Türkiye’de toplumsal gerçekliğin gizlenmesi, sanallaşma ve 2023 seçimleri

CHP toplantısında Türkiye ve dünyanın önemli sorunlarına vurgu yapılmamış ya da görmezden gelinmiştir. Seçmen davranışlarını etkileyen sorunlar gündeme getirilmemiş ya da yeterince vurgulanmamıştır.

Abone ol

*Rüstem Erkan
Fransız sosyolog Jean Baudrillard’ın simülasyon görüşü, özellikle günümüz post modern toplumlarında gerçeklik ya da hakikatin ortadan kalktığı ve onun yerini simülasyonun aldığı tezine dayanmaktadır. Bu yaklaşıma göre, artık toplumların giderek sosyal ve fiziksel gerçeklikle bağı kopmaktadır. Simülasyon teorisi “gizlemek” ya da yokmuş gibi davranmaktan farklıdır. Gizlemek, var olan bir toplumsal ve fiziksel gerçekliği yokmuş gibi göstermektir. Simülasyon ise, fiziksel ve toplumsal gerçekliği olmayan bir şeyi varmış gibi göstermektir. Türkiye’de egemen olan bakış açısının toplumsal gerçekliği “gizlemek” ya da görmemek olduğunu söyleyebiliriz.

SANAL EVREN OLUŞTURMADA SİNEMA VE MEDYANIN ROLÜ  

Türkiye’de toplumsal gerçeği gizleme ya da görmemenin en iyi örneği sinemada yaşanmıştır. Bir dönem Hollywood melodramlarının etkisinde kalan Yeşilçam Sinemasında piyasa romanları filme çekilmiş ve çoğunlukla İstanbul’da geçen gündelik yaşam sosyal gerçeklikten uzak bir şekilde ele alınmıştır. Türkiye’de sinemada toplumsal gerçeklikle yüzleşmenin Metin Erksan’ın 1952 yılında çektiği “Karanlık Dünya” filmiyle başladığı söylenebilir. Daha sonra; E. Göreç, H. Refiğ, Ö. L. Akat, Y. Güney, Z. Ökten, Ş.Gören, E. Kıral vb. yönetmenlerin filmleriyle önemli bir dönüşüm yaşanmıştır. Bu yönetmenler, Türkiye sosyolojisini anlamaya da büyük katkılar yapmıştır.

Günümüzde ise, genel olarak medyada ve sinemada gerçeklik evreni sona ermiş, yerini çoğunlukla simülasyon evreni almıştır. Baudrillard’ın deyimiyle günümüzde medya, gerçeği yansıtan araç değil, bizzat gerçekliği oluşturan araca dönüşmüştür. Başka bir deyişle sanallık gerçeği yok etmiştir. Bugün Türkiye’de televizyonlara Baudrillard’ın simülasyon teorisini tam yansıtan diziler ve programlar hakimdir. Özellikle diziler, toplumsal gerçekliği gizlemek bir tarafa, tam olarak sanal bir evren oluşturmaktadır. Bu dizilerin çoğunda insanlar lüks konutlarda yaşamakta, plazalarda çalışmakta ve lüks otomobillere binmektedir. Bu dizlerdeki kadın ve erkek oyuncuların büyük çoğunluğunun da fiziksel özellikleri bakımından Türkiye ortalamasıyla bir ilişkisi bulunmamaktadır.

