Ümran Safter: Belgesel ile gerçeklik kelimesini yan yana koymuyorum

Ümran Safter'le belgesel sinemayı konuştuk. Safter, "Mızmızlanmak, sürekli fon aramak, festival stratejileri yapmak yerine daha çok üretmek lazım" dedi.

Abone ol

DUVAR - Uzun yıllar hem yazılı hem de görsel medyada muhabir ve editör olarak çalıştıktan sonra 2013 yılında bir daha geri dönmemek üzere gazeteciliğe veda eden Ümran Safter, “Ne yapabilirim diye düşünürken karşıma 2015 yılında Ara Güler ile ilgili uzun metraj belgesel film projesi çıktı” diyerek bir tesadüf sonucu belgesel sinema dünyasına adım atar. Bu projede yapımcı olarak yer alan Safter, “Ara Güler ile ilgili 'İstanbul’un Gözü' filminde el yordamıyla yapımcılığı, festivalleri, satış ve dağıtım stratejilerini öğrenmeye çalıştım” sözleriyle açıklar o günlerini. Bir sonraki yıl Sevan Bıçakçı ile ilgili bir film çeken Safter, Nezihe Muhiddin ile ilgili "Kadın Olmanın Günahı" ve son olarak da Ertegün Kardeşler ile ilgili "Kapıyı Açık Bırak" filmlerinin hem yapımcılığını hem de yönetmenliğini üstlenir.

58. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde "Leave the Door Open" ( Kapıyı Açık Bırak) isimli filmi yarışacak olan Safter’le bir araya geldik ve belgesel sinema anlayışını konuştuk.

Ümran Safter

Kavramsal olarak bakıldığında belgesel sinema, diğer sanat dallarına nazaran gerçeğe sadık kalmasıyla öne çıkıyor. Zihninizde belirlemeye başlayan bir fikir belgesele varmadan önce, tıpkı bir ağacın dalları gibi kurmacaya, hayali olana uzanıyordur muhakkak. Bu durum bir sanatçıyı kısıtlamaz mı?

Ben esasen belgesel sinema ile gerçeklik kelimesini yan yana koymuyorum. Belgesel sinema ne kadar gerçekçi olabilir ki? Kamerayı koyduğunuz yer, kadraja aldığınız özneler, bakış açınız vs. sonuçta belgesel filmler hep kurmaca öğeler taşıyor. Ben gerçeklik kelimesi yerine etik kelimesinin kullanılmasını daha uygun buluyorum. Eski bir gazeteci olarak, belgesel sinemayı gazetecilikten de ayırmak gerektiğini düşünüyorum. Sosyal konuları film yaparken doğruyu yanlışı öğretmeye çalışan, kendince sonuç ve tarih üreten filmlerden uzak duruyorum.

'BELGESEL FİLMLERİN AZIMSANMAYACAK İZLEYİCİSİ OLDUĞUNU DÜŞÜNÜYORUM'

Türkiye’de belgesel sinema pek önemsenmez. Festivallerde geri planda kalır, TV satışı yapılmaz, kaynak yaratmada sıkıntı yaşanır. Kendinizi “üvey evlat” gibi hissediyor musunuz?

Yok hiç üvey evlat gibi hissetmedim. Ayrıca üvey evlat olmak da kötü bir şey değil. Sonuçta yaptığım işe bakıyorum. Festivaller programlarına almış mı almamış mı, TV'ler satın alır mı diye hiç düşünmüyorum. Yola bu düşüncelerle ve beklentilerle çıkmıyorum. Ayrıca belgesel filmlerin de azımsanmayacak izleyicisi olduğunu düşünüyorum. Yeter ki film yapmaya, üretmeye devam edelim.

Bir estetik tercih olarak belgesel için, sinemanın özü, kaynağı diyebiliriz. Zira çekilen ilk filmler belgeseldi. Tarihsel bağlam içinde, belgeselin bugüne ulaşma serüvenini, geçirdiği değişimleri nasıl yorumluyorsunuz? Kendinizi bu gelenek içinde nerede görüyorsunuz?

