Ursula K. Le Guin: 'Ben bir erkeğim'

Ursula K. Le Guin’in denemelerinin derlendiği Zihinde Bir Dalga Metis Yayınları’ndan çıktı. Ursula K. Le Guin denemelerinde şahsi meselelerini, okumalarını, tartışmalarını ve görüşlerini ve yazmak üzerine görüşlerini anlatıyor.

Abone ol

Ne okusak da Türkiye gündeminden uzaklaşıp hayal gücü antremanları yapsak diye kıvranan okuryazarlar için kıymeti kendinden menkul olan bir eser daha raflarda yerini aldı. Ursula K. Le Guin’in denemelerinin derlendiği Zihinde Bir Dalga Metis Yayınları’ndan çıktı. Türkiye’de hatrı sayılır bir okur kitlesi bulunan Ursula K. Le Guin ile henüz tanışmamış olanlar için adeta derli toplu bir tanışma -hatta sohbet- fırsatı bu kitap.

Bir yazarın, yazı ve okuma çabasının hayal gücüyle nasıl etkileşime girdiğine ilişkin Ursula K. Le Guin’in pozisyonunu da ortaya koyan denemeler dört başlık altında sunulmuş:

Şahsi meseleler, okumalar, tartışmalar ve görüşler ve  yazmak üzerine...

Denemelerin çoğu daha önce başka yerlerde (1999’da Seattle Kitap Fuarı’nda yapılan bir konuşmanın metninden antolojiye yapılan katkılara dek uzanan bir yelpazede) yayımlanmış ancak yazılar bu derleme kitap için yeniden güncellenmiş yine de hiçbir yerde yayımlanmamış metinlere ve yazarın anlattıkları hakkındaki çizimlere de yer verilmiş.

VERİLİ OLANI İFŞANIN RİTMİNE DAİR

Ursula K. Le Guin hem yazarlık hem de okurluk üzerine derinlikli tartışmaları tatmak isteyen okurları hayal dünyasının penceresinden buyur ediyor. Kitabı açıp henüz içindekiler sayfasına gelmeden uzunca bir Virginia Woolf alıntısı karşılıyor. Kitabın ‘yazmak’ fikri etrafında dolanırken mırıldanacaklarının habercisi olan şu satır dikkat çekici: “Üslup son derece basit bir meseledir: tamamen ritmdir.” Yazının ve yazarların anlatımlarındaki teknik olarak ritmden bedenin yaşamsal işlevini sağlamak üzere gerçekleştirdiği ritme varana dek bütünsel bir tavır olarak kitaba sinmiş ama en çok Koleksiyoncular, Müteşairler ve Davulcular’da net biçimde duyuluyor.

İlerliyoruz ve bir ritmle başlıyoruz; şöyle diyor erkeksi bir cümleyle Le Guin: “Ben bir erkeğim.”

Toplumsal cinsiyet sorunsalını işleyen ve bunu gündelik yaşam içinde sorgulatan bir konumdan tuttuğu ritmi, dansçı kadının giydiği topuklu ayakkabılarda ya da genetik belirlenimcilik teması üstünden dönen bir tartışmanın cephesinde duymak mümkün. Fakat kitaptaki ilk yazıdan son yazıya kadar “verili olan” ile hayal gücünün çatışmasına, güzellik algısı üzerinden de değiniliyor : “Moda da büyük bir güç, büyük bir toplumsal kuvvet; öyle ki erkekler, modaya itaat ederek onları memnun etmeye çalışan kadınlardan daha çok kölesi olabilirler onun. Ben kendim de arzulanır olmak, herkesin yaptığını yapmak, modayı takip etmek için gerçekten saçma sapan ayakkabılar giydim.”

HAYAL GÜCÜ, KİMİN GÜCÜ?

Ursula K. Le Guin, Zihinde Bir Dalga, Metis Yayınları, 2017.

Bir dostumla Ursula K. Le Guin eserlerinden söz ederken onun fantastik yaşamları, gezegenleri yaratma başarısına atıfla “O kesinlikle bu dünyadan değil.” demişti. Yazarın eserlerinde anlattığı o fantastik yaşam ve gezegenleri nasıl hayal ettiğine dair sorulara onun hayal gücüne, edebiyata nasıl yaklaştığı hakkındaki yazılar cevap veriyor.

