Türkiye, İran ve Rusya’dan uzaklaşıyor

Suriye’de “çatışmasızlık bölgeleri” oluşturmalarına karşın, üç ülke birbiriyle çelişiyor. Çatışmalar sürdükçe ülkeler arasındaki ayrışmalar da daha belirgin hale geliyor. Türkiye, sahada kaybetmek üzere.

Abone ol

Jacob L. Shapiro *

“Astana üçlüsü” dağılma tehlikesiyle karşı karşıya. Kazakistan’ın Astana kentinde eylül ayı ortalarında buluşmalarının ardından, İran ve Rusya, Suriye’de ateşkes antlaşmasının garantörü olmayı kabul etti. Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad rejiminin güçleri ile bu bölgelerdeki hükümet karşıtları arasındaki savaşta altı aylık ateşkesi (daha da uzatılmak üzere) kalıcılaştırmak için “çatışmasızlık bölgeleri” kuruldu. Bu düzenlemeye ilişkin sorun, bu ülkelerin birbirleriyle göz göze gelmemesinde yatıyor. Türkiye, hükümet karşıtı isyancıları destekliyor. Rusya ve İran, Esad rejimini destekliyor. Şimdi iki taraf barışmak yerine, birbirlerini, düşmanlarını desteklemekle suçluyor.

9 Ocak’ta Türk Dışişleri Bakanlığı, Esad rejiminin kademeli olarak Idlib’deki çatışmasızlık bölgesi olan dört alanın en geniş, en stratejik ve en çok anlaşmazlık yaşanan kısımlarında ilerlemesine dair endişelerini dile getirmek üzere, Rusya ve İran büyükelçilerini çağırdı. Ertesi gün, Türkiye Dışişleri Bakanı Rusya ve İran’ı işaret ederek, Türkiye’nin farazi iki müttefikinin Suriye rejimini durdurmak ve garantörlük görevlerini yerine getirmek için daha fazla çaba sarf etmesi gerektiğini açıkladı. Aynı gün içerisinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hükümetine verdiği güçlü destekle tanınan Yeni Şafak gazetesi, Esad rejiminin Rusya ve İran’ın desteğiyle IŞİD'le anlaşmalı biçimde ilerlediğini öne sürdü. Türkiye tüm düşmanlarını IŞİD'le bağlantılı olmakla suçlamayı seviyor; ancak Rusya ve İran’dan düşman olarak bahsedilmiyor! Bu kuşkulu durum, doğruluğu ne kadar şüpheli olsa da açıklamaları dikkate değer kılıyor.

Bu, Türkiye’nin, Rusya ve İran’ın hareketlerine dair kaygı duyduğunu açıkladığı ilk olay değil. 20 Aralık günü Reuters, Rus hava desteğiyle ilerleyen Suriye ordusunun bir önceki hafta güney Idlib bölgesinde bulunan 50 köyde hâkimiyet sağladığını bildirmişti. 25 Aralıkta Anadolu Ajansı, Idlib ve Hama illerinde Suriye ve Rusya’nın hava saldırıları gerçekleştirdiği haberini geçti. 7 Ocak’ta TRT, Idlib’de yeni hava saldırıları gerçekleştirildiğini bildirdi ve ertesi gün Anadolu Ajansı Idlib’deki bir Türk askeri konvoyunun bilinmeyen saldırganlar tarafından saldırıya uğradığını açıkladı. 10 Ocak günü Suriye devletinin resmi haber ajansı SANA, Suriye hükümet güçlerinin ve müttefiklerinin Idlib kırsalındaki 23 yeni köyü daha ele geçirdiğini açıkladı.

FARKLI BAKIŞ AÇILARI

Türkiye açısından, Rusya’nın hava ve İran’ın kara desteğini alan Esad rejimi, isyancıların kontrolünde olan toprakları geri almaya çalışıyor. Türkiye'nin bu çatışmanın kurbanlarını, sivilleri ve ılımlı muhalefet gruplarını savunma sözü verdi.