Türkiye’nin toplumsal gerçekliğini bilmeyen bir araştırmacı, bu diziler üzerinde sosyolojik bir analiz yapsa, Türkiye’nin sosyo-ekonomik ve kültürel özellikleri bakımından Norveç, Finlandiya, İsveç ya da İsviçre gibi ülkelerle benzer olduğunu değerlendirebilir. Çünkü bu dizilerin çoğunda Türkiye’de eşitsizlik ve yoksulluk ana konu olarak ele alınmamaktadır. Oysa bu simülasyon evreninde olmayan gerçeklik TÜİK 2021 verilerinden dahi anlaşılmaktadır. Bu verilere göre, Türkiye’de nüfusun yüzde 27,2’si “ciddi maddi yoksunluk” içerisindedir. Yine 2021 verilerine göre nüfusun yüzde 13,8’i “sürekli yoksulluk” içerisindedir. Bu sayılar bugün Türkiye’de yaklaşık 10 milyon insanın yoksulluk içerisinde olduğunu göstermektedir. Diğer geniş kitle ise, asgari ücret ya da düşük emekli maaşı ile yaşamını sürdürmeye çalışmaktadır. Fakat bu geniş kitle günümüzde dizilerin öznesi olmamaktadır.

Edebiyatta, sinemada, medyada yaşanan toplumsal gerçekliği görmeme, gizleme ve sanallaşma Türkiye’nin önemli sorunlarında ve politika oluşturmada da yaşanmaktadır. Bunları şöyle özetleyebiliriz.

KÜRTLER YOKMUŞ GİBİ POLİTİKA OLUŞTURMAK

Türkiye’de toplumsal gerçeği gizlemek ya da görmemek uzun süre Kürtler konusunda yaşanmıştır. Yıllarca, “Kürt yoktur, dağ Türkü vardır, Kürtler aslında Türk soyundandır, zamanla Türk oldukları bilincine vararak Kürtlükten vazgeçeceklerdir” anlayışı egemen olmuştur. Kürtlerin zenginleşmesi ve eğitim düzeylerinin artışı ile birlikte bu sürecin gerçekleşeceği düşünülmüştür. Kürtlerin devlet tarafından varlığının kabul edilmesi ancak 1993 yılında Süleyman Demirel’in Başbakan sıfatıyla söylediği "Kürt realitesini tanıyoruz" sözü ile olmuştur. Bu döneme kadar Kürt yokmuş gibi davranıldığı için bu sorunu tartışmak, çözmek ve toplumsal bütünleşmeyi sağlayacak projeler üretmek mümkün olmamıştır.

SEÇMEN DAVRANIŞI DEĞİŞMEMİŞ GİBİ POLİTİKA OLUŞTURMAK

Türkiye’de 1980’lerden günümüze kadar siyaset sosyolojisinde seçmen davranışlarını açıklamada kullanılan paradigma; seçmenlerin yaklaşık yüzde yetmişinin muhafazakâr milliyetçi, geriye kalanın ise sol ya da sosyal demokrat seçmenlerden oluştuğuna dayanmaktadır. Doğal olarak, siyasi partiler de politikalarını bu paradigmaya göre belirlemektedir. Bu paradigma, günümüzde geçerliliğini büyük ölçüde yitirmiş olmasına rağmen gerek sosyal bilimcilerin teorileri terk etmedeki tutuculuğu gerekse siyasal partilerin Türkiye sosyolojisini okuma yanlışlıklarından dolayı hala aynı paradigma çerçevesinde hareket edilmektedir. Artık geçerli olmayan bu paradigma üzerine kurulacak seçim stratejilerinin de başarılı olma olasılığı azalmaktadır. Türkiye’de muhafazakâr milliyetçi ve sol (ya da sağ-sol) seçmen kümelenmesine dayalı Paradigma geçerliliğini büyük ölçüde yitirmiştir.

23 Haziran 2019 İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçimlerinden sonra Türkiye’de artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı açıkça ortaya çıkmıştır. Eski siyaset tarzının ve toplum paradigmasının önemli ölçüde değiştiği görülmektedir. İstanbul’da tekrarlanan bu seçimlerde bir parti seçim stratejisinin önemli bir ayağını Anadolu’nun çeşitli illerinden getirdiği kanaat önderi diye adlandırılan kişilerin seçmenleri etkilemesi üzerine kurmuştur. Fakat bu stratejinin olumlu sonuçlarından çok olumsuz sonuç doğurduğu ortaya çıkmıştır. Hatta Kürt seçmeni etkilemek için okunan İmralı mektubu da Kürt seçmen üzerinde beklenen yönde bir siyasal davranış ortaya çıkarmamıştır. İşte Türkiye’nin yeni paradigması burada gizlidir.

