Umut ve inat

Umudu ve sevinci insanın içinden söküp almak hiç de kolay değil. Hele de karanlık bir gecenin şafağı görüldüyse. O temasın bıraktığı iz kolayca silinebilir mi?

Abone ol

Özgürlükten, barıştan, yaşamdan yana olanları sevinçsiz bırakacak biçimde ağırlaşıyor yaşamanın koşulları. Toplumsal, siyasal, ekonomik bir kıskaç bu. Umutlanacak ne varsa kırılıp, parçalanıp ezilerek dirençler imtihan ediliyor adeta. Peki içinde bulunduğumuz koşullarda, bu olağandışı süreç şiirin gündeminde yer alıyor mu? Alabilir mi?

Antoloji, ödül ve benzeri konuların etrafında yaratılan yapay gündemleri geçelim. Hepsinin önünde, arkasında sahip olanın başını döndüren, olamayanın gözünü kamaştıran iktidar olgusu, hegemonya sorunu var çünkü. İktidarın kirleticiliğini de, insani değerleri aşındırıcı, pisliğini her şeye bulaştırıcı gücünü de biliyoruz.

Soru umutla, inatla, direnişle, dayanışmayla ilgili… Hayatla, dünyayla barış için, özgürlük için ısrarlı olacak biçimde ilişkilenen, “kayayı delen incire”, “uçurumda açan çiçeğe” bağlanan gerçek bir gündemi var mı şiirin?.. Örneğin şiirin gündeminden Ahmed Arif’in dizelerindeki duyarlılıkla umudun ve inadın sesini yükselten bir yönelimi izlemek mümkün mü…

“Döğüşenler de var bu havalarda

El, ayak buz kesmiş, yürek cehennem

Ümit, öfkeli ve mahzun

Ümit, sapına kadar namuslu

Dağlara çekilmiş

Kar altındadır…”

Türkiye Yazarlar Sendikası, Türkiye PEN Merkezi, Türkiye Gazeteciler Sendikası ve DİSK Basın İş gibi meslek örgütü ve sendikaların katıldığı 15 Kasım Dünya Yazarlar Günü toplantısında açıklandığına göre Türkiye’de 144 yazar ve gazeteci hapiste. Bunun son ve kesin bilgi olduğu bile kuşkulu. Tam da Nâzım’ın şiirindeki gibi: “Hava kurşun gibi ağır”. Televizyonlar, radyolar kapatılıyor. Dergilerin yayınları durduruluyor, gazeteler yasaklanıyor. Düşünce ve ifade özgürlüğü yok ediliyor.

Umudu ve sevinci insanın içinden söküp almak hiç de kolay değil. Hele de karanlık bir gecenin şafağı görüldüyse. O temasın bıraktığı iz kolayca silinebilir mi? Temas ki sadece hatıra oluşturmaz. Hatırlama, ama aynı zamanda hayal etme ve tasarlama nedenidir. Umudu kaybetmemek de bir direnme biçimi olabilir. Göğe bakmak, göğe bakmaya çağırmak mutsuzluğun dibinde bile başkaldırının, teslim olmamanın dile getirilişidir. Biliyoruz “gülmek bir halk gülüyorsa gülmektir”. Gelmese de içimizden, gelse de öyle sürekli olmaksızın bir caz müziği gibi… Gülmekten bir barikat kurulabilir.  Gülmekten, hatta kahkahadan bir barikat.  Sanırım bugünlerde en çok ihtiyacımız olan şey bu: İnat. Şair Asuman Susam’ın kitabına verdiği addan esinlenerek söyleyelim kemikleşen bir inat gerekiyor… Öyleyse şiirden, zor zamanlarda da gündeminden çıkarmadığı umudu, inadı ve gülmeyi bugünlerde daha çok dillendirmesini bekleme hakkımız var. Şiirin umutsuz olmamak için muhtaç olduğu güç tarihsel birikiminde mevcut.  Çünkü şair çağına, yaşama karşı sorumlu olmaktan hiçbir zaman kaçınmamıştır. İşte şairliğin ‘korkulu usta’sı Turgut Uyar’ın şiiri… Başka söze gerek var mı?