Rusya, sınırlı biçimde, ateşkes şartlarının muhalefetin tüm unsurlarını kapsamasını kabul etmiyor. Idlib’deki hâkim milis gruplar içerisinde, ana unsur El-Kaide’nin Suriye kolu olan cihatçı Hayat Tahrir el-Şam (Tahrir el-Şam) grubu. Rusya, Tahrir el-Şam'I makul bir hedef olarak görüyor ve Esad rejimini, Tahrir el-Şam savaşçılarına topraklarının neresinde olursa olsun, saldırmaya teşvik ediyor. Tahrir el-Şam'ın hâkimiyet alanları Idlib genelinde yaygın; bu nedenle Rusya birliklerini burada yoğunlaştırıyor. Rusya’nın bakış açısından, cihatçıları ortadan kaldırmak, çatışmasızlık bölgelerini korumanın zorunlu bir parçası. Ayrıca Rusya, Tükiye’nin Idlib bölgesine girmesinin ardından, Tahrir el-Şam'a baskı yaparak silah bıraktırmasını ve grubu dağılmaya teşvik etmesini bekliyordu. Türkiye bunu yapmayı reddederek kimi zaman Tahrir el-Şam'la işbirliği yaptı ve böylece Rusya’ya Esad rejimini sağlamlaştırma çabalarını artırması yolunda bir bahane sunmuş oldu.

Bunlardan hiçbirinin Rusya’nın tercih ettiği sonuç olmadığını aklımızda tutmamız gerekiyor. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, IŞİD'in yenildiğini ve Rus askerlerinin Suriye’den 6 Aralık itibariyle hızla geri çekileceğini açıkladı; çünkü kısmen mevcut koşulların Suriye iç savaşına politik bir çözüm bulunması için olgunlaştığını düşünüyordu. Putin’in siyasi çözüm girişimi ve Rus birliklerinin zaferle eve döneceğinin açıklanması, şimdi uzak bir hatıra gibi görünüyor. 31 Aralık günü bölgeye hâkim olan militanlar tarafından gönderildiği bildirilen füzelerle Hmeymim hava üssü vurulduğunda, en az iki Rus askeri öldü. Saldırı sırasında Rusya’nın çok sayıda uçağının hasar gördüğü haberleri bir medya kuruluşunda yer aldı. Ardından, 6 Ocak günü insansız hava araçları (İHA) Hmeymim’deki üssü ve Tartus’taki bir lojistik merkezini vurdu. Rusya Savunma Bakanlığı’nın açıklamasına göre, saldıran insansız hava araçları etkisiz hale getirildi. Yaşanan iki saldırı, Rusya’nın askeri güçlerini çekebilmekten ne kadar uzakta olduğunu ve güçlerinin saldırıya açık ve savunmasız durumda olduğunu da ortaya koymuş oldu.

Rusya, o günden bu yana, 6 Ocak saldırısına ilişkin iki önemli bilgiye ulaşma noktasına geldi. 8 Ocak tarihinde Rusya Savunma Bakanlığı, İHA’ların “uydu navigasyon ve uzaktan saldırı kontrolü konusunda yüksek teknolojik potansiyeli olan bir ülkeden alınıyor olabileceği,” bilgisini basınla paylaştı. Diğer bir deyişle: Amerika Birleşik Devletleri. (Pentagon, bu iddiaları gülünç olarak nitelendirerek reddetti ve İslam Devleti’nin Suriye’nin doğusunda bulunan ABD destekli Suriyeli Demokratik Güçleri (SDG) savaşçılarına saldırmak için sürekli biçimde ilkel İHA'lar kullandıklarını ifade etti.) Ardından, Savunma Bakanlığı basın bülteninde, 10 Ocak günü İHA'ların güneybatı Idlib’deki Muazzara bölgesinden gönderildiğine dair bir rapor yayınlandı. Raporda, bu bölgenin Türk hükümetince desteklenen “ılımlı muhalefet” güçlerinin kontrolü altında olduğu ve Rusya’nın, ateşkesin uygulanmasını sağlaması hususunda üst düzey Türk yetkililere resmi bir şikayet mektubu gönderdiği belirtildi.

İRAN RUSYA’YLA YAKINLAŞTI

İran bu olayla ilgili görüşlerini açıklamadı. Öte yandan, 10 Ocak günü İran Dışişleri Bakanı’nın Moskova ziyareti ve Esad’ın Idlib’deki ilerleyişine verdiği askeri destek, İran’ın yaklaşımının bu konu özelinde Rusya’dan daha mantıklı bir tutum içerdiğini gösteriyor. Türkiye ve İran’ın bazı ortak amaçları var; buna rağmen, Kürt gruplarına yönelik kısa vadeli taktik işbirliğine karşın, Suriye meselesinde ayrışıyorlar. İran Esad rejiminin durumuna, bölgede kendi gücünü artırma stratejisinin ayrılmaz bir parçası olarak bakıyor. Türkiye, İran’ı, son aylarda etkileyici bir stratejik ilerleme kaydeden ve eski sınırlarına itilmesi gereken uzun vadeli bir rakip olarak görüyor. Türkiye, en azından şu an için, İran’ın menfaatlerini bir diğer uzun vadeli rakibi olan Rusya’yla ortaklaştırdığının da farkında.