Seçmen paradigmasının değişmesinde en önemli faktör Türkiye toplumunun büyük bir sosyolojik dönüşüm yaşamasıdır. Bu dönüşümün en önemi sonucu bireyselleşmedir. Bireyselleşme, başta siyasal tercihler olmak üzere insanların kendi kararlarını bağlı bulundukları gruplardan bağımsız almasını sağlamıştır. Özellikle geniş genç seçmen kitlelerinin ortak özelliği özgürlük talebidir. Bu özgürlük talebi sadece resmî kurumlara karşı değil, aynı zamanda aidiyet hissettiği geleneksel sosyolojik gruplara karşı da yükselmektedir. Bu kitle din ve inanç özgürlüğü, inançlarının gereğini ve ritüellerini istediği gibi yaşamayı talep etmektedir. Fakat inanç gruplarının üzerlerinde otoriter, hegemonik, hiyerarşik bir ilişki kurmalarına da karşıdır.
Kısaca, Türkiye’de seçmenleri; muhafazakâr, liberal, sağ, sol, laik, dindar, Türk, Kürt, Alevi, Sünni gibi kompartımanlara ayırarak seçmen davranışlarını bu kimlikler üzerinden okuma dönemi sona ermiştir. Yeni dönemin paradigması bütün bu kimliklerin eşit ve özgür olarak bir arada yaşamasını sağlayacak politikalar üzerinde oluşacaktır.

23 HAZİRAN SEÇİMLERİ OLMAMIŞ VE EKREM İMAMOĞLU GERÇEĞİ YOKMUŞ GİBİ DAVRANMAK

Ekrem İmamoğlu’nun başarısının altında yatan önemli sosyolojik faktör, Türkiye’deki seçmen dinamiklerini birleştirmiş olmasıdır. Gerek Türkiye genelinde gerek İstanbul özelinde seçmenlerin profiline baktığımızda, seçmenleri üç ana kategoride toplayabiliriz. Bunlar; Karadenizliler, Kürtler ve Balkan göçmenleridir. Türkiye seçim tarihinde bu üç kitleden aynı anda yüksek oranda oy alan partiler seçimi kazanmıştır. Örneğin Ecevit liderliğindeki CHP’nin Türkiye genelinde yüzde 42, İstanbul’da yüzde 58 oy oranına ulaştığı 1977 seçimlerindeki başarısında bu üç kitleden aldığı yüksek oy oranı etkili olmuştur. 1980 sonrasında Turgut Özal liderliğindeki Anavatan Partisi’nin ve Ak Parti’nin 31 Mart ve 23 Haziran seçimleri hariç (genel/yerel/referandumlar) başarılı olmasının nedeni yine bu üç seçmen kitlesinden yüksek oy almasıdır.
CHP ve bu çizgideki partiler ise 1977 seçimlerinden beri Karadenizlilerden, Kürtlerden ve Balkan göçmenlerinden aynı anda yüksek oranda oy alamamıştır. Başka bir deyişle farklı dinamiklerle hareket eden bu üç seçmen kitlesini ortak paydada birleştirecek politikalar üretememiştir. Bunu 1977’den beri 42 sene sonra ilk kez Ekrem İmamoğlu 31 Mart ve 23 Haziran seçimlerinde başarmıştır. Örneğin Kürt seçmenin yoğun yaşadığı Esenyurt’ta yüzde 57, Karadenizlilerin yoğun olarak yaşadığı Beykoz’da yüzde 50 oy ile birinci olmuştur. Diğer dikkat çekici bir sonuç ise, Balkan göçmenleri diye adlandırılan seçmenlerin yoğun olarak yaşadığı Bayrampaşa ilçesinin seçim sonucudur. Bu ilçede yüzde 51 oy oranına ulaşmıştır. Bu üç farklı seçmen kitlesinin Ekrem İmamoğlu etrafında birleşmesi Türkiye’de yeni politik iklimin ortaya çıktığını göstermektedir.