Bir Süregen İlkbahar

Dursun Ali’yi mi sordunuz nevşehir’den, dışardadır,

almanya’da

“karanfil suyu neyler”i söyler durmadan

nevşehir koca bir şehir, bakmadan kim geçebilir yanından

Seyfettin’i mi sordunuz, dışardadır, almanya’da

“adına gül denen menekşe”yi hatırlar durmadan

aslında ne menekşe ne güldür hatırlanan

topluca bir coşkunluğa varıldığı zaman

şöyle ki, bir türkü sanki alır götürür kimsesizliği

münşen’de, kölün’de, şutgard’da falan

ateş sönmez rüzgârın sesinden, tersine parlar

önüne durulmaz olur artık harından

ha, Süleyman’ı sorduysanız, o içerdedir, türkiye’de

Muzaffer’i sorduysanız, o da içerdedir, türkiye’de

Hasan da içerdedir, türkiye’dedir, Mümtaz da türkiye’de

Behice de öyle ülseri depreştiği zaman

yeni bir türkü bozar gider beyazlığın adını

şakır şakır bir yağmur gibi belleklerde kalan

ve hatırlanır bir atın susuzluğu

Arif’i mi sordunuz, dışardadır, almanya’da

çalışır

Seçkin’i mi sordunuz, içerdedir, türkiye’de

Mevlût’u mu sordunuz, içerdedir, türkiye’de

okunur

uzun bir gün olarak ağustosta, içerde

Yusuf’u sorduysanız, rize’den, o dışardadır, almanya’da

gelecektir tabancasıyla

karısı buradadır, türkiye’de çocuklarıyla

Murat’ı sorarsanız, içerdedir, türkiye’de

her allahın günü beşe bölerek uykusuzluğunu

“gülün narkını” hesaplıyor durmadan

şimdi, ayışığı bir kız çocuğu adının tercümesidir, amma

kendisiyle uyuşulmaz değildir hiçbir zaman

kardeşleri görünümündedirler bir asi karanlığın

hepsi

Dursun Ali, Seyfettin, Muzaffer’le Süleyman

hepsi solgundur evet, karanlıktadır şimdi hepsi

nerden biliyorum derseniz, işte ordan burdan

ben söyledim bunu, kâtip yazdı, öbürleri bildiler

çünkü nasıl bir yazdı, kaçıncıydı koşup geldiler

Mustafa nasıl yazdı Behiç’in sesini, bilmedim mi

çünkü bana kalırsa kötü bir yazdı

çünkü herkes gidip gelirken ayaklarıyla ve motorlarıyla

Sadun’la Behiç’in içi kapkara bir beyazdı

önce diyelim ki şiir bir kuşkudur

bir otobüs yolcusunun kimliğini taşır

bir şarkı olup bir sonbaharda

onulmaz bir güzelliğe ulaşır

ve yitirip rengini bir akşam saatinde

olur olmazlaşır

kardan almaz belki rengini

ve düşmez

şimdi biz haberi nerden verelim derseniz

solgun ama aydınlık olanlardan

bir taraf olanlardan

söğütlerden de olur, kavaklardan da

ve çamlardan

yırtılıp giden adamlardan

ve durup duran adamlardan

içerden, dışardan türkiye’den, almanya’dan

ve solgun ama aydınlık olanlardan

Mahir’i sorarsanız, dışardadır, türkiye’de

YENİ ÇIKAN KİTAPLAR

Yalnızlığın kitabı

Özdemir Asaf’ın dillere persenk (pelesenk değil) olmuş “Yalnızlık/ Paylaşılsa yalnızlık olmaz” dizesi, yalnızlıkla ilgili sanki söylenebilecek her şeyin söylendiği duygusunu verir. Ama öyle değil elbette. Çünkü insanın varlığına, varoluşuna ait durumların hiçbir zaman son sözü yoktur. Zamana, mekâna, yaşantıya, deneyime, algıya, duyarlılığa göre yalnızlık gibi insanın haller içinden bir halini isimlendiren konunun dile getirilişi değişkenlik gösterir. Birçok şairin yalnızlığı sorun edindiği şiiri, dizesi vardır. Fazıl Hüsnü Dağlarcı’nın “Rüya rüzgârlarında bir yaprak yalnızlığım” dizesi de bunladan biri… Özdemir Asaf’ınki bunların arasında en çok bilinenidir.

Diyeceğim o ki şairler için yalnızlık hiç bitmeyecek bir konudur aynı zamanda… Şiir okuru açısından da aynı mıdır; yalnızlık şiirleri ne ölçüde ilgi çekicidir?.. Hele de yalnızlığın kitabı… Ancak şair yalnızlığın şiirini de değil kitabını yazmışsa dikkat… Yasakmeyve yayınlarından çıkan “Kitab-ı Yalnızlık”

1969 doğumlu Cemal Atay Genç’in üçüncü kitabı… Kitap için arka kapağında yazdığı gibi “öldükten sonra büyüyeceğinden emin” bir şairin “imkânsız sorular sorduğu” ve yanıt aradığı şiirlerin toplamı tanımı yanlış olmayacaktır…

