Üsküp’te Osmanlı hamamında müze

Davut Paşa Hamamı, 1948’de sanat galerisine dönüştürülmüş bir Osmanlı hamamı. Bütün ulus devletlerde olduğu gibi, Makedonya’nın bir ‘ulusal galeri’ açması ihtiyacı ortaya çıktığında, uzun zamandır kullanılmayan hamam binası, yeni kurulan sosyalist cumhuriyetin ilk ulusal müzesi oldu. Böylece hem hamam binası korunarak günümüze ulaşabildi hem de Makedon sanatçılar bir müzeye kavuştu.

Abone ol

Avrupa Birliği’ne girebilmek için resmi ismini ‘Kuzey Makedonya’ olarak değiştiren Makedonya, 1948’de sosyalist Yugoslavya kurulurken federasyonun altıncı ülkesi olarak kuruldu. Makedon ulusal kimliği de bu tarihten sonra resmi olarak biçimlenmeye başladı. Tüm ulus devletlerde olduğu gibi, ulusal kimliğin sürdürülebilmesi için devletin inşa etmesi gereken belli başlı binalar vardı: Başkentte mutlaka bir opera binası, bir ulusal galeri, bir etnografya müzesi, bir modern sanat veya çağdaş sanat müzesi olmalıydı. Yugoslavya’nın altıya bölündüğü 1990’lı yıllara kadar, Tito’ya daima sadık kalan Makedonya’ya ise tüm bu binaları yaptıracak kadar büyük bir bütçe ayrılması çok zordu çünkü 2.Dünya Savaşı sırasında Yugoslavya’nın tamamı harabe haline geldiğinden, imar faaliyetlerinde öncelik başkent Belgrad’a verilmek zorundaydı.

Yeni kurulan devletin ihtiyacı olan binaların tümünü inşa etmeye bütçesi olmayan sosyalist Makedonya, Osmanlı döneminden kalma Davut Paşa Hamamı’nı restore edip sanat galerisine dönüştürerek, ‘ulusal galeri’ sorununu gayet akılcı şekilde çözdü. Şu anda Kuzey Makedonya Ulusal Galerisi ismiyle halen kullanılan bu hamamda 1951’de açılan ilk kalıcı sergide, hem Ortaçağ Makedonya’sından kalma eserlere, hem de 2.Dünya Savaşı öncesinden itibaren etkin olan, çağdaş sanatın ilk kuşağından Makedonyalı sanatçıların eserlerine yer verildi.

HAMAMDAN SANAT GALERİSİ YAPMAK İYİ BİR FİKİR Mİ?

Bir hamam yapısının, sanat galerisine dönüştürülmesi Türkiye’de pek alışık olduğumuz bir durum değil. Yeni kurulan sosyalist Makedonya ise kullanılmayan bir hamam binasına yeni bir işlev kazandırarak hem tarihi bir yapıyı şehre geri kazandırıyor hem de müze binası yapmanın devlete maliyetini azaltmış oluyordu. Makedonlar, ulusal kimliklerini 19.yüzyılda 2.Abdülhamit döneminde kazanmaya başladıklarını düşündüklerinden, ilk ulusal galerinin Osmanlı’dan kalma bir binada açılmış olması, Makedonların Balkanlardaki diğer devletlerin aksine Osmanlı geçmişini yadsımadıklarının bir göstergesi.

Çifte hamam tipindeki 900 metrekarelik Davut Paşa Hamamı, 1982’de ve 1989’da yeniden elden geçirildi. Şu anda müzede bulunan kalıcı sergi, 2001 yılında oluşturulan bir koleksiyon ve Makedon çağdaş sanatçılarının eserlerini içeriyor. Hamamın bir bölümü ise geçici sergilere ev sahipliği yapıyor. Bu müze, bizim yaptığımız gibi kullanılmayan hamam yapılarını yıkmak ya da restorana çevirmek yerine, sanat galerisi olarak kullanmanın gayet iyi bir fikir olduğunu kanıtlıyor.

1489-1497 arasında inşa edilen Davut Paşa Hamamı’nın nasıl dönüştürüldüğü konusunda ayrıntılı bilgi için bu siteye bakabilirsiniz.

Bu hamamı yaptırdığı dönemde, Rumeli (Balkan) Beylerbeyi olan Davut Paşa, sadrazamlığa yükseldiğinde İstanbul'a döndü. Vakfiyesine göre, Üsküp’te birden fazla yapı yaptırmıştı ancak sadece hamam binası ayakta kalabildi.