Onun yarattığı fantastik yaşamlarda aslında “fantastik” gelen pek çok unsur, Le Guin’in daha küçük yaşlardan itibaren -babasının antropolog olmasının da etkisiyle- antropoloji sayesinde başka yaşam kültürleri olduğu bilgisini tatmış olmasından besleniyor. Sadece okumakla ya da dinlemekle değil Kızılderili amcalar ile aynı sofraya oturmuş; ve o kültürlere, kitapta bir başka denemede bahsedilen iletişim modelinde anlatıldığı üzere karşılıklılığa dayanan daima iki yönde de işleyen sürekli bir öznelerarasılık ile temas etmiştir. Birbirinin farkında olan, karşılıklı diyalog kültürünün kurulabildiği yaşamların tasarımları bize neden bu kadar fantastik bir mesafede çınlıyor?

Tarihin bilgisine dair antropolojinin sunduğu modernite paradigması dışında kalmış yaşam kültürlerinin sağladığı veriler var, bugün için Ursula K. Le Guin külliyatının fantastik niteliği buradan besleniyor olabilir dedik; ancak söz konusu hayal gücünün nasıl çalıştığına dair Le Guin’in edebiyata yaklaşımına bakmak gerekir: “Okuryazarlığın önemli olmasının nedeni edebiyatın işletim kılavuzunun ta kendisi olmasıdır. Sahip olduğunuz en iyi el kitabıdır edebiyat.”

Kendi yazar konumunun büyük ölçüde okumaya duyduğu hevesin bir süreç olarak devam ettirmesiyle belirginleştiğini ve okumalarını nasıl derinleştirdiğini anlatırken şu ifadeye yer veriyor: “Böylece zihnimin içinde, sessizce, feministlerin yumuşak, destekleyici mırıltılarıyla çevrili bir halde Tolstoy hakkında hürmetsiz sorular sormaya başladım.”

Le Guin’in Tolstoy ile yaşadığı münakaşanın sebebi ise Tolstoy’un eserindeki meşhur cümlesi, “Bütün mutlu aileler birbirine benzer; her mutsuz aileninse kendine özgü bir mutsuzluğu vardır.” Yazarın okurunu ikna etmesi gerektiğini vurgulayarak Tolstoy’a yükleniyor, “bu nasıl genelleme, bu nasıl evrensel varsayım?” diye soruşturuyor. “Mutlu aile” imgesini kuran yazarı bir okur olarak yerinden ediyor, rahatını bozuyor.

Okuma ve yazma çabalarının sunduğu en büyük haz vaadini hayal gücü olarak kavrayalım. Hayata içkin soyut kavramları şekillendiren de söz konusu hayal gücü potansiyelidir: “Adaleti hayal edemezsek kendi adaletsizliğimizi görmeyeceğiz. Özgürlüğü hayal etmezsek özgür olmayacağız. Adalet ve özgürlüğün erişilebilir olduğunu hayal etme şansına sahip olmamış birinden bunlara erişmeye çalışmasını talep edemeyiz.” Ve hem kendisinin hem okuyucunun rahatını bozacak bir ekleme yapıyor: “İsyanın mümkün olduğunu öğrenme imkânı olmayanlardan isyankâr bir ruh bekliyoruz ama biz ayrıcalıklılar kılımızı kıpırdatmıyor ve bunda kötülük görmüyoruz.”

YAZARIN TAVRINA, OKURUN SORUMLULUĞUNA DAİR 

Gerçek olarak addedilen ile kurmaca arasındaki fark nedir? Dogma düşüncenin inşa edilip edilmemesinde yazarın tavrı belirleyicidir. Teorinin pratikle olan tahakküm mücadelesi de buradan beslenir: “Teori çoğu zaman kırklarındaki endişeli insanları, yani adamları teselli etmek için icat edilir. Bu yüzden bir Karl Marx’ımız vardı, hâlâ da iktisatçılarımız var ama görünüşe bakılırsa Marx’ı kaybettik. Bu anlamda teori çıtkırıldımdır.”

Le Guin yakaladığı ritmin peşinden koşturmuyor okuyucuyu, ritmi bir yazar olarak önce kendisi okuyup dinliyor. Hikâyeyi, okur ve yazarın işbirliği olarak görüyor ve okur pozisyonu için yazarın sorgulamadığı varsayımları sorgulamayı önemsiyor.