Kısaları toplayınca

Bu haftanın yeni çıkan kitaplarından biri de 1980 doğumlu Ali Ulaş Akalın’a ait. “Uzun Bir Kısa İki” adlı Yasakmeyve’den çıkan kitapta Akalın’ın on bir şiiri yer alıyor. Şiirleri Varlık dergisinde yayımlanan Ali Ulaş Akalın, özgeçmiş bilgilerinden öğrendiğimize göre öykü de yazıyor. Şiirlerinden de bunu anlamak olası. Şiir kurları için “Uzun Bir Kısa İki”deki özellikle bazı şiirlerde belirgin biçimde öne çıkan deneysel arayışlar ilgi çekici olabilir. Kitabı okuyacakların bilmesi gereken, “Uzun Bir Kısa İki”nin bir ilk yapıt olduğu.

Her ilk yapıtta temalar, konular, izlekler değişir, ama temel sorun hemen hemen aynıdır: Şairin arayışı. “Uzun Bir Kısa İki”deki arayışın kitabın okurunu pişman etmeyecek düzeyde kaldığını belirtelim.

Ayrıca şiir okurunun kitaptaki özellikle “dün yarın tekrar kanıyor” başlıklı şiiri tekrar tekrar okuyabileceğini öngörebiliriz.

Uzun ruhlu cüce

Bazı şairlerin öykücü bazı öykücülerin şair olması şaşırtıcı değil. Ama beni bazı isimlerin gayet iyi denecek biçimde hem şair hem de öykücü olmayı başarmaları şaşırtıyor. İyi ki de şaşırtıyor. Çünkü bu şaşkınlık okuma iştahımı kabartıyor, merakımı arttırıyor.

Serkan Türk’ün şiirlerini okurken onun adeta size şöyle fısıldadığını duyuyorsunuz: Biliyor musunuz, ben hangi şehirdeysem yaşama inceliğinin başkenti orasıdır.

“balkonlar evlerin kirpikleri değil mi

zaman zaman açılıp kapanan sokağa

yine de gözlerini severim evlerin

bir pencere ne çok yalnızlıktır aslında”

Bu dizeleri yazdıran o incelikten başka ne olabilir ki… Serkan Türk’ün son şiir kitabı Yitik Ülke yayınlarından çıktı…

Kitap fuarının son iki günü

Kitap okurlarının ulaşım zorluğu ve şehirden uzaklığı nedeniyle şikâyet ettikleri, ancak yine de ziyarete gittikleri kitap fuarı pazar günü kapanıyor. Fuar süresince edebiyat, sanat, kültür yaşamını baskı altına almaya yönelik uygulamalara dikkat çekildi. Düşünce ve ifade özgürlüğünü yok eden girişimler protesto edildi. Tutuklu gazeteci ve yazarlara destek veren eylemler, etkinlikler gerçekleştirildi.

  • Ahmet Telli’nin “Yangın Yılları’ndan Bakışın Senin’e Ahmet Telli Şiirleri” başlıklı söyleşisi 19 Kasım Cumartesi günü (bugün) Marmara salonunda saat 14.15’te başlayacak.
  • Şükrü Erbaş’la Haydar Ergülen’in katıldığı “Şiir ve Gerçeklik” konulu söyleşi 19 Kasım Cumartesi günü (bugün) Heybeliada salonunda. Söyleşi saat 15.30’da başlayacak…
  • Halil İbrahim Özcan’ın yönettiği; Salih Aydemir, Berkiz Berksoy, Şeyhmus Diken, Haydar Ergülen ve Tarık Günersel’in konuşmacı olarak katıldığı “Retorik, Şiir, Siyaset” konulu panel 19 Kasım Cumartesi günü (bugün) Kınalıada salonunda. Panelin başlama saati 17.00.
  • “90. Yaş Gününde John Berger, Hayat ve Şiir” konulu söyleşi 19 Kasım Cumartesi günü (bugün) Kınalıada salonunda saat 18.15’te başlayacak.

Söyleşiye konuşmacı olarak Cevat Çapan, Enis Rıza, Emirhan Oğuz katılıyor.

  • “Edebiyatımızda Bir Kırılma: 2000’ler Şiiri” söyleşisi 20 Kasım Pazar günü Büyükada salonunda yapılacak. Etkinliğin başlama saati 15.45. Söyleşiye Baki Ayhan T, C. Gündoğdu, Ali Özgür Özkarcı katılıyor.
  • “Şiirden Meydana Getirmenin Estetiği” konulu söyleşi 20 Kasım Pazar günü kınalıada salonunda saat 15.45’te başlayacak. Konuşmacı Celal Fedai.