Türkiye’de ayrımcılık algısı ve ayrımcılıkla mücadele

Araştırmamızda katılımcılara gelecekte herhangi bir ayrımcılıkla karşılaşıp karşılaşmayacaklarına yönelik düşüncelerini de sorduk. Bu soruya da katılımcıların yüzde 70’i “evet, karşılaşacağım” yanıtını verdi. “Hayır, karşılaşacağımı düşünmüyorum” diyenlerin oranı sadece yüzde 10 düzeyinde kaldı. Ayrımcılığa uğrayacağını düşünenlerin yüzde 50,6’sı siyasi görüşüne, yüzde 37,9’u dini inancına, yüzde 33,3’ü de etnik kökenine yönelik ayrımcılık ile karşılaşabileceğini belirtiyor.

Abone ol

Ercan Şen*

Etnik, dini ve cinsiyet kimliği farklı olan bireylere/gruplara yapılan ayrımcılık başta olmak üzere engellilere ve resmi kimliğin tanımladığı çerçeve dışında kalan bireylere yönelik ayrımcılık kurulduğu günden beri Türkiye Cumhuriyeti’nin temel sorunlarından bir tanesini oluşturuyor. Toplum ve Hukuk Araştırmaları Vakfı (TOHAV) ve Eşit Haklar için İzleme Derneği (ESHİD) 2020’nin sonlarında “Türkiye’de Ayrımcılık Algısı ve Hak Arama Mekanizmalarına Başvuru Sürecinde Karşılaşılan Engeller” başlıklı bu konuyu ele alan bir rapor yayınladı. Bu yazıda, yedi şehirde (Ankara, İstanbul, İzmir, Samsun, Mardin, Edirne, Hatay) gerçekleştirdiğimiz saha çalışmasından elde edilen önemli bulguları kısaca özetlemeye çalışacağım.

Araştırma sonucunda ortaya çıkan bulguların en önemlisi, Türkiye’de ayrımcılık algısının son yıllarda ciddi bir artış eğiliminde olduğudur. ESHİD’in 2018 yılında yayınladığı “Türkiye’de Ayrımcılık Algısı: Türleri, Failleri, Boyutları” araştırmasında Türkiye’de ayrımcılığın kısmen ya da yaygın olarak bulunduğunu ifade edenlerin oranı yüzde 70 civarında iken bu son çalışmada bu oranın yüzde 87,6 düzeyine çıktığı görülüyor. Kendi hayatlarında herhangi bir ayrımcılık deneyimine maruz kaldığını ifade edenlerin oranı yüzde 72 gibi çok ciddi bir düzeyde bulunmuştur. STK çalışanları ile yapılan görüşmelerde de son dönemlerde kendilerine yapılan ayrımcılık temelli başvurularda artma olduğu ifade edilmiştir. Mevcut kutuplaştırıcı politik ortamın, popülist ayrımcı nefret söylemlerinin ve devlet kurumları aracılığıyla uygulanan ayrımcı politikaların hem ayrımcılığı hem de bireylerin ayrımcılık algılarını arttırdığı görülmektedir.

Eğitim düzeyi ve ayrımcılık algısı arasındaki ilişkiye baktığımızda ise eğitim düzeyinin artmasıyla ayrımcılık algısının da arttığı görülmüştür. Lisans ve lisansüstü eğitim seviyesindeki katılımcıların yüzde 62,3’ü yüksek düzeyde ayrımcılık algılarken bu oran ilkokul mezunlarında yüzde 30, ortaokul mezunlarında yüzde 31,5 ve lise mezunlarında yüzde 47,6 düzeyindedir. Cinsiyete göre bakıldığında ise, Türkiye’de yaşanan ayrımcılığa dair kadınlar ve erkekler arasında anlamlı bir farklılık görünmediği bulunmuştur. Yüksek ayrımcılık algısı kadın ve erkeklerde sırasıyla yüzde 48,1 ve yüzde 48,9 düzeyindedir.

