Üniversitede cuma namazı düzenlemesine tepki

YÖK, tüm üniversitelere ders ve sınav saatlerinin cuma namazına engel olmayacak şekilde düzenlenmesi talimatı verdi. Uygulama önümüzdeki günlerde Ege Üniversitesi'nde başlayacak. Eğitim-Sen İzmir 3 No.lu Şube Başkanı Kıyasettin Yasa: "Kampüslerde cumaya giden gitmeyen olarak ayrımlar oluşacağı, bir baskı unsuru haline geleceği açıktır." Veli Der İzmir Şube Başkanı Turan Özüçelik: "Anayasa'daki 'Kimse dini inancını açıklamaya zorlanamaz' hükmü ihlal ediliyor."

Abone ol

İZMİR - 4 Nisan 2018 tarihinde YÖK Başkan Vekili Rahmi Er imzasıyla, tüm üniversite rektörlüklerine ders ve sınav saatlerinin cuma namazına engel olmayacak şekilde düzenlenmesi talimatı veren bir yazı gönderildi.

Söz konusu yazının ardından geçtiğimiz hafta Ege Üniversitesi Rektör Yardımcısı Canan Fisun Abay, mesai, ders ve sınav saatlerinin cuma namazıyla çakışmayacak şekilde düzenlenmesi için bir metin yayımladı. Yayımlanan talimat metni, Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Fen Bilimleri Enstitüsü, Sağlık Bilimleri Enstitüsü ve Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü’ne gönderildi.

Eğitim-Sen İzmir 3 No.lu Şube Başkanı Kıyasettin Yasa ve Veli Der İzmir Şube Başkanı Turan Özüçelik’e Ege Üniversitesi’nde önümüzdeki günlerde uygulamaya geçirilecek olan düzenleme ile ilgili düşüncelerini sorduk.

'CUMAYA GİDENLER VE GİTMEYENLER AYRIMI OLUŞACAK'

Eğitim saatlerinin dini referanslara göre ayarlanmasının gündeme gelmesini kaygı verici bulduğunu söyleyen Kıyasettin Yasa, ‘’Bilimsellikten zaten uzaklaşmış olan ve ticari birer işletme haline getirilmek istenen üniversitelerimizde maalesef bu tür haberleri sürekli duymaktayız’’ diyor.

Tek dinci, tek mezhepçi bir anlayışın sonucu olarak hayata geçirilmek istenilen bu düzenlemenin laik, sosyal ve hukuk devleti ilkelerine aykırı olduğunu belirten Yasa, sözlerini şöyle sürdürüyor:

‘’Öğrencilerin eğitim haklarının ellerinden alınması, barınma, beslenme gibi sorunlarına duyarsız kalan rektörlerimiz iktidarın beğenisine yol açacak bu tür uygulamaları hayata geçirmeyi daha önemli görüyorlar. Barış akademisyenlerinin OHAL hukuksuzluğu ile uzaklaştırılmasından sonra oluşturulan baskı iklimiyle kendileri için adeta dikensiz gül bahçesine dönen üniversitelerimizde, Cumhurbaşkanının kampüslerdeki gölgesi olan rektörlerin aidiyet duyguları maalesef üniversite ve bilime değil siyasi iktidaradır. Uygulamalarını tamamen bu anlayışla yapmaya da devam etmektedirler. Kampüslerde artık cumaya giden gitmeyen olarak ayrımların oluşacağı ve bunun da hem öğrenciler hem de akademisyenler üzerinde bir baskı unsuru haline geleceği açıktır. Temennimiz, rektörlerin üniversitenin asıl sorunlarıyla ve üniversite aidiyeti ile çözümler üretmesidir. Eğitim-Sen İzmir 3 No.lu şube olarak üniversitelerimiz insan, toplum ve doğa yararına demokratik birer bilim yuvası olana mücadelemiz sürecektir.’’

