Uzay Gazinosu'nda müzik ve edebiyat var!

Anıl Nişancalı'nın üçüncü romanı "Uzay Gazinosu" İthaki Yayınları tarafından okurla buluştu. "Kullandığım dil pek alışagelen bir dil değil, çünkü dediğim gibi 23 yaşımda yazdım ilk romanımı" diyen Nişancalı ile kitabını, tiyatronun üzerindeki etkisini ve müziği konuştuk.

Abone ol

DUVAR - Yazar Anıl Nişancalı, ilkokuldayken Ferhan Şensoy'dan dolayı öğretmeninden dolayı dayak yedi. Ferhan Şensoy’u çok sevdi ve yazmaya başladı... Nişancalı, 2007 yılında Nöbetçi Tiyatro ekibine dahil olarak iki tiyatro oyununda oynadı. 2011 yılında Haliç Üniversitesi Konservatuvar Tiyatro Bölümü’nü kazandı, Müşfik Kenter’in öğrencisi oldu. 2009 yılında yazdığı “Gölgeli Sağanak Yağış” adlı oyunu, Şehir Tiyatroları Genç Günler kapsamında oynandı. Nişancalı 2015 yılında Evren Bozması, 2017 yılında da Leyla Sert Bir Nota romanlarını yazdı. Geçtiğimiz aylarda da yazarın üçüncü romanı Uzay Gazinosu, İthaki Yayınları tarafından yayımlandı.

Nişancalı ile Uzay Gazinosu'nu, tiyatronun yazdıklarına etkisini ve müziği konuştuk.

Anıl Nişancalı

Uzay Gazinosu'nu yazmaya başlama süreciniz nasıl gelişti?

2018 yazında, Ali Lidar doğum günümü kutlamak için aradı. Ben de epeydir bir şeyler yazmıyordum. Evde MasterChef izleyip orada gördüğüm tarifleri denerken tencere tava yakmakla ve malzeme ziyan etmekle uğraşıyordum. İkinci romanım Leyla Sert bir Nota sonrası biraz daha değişik bir şeyler peşindeydim. Sürekli aynı şeyi yapınca onu iyi ya da kötü yapmanın bir önemi kalmıyor ve bu işin insanın hevesini tırmalayan kısmı biraz köreliyor. En azından benim için öyle. Ali abi aramışken alttan alttan bir iki fırçayla beni kendime getirdi. Elimde birkaç tane öykü vardı ama o bir kitap olarak değerlendirilemezdi. Ali abi beni İthaki Yayınları ve Burak Albayrak ile tanıştırınca, “Bir haftaya elindeki dosyaya bakarız Anıl” gibi bir durum oldu. Tiyatro kökenli olduğumdan yumurta - kapı formülü bende doping etkisi yaptı. Oturup 12 öyküden oluşan Uzay Gazinosu’nu bir haftada toparlayıp Burak’a teslim ettim. Burak dosyayı pek beğenmedi ama içindeki bir öyküyü cımbızladı, bunun bir roman olabileceğini söyledi. Üç ay süre verdi, bir senede teslim edebildim. Zannediyorum editörün sadece imlaya değil de yazarın ve dosyanın ortak psikolojisini okuyan insan rolünü oynaması gerektiğini ilk kez bu kadar net gördüm. Burak dosya içinden bir öyküyü cımbızlayıp konuyu bir okul müdürü ciddiyetiyle denetleyip bana destek oldu yani.

Kendisini yazar olarak lanse eden bir aşığın rock müziğini, bilimkurguyu ve çizgi romanları her santimine alet ettiği hikayesini anlattığınız ilk romanınız Evren Bozması'nda olduğu gibi bu romanınızda da oldukça akıcı ve mizahi bir dil var. Yazım sürecinde bu yapıyı oluştururken nelere dikkat ettiniz?

Evren Bozması çıktığında ben 23 yaşındaydım. Bilim kurgu ve çizgi romanlarla büyüdüm. Bunun sebebini “hayal kurmayı sevmek, bilmem ne” diye anlatıp samimiyetsizlik yapmayı istemiyorum. Tüm o bilim kurgu ve çizgi romanların ortak noktası benim gözümde “Mevzu ne zaman sıkışırsa bir kahraman gelir, o robotu döver, günü kurtarır” olarak sabitlendi. Bunun verdiği umut benim hala 2020 Türkiye’sinde direnmemi sağlıyor. Kullandığım dil pek alışagelen bir dil değil, çünkü dediğim gibi 23 yaşımda yazdım ilk romanımı. O yaşta bir çocuğun oturup görmediği yerler, soğuk tren istasyonları ve yetişkin dertlerinden bahsetmesi ve ağdalı bir dil kullanması bana samimi gelmiyor. Bu benim için geçerli tabii ki, ben öyle bir hayat yaşamadım çünkü.

Bir de aç parantez başka bir durum var, ben alfabeyi ilkokulda, okuma-yazmayıysa Ferhan Şensoy’dan öğrendim. Ferhan hoca en sıkıcı durumları bile inanılmaz muzip bir dille anlatır. Hani derler ya, a harfini b harfine çarpıştırarak kurar cümlelerini. Bu dinamizm her zaman beni daha enerjik kıldı.