Araştırmamızın ortaya koyduğu önemli bulgulardan bir tanesi de eğitim durumunun tersine, gelir düzeyi azaldıkça ayrımcılık algısının artmasıdır. Bu çerçevede gelir düzeyinin yüksekliğinin en azından bazı ayrımcılık biçimlerine (sınıfsal, yaşam biçimi vb.) uğrama oranını azalttığı düşünülebilir. Ayrımcılık algısının yaş ile ilişkisine bakıldığında 18-45 yaş aralığındaki kişilerin diğer yaş gruplarına göre daha yüksek bir ayrımcılık algısı düzeyine sahip olduğu görülmektedir.

Ayrımcılık algısının nedenlerine baktığımızda, Türkiye’de siyasi görüş ayrımcılığı yaşandığına dair algı yüzde 51, cinsiyet temelli ayrımcılık yaşandığına dair algı yüzde 48,3, etnik kökene yönelik ayrımcılık yaşandığına dair algı yüzde 46,2 ve dini inanca yönelik ayrımcılık algısı da yüzde 43,9 düzeyindedir. Bunları sırasıyla, dolaylı ayrımcılık, cinsel yönelim temelli ayrımcılık ve mültecilere yönelik ayrımcılık algısı izlemektedir. Araştırmamızın ortaya koyduğu bir diğer bulgu da kadınlar ve erkekler arasında diğer ayrımcılık nedenleri arasında anlamlı bir farklılık bulunmazken cinsiyet ve cinsel yönelim temelli ayrımcılık yaşandığına dair algı bakımından iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmasıdır. Kadınlar en çok cinsiyet temelli ve siyasi görüş ayrımcılığına maruz kaldığını ifade ederken; erkekler siyasi görüş ve etnik kimlikleri nedeniyle ayrımcılığa maruz kaldıklarını söylemiştir.

Eğitim düzeyi arttıkça siyasi görüşleri nedeniyle ayrımcılığa maruz kaldığını söyleyenleri oranı da artmaktadır. İlkokul düzeyinde siyasi görüşleri nedeniyle ayrımcılığa maruz kaldığını söyleyenlerin oranı yüzde 37 iken bu oran lisans ve lisansüstü eğitim düzeyine sahip bireylerde yüzde 57,3’e çıkmaktadır.

Araştırmamızda katılımcılara gelecekte herhangi bir ayrımcılıkla karşılaşıp karşılaşmayacaklarına yönelik düşüncelerini de sorduk. Bu soruya da katılımcıların yüzde 70’i “evet, karşılaşacağım” yanıtını verdi. “Hayır, karşılaşacağımı düşünmüyorum” diyenlerin oranı sadece yüzde 10 düzeyinde kaldı. Ayrımcılığa uğrayacağını düşünenlerin yüzde 50,6’sı siyasi görüşüne, yüzde 37,9’u dini inancına, yüzde 33,3’ü de etnik kökenine yönelik ayrımcılık ile karşılaşabileceğini belirtiyor. Dolayısıyla bu bulgu halihazırda Türkiye’de yaşanan ayrımcılık pratiklerinin ileride de bitmeyeceği yönünde çok belirgin bir algının olduğunu göstermektedir.

Genel olarak söylendiğinde bu veriler bize, ülkede siyasi görüş, etnik köken, cinsiyet ve dini inanca (özellikle Alevi olmak) dayalı ayrımcılıkların çok yaygın olduğuna dair bir algı olduğunu gösteriyor.

HAKLAR VE MÜCADELE

Araştırmaya katılanların sadece yüzde 26’sı bir ayrımcılıkla karşılaştığı durumda sahip olduğu hakları bildiğini belirtiyor. Katılımcıların yüzde 46’sı sahip olduğu hakları kısmen, yüzde 31’i de hiç bilmediğini söylemiştir. Bu verilerden hareketle Türkiye’de bireylerin dörtte üçünün ayrımcılıkla karşılaşmaları durumunda başvuracakları mekanizmalar hakkında yeterli düzeyde bilgiye ya hiç sahip olmadıkları ya da kısmen sahip oldukları söylenebilir.