'HİÇ KİMSE DİNİ İNANCINI AÇIKLAMAYA ZORLANAMAZ'

Uygulamanın laik devlet ilkesine aykırı olduğunu belirten Veli Der İzmir Şube Başkanı Turan Özüçelik ise, "Genelgeyle getirilen bu uygulama öğrencileri ‘Cuma namazı kılanlar ve kılmayanlar’ diye iki cepheye bölecek. Anayasa'nın 24'üncü maddesi inanç ve ibadet ile ilgili birtakım kuralları koymuştur. Buna göre hiç kimse dini inancını açıklamaya zorlanamaz. Cuma namazına göre mesai saatinin ayarlanması Anayasa'nın 24. Maddesi'nde ifadesini bulan 'kimse dini inancını açıklamaya zorlanamaz' hükmünü ihlal ediyor. Yani siz bu izin için başvurmazsanız aslında dolaylı olarak kendi dini inancınızı açıklamak zorunda bırakılmış oluyorsunuz’’ diyerek kaygılarını dile getiriyor.

'BİR TÜR FETİH HAREKATI GİBİ DÜŞÜNÜYORLAR'

Devletin laik niteliğini aşındırmaya yönelik uygulamaların her geçen gün arttığından söz ederek "Biz bunun bir siyaset mühendisliği, toplum mühendisliği olduğunu düşünüyoruz. Yani toplumu dini eğilimlere, dinsel yönelimlere göre biçimlendirme arzusunun doğal bir sonucu olarak gündeme getirildiğini düşünüyoruz’’ diyen Özüçelik, bunun ileride atılabilecek başka adımlar için bir ön adım olmasından endişe ettiğini söylüyor:

"Ülkemizi yöneten iktidar sahipleri merkezi ve yerel yönetimlerde iktidar olmalarına rağmen kültürel ve sosyal iktidarlarını bir türlü tesis edemediklerinden yakınmışlardı. Buna bağlı olarak da öncelikle eğitim sistemimizi dinsel esaslara uygun bir şekilde düzenlemeye çalıştılar. Çünkü onlar da biz de çok iyi biliyoruz ki; ilköğretimden ortaöğretime kadar özellikle örgün eğitimde ülke nüfusunda 20 milyon öğrencimiz var. Anne ve babalarını da düşündüğümüzde ülke nüfusunun çok büyük bir çoğunluğu, adına ‘eğitim’ dediğimiz bu dolayımdan geçiyor. Bu nedenle okulları dinselleştirirsek bütün toplumu bu yönde bir şekilde aşağıdan yukarıya fethedebiliriz diye planlıyor olmalılar! Yani bir tür fetih harekatı gibi düşünüyorlar. Bu şekilde insanların toplumsal yaşayış biçimlerini kendi ideolojik düşüncelerine göre dönüştürebilmek için aşağıdan yukarıya bir kuşatma yapıyorlar."

'BİZ VE ONLAR GİBİ BİR KUTUPLAŞMA YARATIR'

Özüçelik, söz konusu uygulamaların olası sonuçlarını ise şöyle özetliyor:

‘’Bırakalım üniversiteyi, bir işyerinde mesai saatlerinin Cuma namazı esaslarına göre düzenlendiğini varsayalım. Bu işyerinde iş barışını anında bozacaktır. Aynı şekilde üniversitede de öğrencilerin ya da akademik personelin doğrudan kutuplaşmasına, ayrışmasına, ‘biz ve onlar’ gibi bir kutuplaşma yaratılmasına yol açacağını düşünüyorum. Yani ‘Cuma namazına gidenler bizimkiler, gitmeyenler onlar’ gibi. Sürekli toplumu kutuplaştıran, ötekileştiren, toplumun "yarısını" önemseyen geri kalanını yok sayan uygulamalar, insanları eşit yurttaşlık bağıyla o ülkeye bağlılık duymaktan uzaklaştıracaktır. Dolayısıyla bir arada olma öncelikleri giderek aşınıyor bu tür uygulamalarla. Tarafsız bir şekilde bilim üretmesi gereken kurumlar olması gerçeğinden uzaklaşarak olayın dinsel mahiyetini ön plana çıkaran uygulamalar yaparsanız, bu üniversitelerin bilim odağı olmasından uzaklaştırılması anlamına gelecektir. Keza bilimle yoğrulmasını öngördüğümüz öğrenci kitlesinin de bir şekilde dinsel inançlar yüzünden ya da dinsel ibadet ritüelleri yüzünden birbirinden kopması, uzaklaşması dolayısıyla kutuplaşması gibi sonuçlara varacak bu uygulamaları tehlikeli gelişmeler olarak görüyoruz.’’