Türkiye’de kutuplaşmanın aynası: Demokrasi, güvenlik ve devlet algısı

'Türkiye'de Demokrasi, Güvenlik, Devlet Algısı' raporu yayımlandı. Rapora göre, ekonomi ve adalet, siyasi kutuplaşmanın ortadan kalktığı, herkesin iyileşme beklediği iki temel konu olarak öne çıkıyor.

Abone ol

DUVAR - İstanbul Politikalar Merkezi (İPM) kıdemli uzmanı Evren Balta ve Ankara Enstitüsü direktörü Hatem Ete'nin "Türkiye'de Demokrasi, Güvenlik, Devlet Algısı" başlıklı raporu yayımlandı.

3 yıldır sadece abonelerine özel kamuoyu araştırması ve risk analizi yayımlayan PANORAMATR’nin 23-27 Aralık 2021 tarihleri arasında, rassal olarak seçilmiş 1164 kişiyle cep telefonu üzerinden görüşmek suretiyle saha araştırmasını gerçekleştirdiği çalışma, devlet, güvenlik ve demokrasi algısını mercek altına alıyor.

Çalışmada; demokrasi algısı ve demokratik işleyişe güven, siyasal sisteme yönelik kanaatler, Türkiye’ye yönelik tehdit algısı ve Türkiye’nin güncel sorunlarına dair kaygı ve endişeler ile devlet ve kurumlara güven konuları ele alınıyor.

Araştırma; kurumlara ve demokratik işleyişe olan güven ve bunlardan kaynaklanan kaygıların, ülkedeki duygusal ve siyasal kutuplaşma iklimiyle örtüştüğünü ortaya koyarken, parti kimliklerinin geleceğe yönelik kaygıları belirlediğini gösteriyor.

Ancak, derinleşen kutuplaşmanın kurumların güvenini erozyona uğrattığı da araştırmanın ortaya koyduğu bir diğer gerçek.

DEMOKRASİ ALGISI

Katılımcıların Türkiye demokrasisine 0 ile 10 arasında bir puan vermeleri istendiğinde Türkiye ortalaması 4,4 çıkıyor. İktidar koalisyonuna yakın kesimler Türkiye’deki demokratik işleyişten memnunken, muhalif koalisyona yakın olan kesimler ise Türkiye’nin demokrasisine yönelik oldukça karamsar bir algıya sahipler.

Seçimler konusunda ise katılımcılarda çarpıcı bir uzlaşı söz konusu. Katılımcıların yüzde 72,5’luk kesimi, Türkiye’nin sorunlarının ancak seçimle iş başına gelmiş bir hükümet tarafından çözüleceği görüşünde. Bununla uyumlu olarak, katılımcıların yüze 78’i, sorunların askeri bir rejim ile çözülebileceği önermesine karşı duruyor.

Katılımcıların yüzde 45,7’lik bir kısmı, Batı ülkelerindeki demokratik kuralların Türkiye’ye uygun olduğu görüşünde ve yine yüzde 39’luk bir kesim, Batı ülkelerindeki tüm demokratik kuralların Türkiye’ye de uygulanması gerektiğine karşı çıkıyor.

Bu, birçok açıdan Batı tarzı demokrasiye desteğin olduğu ancak benzer bir bağlılığın gösterilmediği bir tabloya karşılık geliyor.

Prof. Balta’ya göre, demokrasi konusunda kafa karışıklığı var ve demokratik işleyiş gibi kritik bir konuda halihazırda parti seçmenlerinin algıları arasında bir uzlaşı bulunmuyor.

"Bazı insanlar için demokrasiyi desteklemek sadece seçimlerle sınırlı bir durum. Demokrasiyi sadece seçimler üzerinden sorduğunuzda destek artıyor. Ama demokrasiyi daha geniş bir açı ile sorduğunuzda destek düşüyor. Demokrasiden aynı şey anlaşılmıyor” diyor Balta.

Katılımcıların neredeyse yarısı devletin güvenliğinin haklardan önce geldiğini düşünürken, beş kişiden biri Türkiye’nin sorunlarının kanun ve kurallar dışına çıkılarak çözülebileceği görüşünde. Üç kişiden biri ise, güçlü bir liderin demokrasiden daha önemli olduğunu savunuyor.