Uzay Gazinosu, Anıl Nişancalı, 176 syf., İthaki Yayınları, 2019.

Tiyatro eğitimi alarak yazı hayatınıza başladınız. Bu noktada tiyatro kurgunuzda nerede duruyor?

İlkokul öğretmenimden Ferhan Şensoy okuyorum diye dayak yedim. Ama nasıl bir dayak. Son tokattan sonra ayağımdan uçan ayakkabımı arayıp, bulamayıp tek ayağım çorapla oturmuştum. O öğretmen benim hikayemin baş kötüsüydü ve Ferhan Şensoy sevmiyordu. Benim Ferhan Şensoy sevmem için daha geçerli bir sebep olamazdı. İdealim de konservatuvar okuyup sonra onun yanında oyuncu olmak oldu. Lisedeyken de bununla ilgili üç tane şahane fırsat yakaladım. Birincisi, lise tiyatrolarında Arzu Kavlu ve Orhan Kemal Aydın’ın yönetiminde, o yaşta çocuğun denk gelemeyeceği bir deneyim yaşadım. İkincisi, lise birinci sınıfta Ferhan hoca Nöbetçi Tiyatro sınavlarını açtı, girdim, kazandım. 2007 yılından beri kendimi Ortaoyuncular kanatları altında hissediyorum. Üçüncüsü de Ceren Ercan’ın bir proje kapsamında bize oyun yazdırıp bunu Şehir Tiyatroları sahnesinde sergiletme fırsatı vermesi oldu. Henüz 16 yaşındayken böyle kıymetli insanlar beni ciddiye alıp ergenliğime bir fırsat tanıdığı için tiyatro benim için her zaman bir kurtarıcı oldu. Şu an aktif olarak yapmıyorum. Yaparsam da oyunculuktan ziyade bir şeyler yazıp sahneye koyasım var.

'ÜÇ ROMANIMIN DA SPOTIFY'DA ÇALMA LİSTELERİ MEVCUT'

Yazdıklarınızda müzik büyük bir yer kaplıyor. Yazı ve müzik hangi noktada metninize sirayet ediyor? Bazı bölüm başlıklarında veya başlıkların altında bulunan şarkı adlarını neye göre seçtiniz?

Ben bir şey izlerken arkada müzik yoksa bir eksiklik olduğu kanaatindeyim. Bir soundtrack hastalığı var yani içimde, filmlerin en önemli sahnelerinin müziklerle deneyimlenmesi gerektiğini düşünüyorum. Edebiyat bu manada biraz daha yalnız bir dal çünkü bir şey dinlerken bir şey okumak azıcık yorucu bir iş. Ama insanların o sahneleri hayal ederken de bazı müzikleri referans verebiliriz diye düşündüm. Aksiyonlu bir sahneyse ona göre bir müzik uydurayım, hatta besteleyebiliyorsak besteleyelim. Ne güzel olur. Sırf edebiyatta da değil. Ben önüme okunacak bir şey geldiğinde de ona bir “müzikli referans” verildiyse anlatılacak şeyi daha iyi kavrıyorum. Bir tiyatro oyunu ya da roman bir Nirvana şarkısıyla açılıyorsa, şarkıyı dinlemesem bile anlatılmak istenen atmosfer, havanın rengi, kişilerin tavrı bile ayyuka çıkıyor. Bunları yanıtlarken de Ringo Jets dinliyorum mesela.

Üç romanımın da Spotify’da çalma listeleri mevcut. Hatta Uzay Gazinosu’nun sonuna kare kod koyduk, telefonuyla taratan direkt listeye gidiyor. Acayip mutluyum. Tamamen o sahnelere uyacak şarkıları seçtim. Kimisi içindeki bir lirik ile ya da bir gitar riffi ile duruma hizmet ediyor.

https://open.spotify.com/playlist/4G6hOotScp5f1dGtChijId

Erkek anlatıcı üzerinden ilerliyorsunuz ve kara mizah metninizin tam göbeğinde... Buradan bakınca "anlatıcı" kendisini nasıl ortaya çıkardı?

Aslında ilk romanımda ana karakterim kadındı. Sonra erkek oldu.Yani kadın anlatıcı üzerinden epey bir süre Gece’yi yazdım. Ama evet genel olarak empatik bir erkek anlatıcı profili var. Anlatıcı kendisini çok şey anlatabileceğinden değil de, çok fazla şeyi anlamadığında ortaya çıkartıyor galiba.

Diğer kitaplarınızla da birbirine göndermelerde bulunan Uzay Gazinosu, bir büyüme hikayesi olarak göze çarpıyor. Bundan sonraki süreçte okurlarınızı ne gibi çalışmalar bekliyor?

Biri bunu deyince çok mutlu oluyorum çünkü farkında olmadan üç dönemlik bir belgesel sahibi gibi hissediyorum kendimi. Üçüncü olarak Uzay Gazinosu ile beraber bir ergenin geliş - girişme - sonuç sürecine dahil oluyorsunuz. Bu güzel bir deneyimdi ama artık bu tarzdan biraz uzaklaşacağım. Dünyada yeni ve çok acayip yazım / yayın türleri türüyor. Üstüne biraz kafa yorma evresindeyiz ama ancak Burak Albayrak'la yapabilirim.