KÜRTLER HANGİ ADAYA OY VERİR?

Türkiye’de seçim süreciyle birlikte en önemli tartışma konusu Kürtlerin Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kime daha çok oy vereceğidir. Kamuoyu araştırmaları da çoğunlukla bu konu üzerinde odaklanmaktadır. Türkiye’de sanal gerçekliği oluşturmada ya da gerçekliği gizlemede bugün kamuoyu araştırmaları önemli bir rol oynamaktadır. Bu araştırmaların bazılarında sanal gündemler yaratılmakta ve gerçekler gizlenmektedir. 31 Mart ve 23 Haziran İstanbul seçimleri ve bu seçimlerde toplumun her kesimi gibi Kürtlerin büyük çoğunluğunun da Ekrem İmamoğlu’na oy verdiği gerçeği unutulmak ya da unutturulmak istenmektedir. 2019 seçimlerinden sonra Türkiye’de sosyal, ekonomik ve siyasal koşullar muhalefetin lehine daha da gelişmişken, Cumhurbaşkanı adaylık sorununun bu kadar tartışılması da sanal bir gündemdir. Önemli bu konjonktür ve siyasal iklime liderlik ederek süreci doğru yönetmektir.

CHP’NİN VİZYON BELGESİ

CHP’nin vizyon belgesini açıkladığı toplantıda açıkladığı, Türkiye’yi, bilim, bilgi ve ortak akılla yönetmek, yeni endüstriyel dönüşümü sağlamak önemli bir vizyondur. Fakat bu toplantı artık her şeyin sanalından bahsedildiği gibi politikanın da, ekonominin de sanallaştığının bir göstergesidir. Gerek toplantının formatı gerekse ekonomi sunumlarında bu açıkça görülmektedir.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun 21 Mayıs 2022’de İstanbul Maltepe mitinginde “Ben neoliberalizme karşıyım, bırakın halkı sömüren sömürsün, piyasa dengesini bulur söylemine karşıyım. Toplumun belleğine yerleşen bu anlayış, iktidar destekli sömürme ve köleleşmeye dönüştü. İnsanların geçim kaynaklarını korumak için devletin müdahil olması gerektiğine inanıyorum” sözleriyle çok doğru tespitler yapmasına rağmen, 3 Aralık toplantısı neoliberal politikalara dönüş izlenimi yaratmaktadır.

Ayrıca bu vizyon belgesinde Türkiye’nin ve dünyanın önemli sorunlarına vurgu yapılmamış ya da görmezlikten gelinmiştir. Örneğin, bu toplantıda Türkiye’de bir mülteci, sığınmacı, kaçak göçmen sorunu yokmuş gibi davranılmıştır. Türkiye’de seçim sonucunu uzun yıllardır belirleyen Kürt sorunu tartışmaları olmasına rağmen bu sorun yokmuş gibi davranılmıştır. On yıldan fazadır Suriye’de süren savaş yokmuş gibi davranılmıştır. Rusya- Ukrayna savaşı yokmuş gibi davranılmıştır. Türkiye’de bölgeler ve iller arası eşitsizliğin en önemli sorun olduğu yeterince vurgulanmamıştır. Emeğin karşılığının alınamadığı ve örgütlenme önündeki sorunlar görülmemiştir. Eğitim sorununun, YÖK’ü kaldıracağız sloganını aşan bir sorun olduğu görülmemiştir. Konut ve kira sorunu görünmezlikten gelinmiştir. Kısaca asıl seçmen davranışlarını etkileyen sorunlar gündeme getirilmemiş ya da yeterince vurgulanmamıştır.

*Dicle Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Prof.Dr.