DEMOKRATİK İŞLEYİŞE DAİR ALGILAR

Dolayısıyla demokratik işleyişe dair tutum ve algılar siyasi parti kimliğine göre şekilleniyor ve bu da ülkedeki temel kutuplaşmanın bir uzantısı. AK Parti ve MHP seçmenleri devlet güvenliğine daha fazla vurgu yaparken, aynı grup güçlü liderliğe ve sorunların kurallar dışına çıkılarak çözülebileceğine vurgu yapıyor.

Hatem Ete’ye göre, Osmanlı’nın son döneminden bu yana toplumu yaran kültürel fay hatlarından biri, artık Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yanında olmak veya karşısında durmak üzerinden çok kemikleşmiş durumda.

“Demokrasi algısına dair tablo, sağ, sol, İslamcı, muhafazakâr, ülkücü kimliğinden ziyade iktidarın karşısında veya yanında olmak en güçlü kimlik halini almış. Bu araştırma da bunu teyit ediyor. Eskiden bazı konularda kimlikler birbirinden ayrışırdı, şimdiyse devletle, demokrasiyle, devletin bekasıyla ilgili başlıkların neredeyse tamamında parti kimliği çok kalıcı olarak oturmuş durumda. Parti kimliğini dikey olarak ortadan kesen ise iktidar ve muhalefet bloku” diyor Ete.

Çalışmada göze çarpan ve kimilerine göre “Z kuşağı” olarak adlandırılan gençliğe ilişkin bir bulgu ise, gençlerin demokrasi-karşıtı tutumlara daha açık olması. Örneğin seçimle gelmiş hükümetlere güven, gençler arasında daha düşük olup, ülke sorunlarının çözümünde kanun ve kuralların dışına çıkılmasına daha sıcak bakıyorlar. Türkiye’nin sorunlarının ancak askeri bir rejimle çözülebileceğini destekleyenler ise en fazla gençler arasında.

Balta’ya göre, gençlerin Türkiye’nin son 20 yılında otoriter rejim altında yaşamaları bu sonuç üzerinde etkili.

“Gençler daha performans odaklı bir demokratik meşruiyeti önemsiyorlar. Bu rejim onlara ne sağlıyor? Sorunları çözüyor mu? Güvenlik sağlıyor mu? Demokratik meşruiyetten daha önemli görülüyor. Diğer kuşak araştırmalarında da benzer bir tablo var. Gençler esas olarak kendi geleceklerinden endişeliler. Sorunlarının çözümünde kendi geleceklerini, kendi iyi olma hallerini diğer demokratik kuralların önüne koyuyor. Oysa onlara göre daha yaşlı olan nüfusta bir beka siyaseti hâkim. Gençler yaşam standartlarını yükseltecek bir otoriter rejimi tercih ederken, yaşlı nüfus devletin bekasını önceliklendiriyor” diye açıklıyor Balta.

Balta ayrıca, “Türkiye’de ortalamaya bakmak hiçbir şey ifade etmiyor, çünkü her konuda siyasal parti polarizasyonu var. İktidar koalisyonunun seçmenine baktığında gördüğün Türkiye ile muhalefet seçmenine baktığında gördüğün Türkiye birbirinden apayrı” diye ekliyor.

15-21 yaş aralığında gençler, 2023’te genel nüfus içinde yüzde 12’lik bir dilime karşılık gelecek. 2023’te sandık başına gidecek 62,4 milyon seçmenin içinde gençlerin oy potansiyelinin 5,9 milyon kadar olması bekleniyor. Dolayısıyla, iktidar bloku ve muhalefet blokunun da gözünde bu seçmen kitlesini anlamak, sorunlarına çözümler önermek ve onların davranış modellerini çözmek oldukça önemli.

Ete, gençlerin son dönemdeki ekonomik kriz, içe kapanma, kimlikçi siyasetin ötekileştirici tavrı üzerinden zaten muhalif bir damar edindiklerini düşünüyor.

