopma süreci yaşadı. Poetik ölümü, ilk meyvesini 2014 yılında “Aort” şiir dosyasının oluşmaya başlamasıyla verdi. 2016 Nisan ayında dosyayı tamamladı. Çeşitli edebiyat dergilerinde şiirleri ve öyküleri yayımlanmaya devam ediyor.

Necmi Zekâ'dan yeni şiir kitabı

Necmi Zekâ’nın yeni şiir kitabı, Sami Baydar'a "zarif ve çarpıcı bir doğum günü armağanı" olarak yayımlandı... Zekâ'nın içinde kendi yaptığı desenlerin de yer aldığı son yapıtı "Zarlar Sen Ben" adıyla nod yayınlarından çıktı.

Sami Baydar kimdir?

Şair, öykücü ve ressam Sami Baydar 26 Eylül 1962'de Merzifon'da dünyaya geldi. Merzifon Cumhuriyet İlkokulu, Cumhuriyet Ortaokulu ve Merzifon Lisesi'ni bitirdi. İlkokul yıllarından itibaren resim yeteneğiyle aile bireylerinin dikkatini çekti. 1979’da İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi'ne girdi. Geleneksel Türk Sanatları Bölümü’ne bir yıl devam ettikten sonra resim bölümüne geçti. Neşet Günal ve Devrim Erbil atölyelerinde çalıştıktan sonra 1987’de Devrim Erbil Atölyesi'nden mezun oldu. Son yıllarını geçirdiği Merzifon'da 29 Ekim 2012'de kalp krizi sonucu yaşamını yitirdi.

1980 yılında ilk şiirleri Beyaz dergisinde yayımlandı.

1984'te Gösteri dergisinin açtığı resim yarışmasında ödül kazandı.

1989’da ilk kişisel sergisini Garanti Bankası Yonca Modern Sanat Galerisi’nde açtı. Çeşitli karma sergilere katıldı.

1999’da Paolo Colombo'nun küratörlüğünde düzenlenen 6. Uluslararası İstanbul Bienali’nde desenleri sergilendi.

2001'de Karşı Sanat Çalışmaları’nda Fulya Erdemci'nin küratörlüğünde resimleri sergilendi.

22 Eylül-22 Kasım 2003’te Fulya Erdemci'nin küratörlüğünde Proje 4L’de resimleri sergilendi.

2008'de Wayne Miller ve Kevin Prufer'ın yayına hazırladığı New European Poets adlı antolojide yer aldı.

Gösteri, Defter, Beyaz, Sombahar, Ludingirra, Göçebe, Kitap-lık, Kaşgar, Öküz, Eski’Z, Geceyazısı dergilerinde öykü ve şiirleri yayımlandı.

Yapıtları

* Dünya Efendileri - BFS, 1987 (şiir)

* Dünyadan Çıkış Yolları - Cumartesi, 1990 (öykü)

* Yeşil Alev - Yayınevi yayınevi, 1991 (şiir)

* Dünyada Anılara Bakıyorum - Yayınevi yayınevi, 1991 (öykü)

* Dünya Bana Aynısını Anlatacak - Korsan Yayınları, 1995 (şiir)

* Çiçek Dünyalar - YKY, 1996 (şiir)

* Varla Yok Arasında - Everest Yayınları, 2003 (şiir)

* Nicholas'ın Portresi - YKY, 2005 (şiir)

Ruhi Su Şiir Ödülü 'Kemik İnadı’nın oldu

2016 Ruhi Su Şiir Ödülü Asuman Susam’ın 'Kemik İnadı’ adlı yapıtına verildi. Ruhi Su Kültür ve Sanat Derneği tarafından her yıl yeni bir yapıta verilmesi hedeflenen Ruhi Su Şiir Ödülü’ne bu yıl şair Asuman Susam’ın 'Kemik İnadı' adlı kitabı değer görüldü. Cevat Çapan’ın başkanlığında Ahmet Telli, Hüseyin Ferhad, Mahmut Temizyürek, Haydar Ergülen, Latife Tekin ve Mehmet Gözen’den oluşan seçici kurul, bu yıl ilki verilen ödülün gerekçesini de yayımladı: Seçici kurul gerekçesini şöyle açıkladı: “Kemik İnadı; insana dair hiçbir şeye yabancı kalmayan şiir geleneğinde yeni ve güçlü bir temsil oluşuyla; çağının sorunlarına karşı devrimci yanıtıyla; yabancılaşmanın unutuş oyunlarına karşı hatırlama çağrısıyla; mazmun, mecaz ve simgelerin arkaik diline karşı yeni imge denemeleriyle; insanın insana yaşattığı acıya karşı umudun ve umut için ısrarın ve inadın dirençli diliyle; kadın duyarlığının şiirde yeni bir temsilini ortaya koymasıyla Ruhi Su Şiir Ödülü’ne değer görülmüştür.”

'Dünyanın İlk Sabahı'na ödül

Yaşamı boyunca "Dil Devrimi"ne emek veren, Ömer Asım Aksoy'un düşüncelerini ve yapıtlarını gelecek kuşaklara aktarmak amacıyla ailesinin katkılarıyla düzenlenen Dil Derneği Ömer Asım Aksoy Ödülü, Ömer Turan'ın, "Dünyanın İlk Sabahı" adlı yapıtına verildi.

1995'ten bu yana değişik dallarda düzenlenen ödülün bu yıl bir şiir kitabına verileceği daha önce duyurulmuştu. Turgay Fişekçi, Hidayet Karakuş, Haydar Ergülen, Ertuğrul Özüaydın ve Aksoy ailesi adına Sevgi Özel'in yer aldığı seçici kurul ödülün oyçokluğuyla Ömer Turan'ın yapıtına verilmesini kararlaştırdı.