Yıllar içinde belgesel sinemanın da pek çok türü ortaya çıktı. Bu çok sevindirici bir gelişme. Artık belgesel filmler de pek çok festivalde kurmaca filmlerle aynı kategorilerde yarışıyor. Hatta bazen en iyi film ödülü de aldıkları oluyor. En son Altın Koza Film Festivali’nde de bir belgesel film "Yaramaz Çocuklar", en iyi film ödülünü aldı. Belgesel sinemacılara cesaret veren, bir gelişme. Umarım önümüzdeki yıllarda sayıları daha da artar. Ben kişisel olarak belgesel ile kurmaca arasındaki çizginin bulanıklaştığı filmleri daha çok seviyorum.

Özellikle sosyal medyada, hazır bilgi veren birtakım Youtube içerikleri belgesel olarak tanımlana geliyor. Bu noktadan yola çıkarak iki ayrı soru soracağız. İlki, belgesel bilgi taşıma aracı mıdır? İkincisi, bu içerikleri estetik olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sosyal medyada, YouTube’da yayınlanan filmler belgesel midir, değil midir? Hiç üzerine düşünmedim. Yapanlar belgesel diyorsa öyledir. Karar verici kimdir, bilmem? Benim de zaman zaman keyifle izlediğim işler çıkıyor bu platformlarda. Belgesel film, bana göre salt bilgi taşıma aracı değildir. Ama öyle filmler de çok fazla. Dediğim gibi bu tartışmalar hep subjektif.

'HER ŞEYİN ÇOK ÇABUK UNUTULDUĞU GÜNÜMÜZDE HAFIZAYI DİRİ TUTMAK ÖNEMLİ'

Belgesel sinema, gerçekle olan doğrudan ilişkisinden dolayı sık sık egemenlerin hışmına uğruyor. İdeolojik bağlamda bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Zaman zaman evet yaptıkları filmler nedeniyle iktidarın hışmına uğrayanlar belgesel sinemacılar var. Her şeyin çok çabuk unutulduğu günümüzde hafızayı diri tutmak önemli. Bu türden filmler de çok önemli bana göre. Ama bu tür filmleri yaparken gazetecilikten de uzaklaşmak, içeriğine estetik ve yaratıcılık katmak lazım. Ayrıca son 20 yıldır Türkiye müthiş bir dönüşüm ve kırılma geçirdi. Bu süreçle ilgili de doğru düzgün filmler yapılmadı. Yapılsa da sayıları çok az. Bu da belgesel sinemacılara dert olsun demek isterim. Mızmızlanmak, sürekli fon aramak, festival stratejileri yapmak yerine daha çok üretmek lazım.

Son günlerde, filmler/diziler yayımlayan çeşitli internet mecralarının daha aktif kullanılıyor olması hasebiyle, birkaç sermayedarın “piyasaya” gireceği konuşuluyor. Bu durum sadece dizi sektörü için değil, sinema sektörü için de heyecan yarattı. Peki, belgesel sinemacılar bunun neresinde? İnternet mecralarından destek alarak iş üretebilmek, geçmişteki üretim koşullarına nazaran sizi özgürleştirir mi? Ne düşüyorsunuz?

Genel olarak sinema yapmak eskiyle kıyaslandığında çok pahalı bir uğraş değil. Minimal bütçe ve ekiple de üretmek mümkün. Bu da pek çok yetenekli ve azimli gencin önünü açıyor. Bu yüzden artık daha çok film üretiliyor. Bu filmleri yayınlayacak mecralar da çoğaldı. Ancak resmi ve özel fonlar, festival stratejileri yaratıcılığın ve özgür düşüncenin önündeki en büyük engeller. Bu ikilem nasıl aşılır onu da bilmiyorum açıkçası.

Hazırladığınız yeni bir proje var mı? Günleriniz nasıl geçiyor?

Son olarak yapımcılığını Suraj Sharma’nın, görüntü yönetmenliğini Bertan Özer’in yaptığı ilk uzun metraj kurmaca film projem "Kabahat"in çekimlerini yeni bitirdik. Kendi çocukluğumdan esinlenerek yazdığım senaryoyu, çocukluğumun geçtiği Çankırı’nın bir köyündeki aileme ait evde çektik. Heyecan verici bir deneyim oldu benim için.