“Bunun üzerine de Türkiye’nin nasıl bir badireden çıkarak bugünlere geldiğini bilmediklerinden mevcut sorunların çözümünde anti-demokratikler. Mevcut demokratik süreçlerin çözümü yavaşlattığını düşünüyorlar. Bu da aslında uluslararası literatürdeki bulgularla uyumlu bir durum. İnsanlar geleneksel siyasetten uzaklaşıyorlar; gençlerin sorunlarını kendi kamuoylarında dile getirmek üzere kullandıkları kendi kanalları var. Geleneksel siyaset kanallarıyla aralarına mesafe koyuyorlar” diyor Ete.

Z kuşağı, birçok uzmana göre, tek tip bir ideoloji veya ideolojik grupla ilişkilendirilmekten hoşnut değil. Büyük kısmı, herhangi bir siyasi partiye yakınlık duymazken, mevcut siyasetin yaslandığı standart kalıpları reddediyorlar. Siyasetin sert ve dikte edici dili ise, bu kesim nezdinde onay görmüyor.

PARTİ TERCİHLERİNİN ÖTESİNDEKİ ENDİŞELER

Öte yandan, katılımcıların yarısı Türkiye’nin en önemli sorununu ekonomi olarak görüyor ve bu durum parti tercihleriyle de örtüşüyor.

İkinci sırada ise, yüzde 12 ile adalet gelirken, terör yüzde 5 ile üçüncü sırada geliyor.

Ekonomiye dair kaygılar Ete’ye göre bir sürpriz olmasa da, adalet konusundaki kaygı onu da şaşırtmış.

“Bu bulgular, Türkiye’de ciddi bir adalet sorunu olduğunu gösteriyor. Mahkemelere ve kurumlara güven çok düşük. Bu da uzunca bir süredir devam eden ve yargı üzerinden şekillenen siyasi iktidar mücadelesiyle alakalı bir durum. Muhaliflerin yargı üzerinden tasfiyesi pervasızca ilerliyor. Yargı konusu da toplumun büyük kısmı için partizan bir anlam taşıyor” diyor Ete.

Balta’ya göre ise, ekonomi ve adalet, siyasi kutuplaşmanın ortadan kalktığı, herkesin iyileşme beklediği iki temel konu.

“Bu iki konu, Türkiye’nin ortaklaştığı, her siyasal kimlikten grubun bozulmadan payını aldığı Türkiye'nin temel meselesi olarak görülüyor” diyor Balta.

MAHKEMELERE DUYULAN GÜVEN

Kişisel kaygı ve endişelerin de dillendirildiği çalışmada; katılımcıların yarıdan fazlası (yüzde 67,5) mahkemeye işi düştüğünde haksızlığa uğrayacağından kaygılanıyor. Yüzde 60,7 Türkiye’de demokrasinin ortadan kalkmasından, yüzde 58,3 ise Türkiye’nin bölünmesinden korkuyor.

Balta, bu durumu şu şekilde açıklıyor: “Kimlik üzerinden haksızlığa uğrama korkusu bundan bir 10 yıl öncesine göre tersine dönmüş durumda. Özgürlüklerinin ortadan kalkmasından en az korkan grup muhafazakâr ve milliyetçiler. Atatürkçüler, demokratlar, liberaller ise bundan en fazla korkan grup olarak ortaya çıkıyor”.

İktidara yakın kesimler “demokrasinin ortadan kalkması” kavramını; hükümete yönelik darbe korkusuyla ilişkilendirirken, muhalif kesimler ise AK Parti iktidarından duydukları korkuyla bağlantılı tanımlıyorlar.

Türkiye’nin bölünmesinden duyulan korku ise, beka siyasetinin halen toplumda karşılığı olduğunu gösteriyor.

Toplumun yarıdan fazlası (%52) “Türkiye’ye yönelik ciddi bir güvenlik tehdidinin var olduğunu” düşünüyor.

Katılımcıların yarıdan fazlası (yüzde 55,5) özgürlüğünün kısıtlanacağından, yüzde 44,6’sı ise polise gittiğinde haksızlığa uğrayacağından endişeli.