Bununla birlikte, bu üç ülke arasındaki “ittifak”, çıkarların uyumsuzluğuna rağmen kurulmuştu. Bu, bilindik “iki kişi bir çifttir, üçüncüsü kalabalıktır” deyişine mükemmel bir örnek. Beraber bir ittifak kurmaya çalıştığınız ülkelerin sayısı ne denli çoksa, ittifak da o kadar zayıf olur. Her kesimin IŞİD'i yenmenin başlıca öncelik olarak kabul ettiği harekâtları tek merkezden koordine etmek özel bir durumdu. Fakat IŞİD'in  yenilgisi, bu ülkelerin Suriye’de ortaklaştığı tek amacı da ortadan kaldırmış oldu. Türkiye’nin ideal siyasal çözümü, Esad’ın ortadan kaldırılmasını ve ülkenin Sünni bir egemenlik altında bir araya getirilmesini öngörüyor. İran’ın ideal siyasal çözümü, Esad’ın hâkimiyetini güçlendirmeyi ve hayatta kalmak için İran’a ve vekillerine bağımlı olduğu bir koşulu öngörüyor. Rusya’nın ideal siyasal çözümü ise, Esad’ın güçlü görünmesini sağlamak ve ne Tahran’a bağımlı ne de Ankara’nın bir sonraki hamlesinden korkan, bağımsız bir aktör haline getirmek. Bunun da bir bedeli var tabi ki.

İşte bu ayrışmalar, İran, Türkiye ve Rusya temsilcilerinin 29-30 Ocak’ta yapılması planlanan “Suriye’nin Geleceği” konulu Soçi Toplantısı’na bir hafta kala, apaçık bir biçimde ortaya çıkıyor. Toplantının hazırlık aşaması bile gergin sürüyor; bazı Suriyeli muhalefet grupları toplantıya katılmayacağını açıkladı ve Türkiye, Suriye Kürtlerini temsil eden YPG’yi barındıracak herhangi bir grubun toplantıya katılmamasını talep ediyor. Rusya’nın YPG temsilcilerini ekim ayında davet ettiği açıklandığına göre, Türkiye itiraz etmekte geç davrandı. Yaklaşık iki hafta önce Suriyeli Kürt yetkililer Moskova’nın kendilerine bir davet sözü verdiğinde ısrar ederken, Türkiye, Rusya’nın bu davetten vazgeçmiş olduğunu iddia ediyor. Rusya, tarihsel olarak, kendi stratejisi açısından Türkiye’yi rahatsız bir pozisyonda tutmayı faydalı gördüğü dönemlerde, Türkiye karşıtı Kürt gruplarını desteklemekte sakınca görmüyor.

Soçi Toplantısı’na kimlerin katılıp katılmadığına bakılmaksızın, Suriye’nin geleceğinin orada, Astana’da, Cenevre’de ya da Timbuktu’da belirlenmeyeceği açık bir gerçek. Şimdilik buna Suriye’de karar veriliyor ve Türkiye ezeli rakipleriyle istemeyerek olsa da bir anlaşmazlığa düşüyor. Astana üçlüsü, Soçi’deki toplantı sırasında bu tutarsızlıklara karşın ortak bir metin kaleme almak için bir yol bulabilir; ancak bu tamamen bir maskaralık. Esad rejimi sahadaki üstünlüğünü koruyor ve Rusya hâlâ istemediği çatışmalara dâhil olmakla yüz yüze. İran, Rusya’nın nihai savaş yorgunluğundan yararlanmak için fırsat kolluyor. Türkiye, sırtının duvara dayandığını ama kendi menfaatlerini koruyabilmek için gereken güce sahip olmadığını fark etmiş durumda. Artık durmak gerekiyor; ancak elçilere verilen öfkeli notalar Esad’ı veya Rusya’yı durdurmaya yetmez, yalnızca güzel gazete manşetleri olurlar. Türkiye Esad’ı durdurmanın bir yolunu arıyor ve eğer bir şey bulamazsa, bu ayrışmanın neticesinde kaybedecek.

* Yazının aslı Geopolitical Futures sitesinde yayınlanmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)