MAKEDONLAR OSMANLI GEÇMİŞİNİ REDDETMİYOR

Makedonların Osmanlı geçmişini reddetmiyor olmasının bir başka kanıtını Skopje 2014 projesi kapsamında inşa edilen Makedon Mücadelesi Müzesi’nde bulmak mümkün. 2011’de açılan ve 10 milyon Euro’ya mal edilen Makedon Mücadelesi Müzesi, balmumu heykeller ve savaş resimlerini içeren kurgusuyla, Makedonya’nın bugünkü ‘revizyonist’ resmi tarihi anlatımını görselleştiriyor. Bu müzenin giriş salonunun 2.Abdülhamit’e ve onun döneminde gerçekleşen olaylara ayrılmış olması, şaşırtıcı gelmemeli. Makedonya’nın iktidar partisi VMRO, Makedon ulusal bilincinin Osmanlı’ya ayaklanarak oluştuğuna dair bir ‘resmi tarih’ anlatımını benimsemiş durumda. Dilbilimsel anlamda Bulgarcadan çok da farklı olmayan Makedoncanın ayrı bir dil olarak kabul edilmesi ancak 1948’de sosyalist dönemde gerçekleşmiş olmasına rağmen VMRO, bu müzedeki resmi tarih anlatımında sosyalist dönemi hiç de övmüyor. Makedonya meselesinde ironik olan taraf, dil meselesi ya da Makedonya topraklarının Yunanistan’a mı, Bulgaristan’a mı yoksa kendilerine mi ait olduğu tartışmasından ziyade, “Makedonya Makedonyalılarındır” (“Macedonia to the Macedonians”) cümlesini kuran kişinin İngiliz siyasetçi ve devlet adamı William Gladstone (1809-1898) olması. Makedon Mücadelesi Müzesi’nde William Gladstone’un balmumu heykeli bulunuyor. Aynı müzede Atatürk’ün de balmumu heykeli sergileniyor ama kompozisyon bizim alıştığımızdan biraz daha farklı. Atatürk’ün ‘ilk aşkı’ olduğu söylenen Makedon bir kadının heykelinin Atatürk heykeli ile yan yana durması, bu aşk hikayesinin Makedonlar için gurur kaynağı olduğunu gösteriyor. Türkiye’deki Atatürk heykellerinin genelde nasıl olduğunu düşünürsek, Atatürk’ün balmumu figürünün yanında bir kadın figürüyle birlikte sergileniyor olması, yine bizim hiç alışık olmadığımız bir görüntü.

.

ÜSKÜP’TEKİ HAMAMA DAİR EFSANELER VE ÇARŞININ GELECEĞİ

Üsküp’te bulunan ‘eski çarşı’, tıpkı İstanbul’daki Kapalıçarşı’nın çevresine benziyor. Çarşı esnafı, biraz aksanlı haliyle Türkçe konuşuyor, dükkanlarda tesettür modasına uygun kıyafetler satılıyor. İnsanlar son derece sıcakkanlı ve Üsküp gayet güvenli bir şehir. Sabahları sıcak simit ve limonata bulmak mümkün. Çarşıdaki binaların çoğu bakımsız durumda olmasına rağmen Makedonya Türkleri, giderek harabeye dönen bu çarşıyı terk etmiyor. Yaşlılarla konuştuğunuzda, “Gençler batıya gidiyor. Hiçbiri burada durmuyor” serzenişini duyuyorsunuz. Bu cümle, Bulgar tarihçi Maria Todorova’nın Oryantalizm kavramından esinlenerek ürettiği ‘Balkanizm’ kavramının ne kadar haklı bir tanımlama olduğunu düşündürüyor. Balkanlarda yaşayanlar kendilerini hiç de Avrupalı hissetmiyor; Avrupa onlara göre daha batıda. “Bir hastalansak mahvolduk, buralarda doktor kalmadı” cümlesini duyunca Makedonya’yı harabeye çeviren şeyin beyin göçü olduğunu anlıyorsunuz.

Çarşının bitiminde, kentin “daha Avrupalı” olan karşı kıyısına bağlanan köprünün başındaki hamam binasına geri dönecek olursak… Makedonya’nın Tito sayesinde devlet haline gelmesinden önceki döneminde bile, uzun süredir kullanılmadan duran bu hamam binasıyla ilgili bir şehir efsanesi, klasik mitolojiyi aratmıyor.