Dolayısıyla, demokratik işleyişte devlet kurumlarına dair endişeler ve adalette yeknesak olmayan tutumlara dair korkular oldukça çarpıcı.

Eğitim seviyesi üzerinden kurumlara güven oranlarına bakıldığında ise, eğitim seviyesi düştükçe kurumlara güven oranı artıyor. Yerel yönetimler hariç hemen hemen bütün kurumlarda yüksek eğitimliler ve düşük eğitimliler arasında güven açısından ciddi bir fark göze çarpıyor.

DEVLET KURUMLARINA DAİR ALGI

Araştırma, devlete ve kurumlara güvenin ortalamanın altında olduğuna işaret ediyor. İktidara yakın seçmenler devlete yüksek düzeyde güven duyarken, muhalif seçmenlerde ise düşük güven düzeyi göze çarpıyor.

Dolayısıyla, Türkiye’nin siyasi haritasında temel demokratik değerler ve kurumlara güven açısından ikiye bölünmüş bir durumdan söz ediliyor.

En güvenilir bulunan kurumlar ise ordu (yüzde 70) ve polis (yüzde 61).

Cumhurbaşkanlığına duyulan güven ise, bu kurumun siyasi bir makam olarak görülmesinden dolayı yüzde 42 düzeyinde. Benzer şekilde Diyanet İşleri Başkanlığı’nı da politize bir kurum olarak görüyorlar ve bu kurum toplumun sadece yüzde 40’ı tarafından güvenilir bulunuyor.

Kurumlara duyulan güven konusunda, Ete’ye göre eskiden güven sıralamasında TBMM, Cumhurbaşkanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığı bu denli örtüşmüyordu.

“Cumhurbaşkanlığı ve Diyanet’e olan güven, TBMM ile aynı ve altında. Bu, toplumun daha önce siyaset-üstü gördüğü makamların da mevcut dönemde siyasallaşması sonucu toplum da bunları siyasal olarak görüyor. Burada da siyasi bir kutuplaşma söz konusu. Kurumsal yapıların kaybolduğu da güven sıralamasında kendini gösteriyor” diye açıklıyor.

Ete ayrıca kurumların çok partizanlaşmasının, bir kesimde bir duygusal kopuşa yol açtığına dikkat çekiyor ve gençlerin genel olarak siyaset yoluyla bazı sorunların çözülebileceğine yönelik inancının azaldığını vurguluyor ve “Bu bulgular, Türkiye’nin kimlikler üzerinden ayrışmasını teyit ediyor” diyor.

En az güvenilir bulunan kurumlardan biri ise yargı. Bu da vatandaşların adalette olası çifte standartlara dair duydukları kaygıyla örtüşen bir bulgu.

Peki bu bulgular ışığında bir çözüm yolu yok mu? Siyaset aktörleri, iktidarıyla muhalefetiyle, bu bulguları temel alarak nasıl bir söylem inşa edebilirler?

Ete’ye göre, araştırmada çok güçlü bir uzlaşıya işaret eden veriler de var: Demokratik işleyişe güven ve askeri yöntemlerin bir çözüm olmadığı konularında güçlü bir konsensüs söz konusu.

“Seçimlere güven ve seçim dışı yollara karşıtlık üzerinden de bir uzlaşı oluşmuş durumda. Türkiye’nin darbelerle dolu demokrasi tecrübesinin bir kazanımı da bu. Ama zaman zaman bununla çatışacak ölçüde bir bölünme korkusu, güvenliği haklara önceleme eğilimi de var. Bir taraftan geniş bir toplum kesimi çözümün seçimlerden geçtiğine, ülkenin bu şekilde yönetilmesi gerektiğine inanırken, bir yandan da iç ve dış tehditlere karşı açık olma korkusu da duyuyorlar. İktidarlar da bu kaygıları bir malzeme olarak kullanarak beka ve güvenlik siyasetine başvuruyorlar. Ama buna karşılık demokrasi ve hakları öne çıkaran bir kulvarda ilerlemek de mümkün. Bunun hangisinin ön plana çıkarılacağı siyasetin gücü ile ilişkili olacak” diye ekliyor Ete.