Araştırmanın en önemli bulgularından biri, ayrımcılık deneyimleri sonrası herhangi bir kuruma başvuranların oranının sadece yüzde 21 düzeyinde olmasıdır. Bu insanların yaklaşık yüzde 40’lık bir bölümü de bu girişimlerinden dolayı baskı, taciz, çevreden dışlanma, tehdit edilme, şiddete maruz kalma, sürgün edilme, küçümsenme gibi başka ayrımcılıklarla da karşılaştığını belirtmiştir. Buna ek olarak yaşadığı ayrımcılık deneyimi karşısında bir girişimde bulunmayanların yaklaşık yüzde 45’i ayrımcılık sonucunda hukuki yollara, yüzde 41,7’si Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu’na (TİHEK), yüzde 35,4’ü de Kamu Denetçiliği Kurumu’na başvurmanın herhangi bir yararı olmayacağını düşünmektedir. Genelde ise tüm katılımcıların yüzde 70,5’i herhangi bir hak arama mekanizmasına başvurulmasının bir sonuç getirmeyeceğini ifade etmektedir. Hak arama mekanizmalarına başvurulması sonucunda sonuç alınamayacağını düşünme eğitim seviyesiyle doğru orantılı bir eğilim göstermekte ve lisans ve lisansüstü eğitim seviyesinde bu oran yüzde 80 düzeyine çıkmaktadır. STK çalışanları ile yapılan görüşmelerde de saha araştırmasından elde edilen verilerin doğrulandığı, insanların haklarından yeterince haberdar olmadığı ve sonuç alınamayacağı gerekçesiyle hak arama mekanizmalarına başvurmadığı görülmüştür. Genel olarak söylenirse bu çalışma, (1) bireylerin karşılaştıkları ayrımcı bir uygulamaya karşı mücadele etmek için hukuki yolları çok fazla kullanmadığını çünkü bu yollara güvenmediğini; (2) hakları konusunda yeterli bilgiye sahip olmadığını ve (3) ayrımcılığın normalleştirildiğini, kanıksandığını ve bu nedenle de ona karşı mücadeleye girişmeye gerek duyulmadığını göstermektedir.

LGBT+’lara yönelik ayrımcılıkla mücadele etmek amacıyla faaliyet yürüten bir STK’nın temsilcisi ile yapılan görüşmede vurgulanan noktalar Türkiye’de ayrımcılığın durumunu şöyle vurguluyor:

“[Hukuki mekanizmalar] eğer Türk’seniz, erkekseniz, beyazsanız, heteroseksüelseniz kesinlikle işliyor. Eğer dindarsanız, Müslüman Sünni ve Hanefi iseniz, evet, gayet güzel CİMER işleyebiliyor, gayet güzel devlet yanınızda olabiliyor… Bunun yanında geri kalan bütün kimlikler, buna yaşı da ekleyebiliriz, cinsiyeti de kadın erkek olmak ya da iki cinsiyetin dışında cinsiyetler olabilir yani, bütün kimlikler, yaptığınız herhangi bir başvuru çok fazla ciddiye alınmıyor. Devlet her zaman yaptığı gibi, 28-30 yaşında, beyaz, Türk, erkek ve heteroseksüel adamın yanında oluyor yani. Evet bu mekanizmalar var, fakat bu mekanizmalar bir partinin elinde olduğu için o parti de kendi içinde, kendi görüşüne daha yakın ve kendine benzeyen kesimlerin, aslında ayrımcılığı bizzat uygulayan kişilerin haklarını savunmak için mekanizma olarak işe yarıyor. Bütün mekanizmalar aslında buna hizmet ediyor.”

Bireylerin adalet mekanizmalarına ulaşmakta zorlanmaları ya da sonuç alamayacaklarını düşünmeleri, devleti ve devletin kurumlarını ayrımcılık konusunda denetleyecek araç ve mekanizmaların oluşturmasını ve var olan mekanizmaları geliştirmeyi zorunlu kılmaktadır. Nitekim elde edilen veriler, sadece yasalarda ayrımcılık ile mücadeleye yer vermenin yeterli olmadığını, özellikle kamu görevlileri tarafından gerçekleştirilen uygulamaların çok daha önemli olduğunu göstermektedir.

* Sosyal Psikolog, Ankara Üniversitesi, DTCF Psikoloji Bölümünden ihraç araştırma görevlisi