Rivayete göre hamamın açıldığı gün, çeşmelerden yılanlar fışkırmış ve bu yılanlar Davut Paşa’nın kızını ısırınca, paşanın emriyle hamam hemen kapatılmış ve bir daha asla kullanılmamış. O dönemdeki Hristiyan cemaat, eskiden kilise olan yere hamam yapıldığını söyleyerek, bu olayı tanrının laneti olarak yorumlamış. Bu şehir efsanesi, aynı şehirde yaşayan iki farklı dinin mensuplarının birbirlerine saygılı olmayı öğrenmeleri gerektiğine dair bir ders içermesinin yanı sıra, başka bir doğruluk payını da içeriyor olabilir. Osmanlı’nın kiliseleri yıkmak yerine camiye çevirmeyi tercih ettiğini bildiğimize göre, su yapısı olan ve nehir kıyısına inşa edilen bu hamamın Üsküp kentinin altyapısıyla ilgili bir sorun yüzünden kullanılamamış olması mümkün görünüyor. Bugün bile çarşının içindeki bir otelde konaklarsanız banyo giderlerinden yosun kokusu geldiğini fark ediyorsunuz. Vardar Nehri, pek güçlü bir akarsu olmadığından, kıyılarındaki zeminin balçık niteliğinde olduğu bugün bile fark edilebiliyor.

ÜSKÜP 1960’LARDA MİMARİDE MODERNİZMİN BAŞKENTİYDİ

Üsküp, 1963’te gerçekleşen depremde neredeyse tamamen yıkılınca Birleşmiş Milletler desteğiyle o dönemin en yenilikçi mimarlarının projeleriyle yeniden inşa edilmişti. O dönemde brütalist üslubun en yaratıcı örneklerinden olan bazı binaları Üsküp’te halen bulmak mümkün. Makedonya Opera ve Balesi binası veya postane binası gibi bazı modernist yapılar, Skopje 2014 kapsamında AB’den gelen fonlarla yeni inşa edilen eklektik üsluplu binaların aralarında gözden kaybolmaya başlamış olsalar da halen ayaktalar ve kullanılıyorlar.

Kentin eski bölümünde bulunan Osmanlı camileri ise gayet bakımlı ve çok kısık sesle ezan yayını yapıyorlar. Anlaşılan çarşı kısmına şimdilik pek AB bütçesi ayrılmış değil çünkü henüz ne yapılacağına karar verilmemiş. Çarşıda bulunan ve sanat galerisini andıran bir turizm ofisinde, turistlerden çarşıyla ilgili görüşlerini, isteklerini belirtmeleri ve öneriler sunmaları isteniyor.

Çarşıdaki yapıların giderlerinden yosun kokusu geldiğini dikkate alırsak, burada bir kanalizasyon problemi olduğu ve çarşıdaki binaların restorasyonundan önce, ilk iş olarak altyapıyı düzeltmek gerektiği söylenebilir. Klasik Osmanlı hamam mimarisinin çok iyi korunmuş bir örneği olan Davut Paşa Hamamı da belki bu yüzden, tıpkı paşanın kendisinin hamamı kapattırdığının anlatıldığı masalda olduğu gibi, bölgenin altyapısında bir sorun olduğu için, gerçekten hiç kullanılamamış olabilir.

ULUS DEVLET OLMANIN KÜLTÜR VARLIKLARINA FAYDASI VAR MI?

1555’te bir deprem, 1689’da ise yangın atlatan hamam binası, sanat galerisine dönüştürüleceği zamana kadar hiç restore edilememiş. Arşiv belgelerine göre 1925’te binanın yıkılması düşünülmüş ancak bu kadar kalın duvarlı ve heybetli bir yapıyı yıkmak için bütçe ayrılamamış. Hamam yapısının sanat galerisi olarak kullanılması fikrini, 1935-1936’da belediye başkanı Josif Mihajlovski ortaya atmış ama çatıda ve taşıyıcılarda birkaç tadilat yapabilmekten öteye geçememiş. Bu yüzden, 1948’de kurulan sosyalist cumhuriyetin, yıllarca yerel çatışmalar ve savaşlar yüzünden perişan olan Makedonya’nın kültür varlıklarını da kurtardığını söylemek mümkün.