‘Tembellik yan gelip yatma yeri değildir’

Şenay Aydemir'in Organik Bozukluk kitabı Can Yayınları'ndan çıktı. Aydemir ‘işsizlik’ deneyimine ait gözlem ve tespitlerini anlattığı kitabında, mevcut çalışma düzenine karşı bir tutum sergiliyor.

Abone ol

Hakkı Özdal   hozdal@gazeteduvar.com.tr

Belki önce şunu söylemeliyim: Şenay Aydemir, 20 yıl önce birlikte çalışmaya başladığım bir arkadaşım. Kısa kesintiler sayılmazsa, bu 20 yılın tamamına yakınında, Evrensel, Referans, Radikal gazetelerinde birlikte çalıştık. Radikal 2014’te kağıt baskısına son verirken Şenay da ‘ofis yaşantısı’nı terk etti. Geride kalan iki yılın ardından, ‘işsizlik’ deneyimine ait gözlem ve tespitlerini içeren bir kitapla çıktı karşımıza: “Organik Bozukluk: 21. Yüzyılda Tembellik Hakkı”... Fransız sosyalist eylemci ve düşünür Paul Lafargue’un, kapitalist çalışmaya karşı büyük manifestosu olarak bilinen “Tembellik Hakkı” broşüründeki yaklaşımını kerteriz alarak, mevcut çalışma düzenine karşı bir tutum takınıyor Şenay. Kendi yaşadıklarından, medya, sinema, reklam gibi sektörlerdeyken işsiz kalan tanıdıklarına dair gözlemlerinden yola çıkarak, çalışmayı, işsizliği ve “bir hak olarak tembelliği” anlatıyor. Çok eski bir arkadaşla röportaj yapmanın zorluğunu vurgulayarak, sözü “Tembellik yan gelip yatma yeri değildir” diyen Şenay Aydemir’e bırakıyorum.

“Organik Bozukluk” kişisel bir hikaye elbette ama kişisel olmayan, tespitleri genelleyen yanları var. Kime dair bir genelleme bu? Ben bir ‘orta sınıf’ hikayesi gibi anlıyorum ama belki de bir daraltma bu… Bu kitapta anlatılan kimin hikayesi?

Asıl olarak beyaz yakalı diye tanımlayabileceğimiz ama esasında merkezinde medya çalışanlarının olduğu, giderek de “yaratıcı işler” diye tanımlayabileceğimiz, işte sinemacılar, reklamcılar, TV sektöründe çalışanlar gibi, ister istemez kendi çevremde yer alan kişilerin dahil olduğu bir kesimin yaşadıklarına dair gözlemler var. Bir kısmı elbette kendi yaşadıklarım ama azımsanmayacak miktarda da gözlemden yola çıkıyor. Sen de biliyorsun, çok fazla işsiz gazeteci var, ayrıca TV, dizi-sinema, reklam sektöründen benzer durumda çok insan var. Bu insanlardan dinlediklerim ya da gözlemlediklerimden yola çıktım.

24 SAAT ÇALIŞMAYA UYGUN...

İlk işsiz kalma anı için bir “tahliye” metaforu kullanıyorsun. İlk anda mutluluk mu veriyor işten ayrılmak?

Sen de benzer şeyleri yaşadın, biliyorsun. İlk işsiz kaldığında bu insanların gözünde bir ışık, özellikle uzun yıllar çalışanlarda bir rahatlama gördük hep. Benim için de öyle oldu. Yıllar boyunca haftada 6 gün, günde 10 saat çalışmış insanlar, mesai zorunluluğundan kurtulduklarında bir ferahlama yaşıyorlar elbette.

Kitap üç temel kavram üzerinde düşünerek ve tartışarak ilerliyor: Çalışmak, işsizlik, tembellik… Nedir bu kavramların kitaptaki fonksiyonları?

Bunlar birbirinden bağımsız kavramlar değil. Çalışmak tembellik için fırsat yaratmalı. Lafargue’un “Tembellik Hakkı”nda kast ettiği de bu aslında; çalışmanın kutsanmasına bir tepki. Çalışmanın, bize, sevdiklerimize, özel ilgi ve yeteneklerimize zaman tanıması… İşsizlik de bu ikisinin merkezine geliyor. Çünkü bugünkü çalışma koşullarında benim bulabildiğim formül bu: Mesainin kendi doğallığında 10-12 saate çıktığı, altıncı iş gününün vaka-i adiye olduğu bir çalışma düzeninde, benim tembellik diye bahsettiğim ve aslında çalışırken boş vakitlerimizde yapmamız gereken şeyleri yapabilmenin tek yolu olarak işsizliği gördüm. Çalışmanın bir tane basit mantığı vardır: 8 saatinizi satar ve kalan saatlerinizi satın alırsınız. Ama mesailer 10-12 saate çıktıysa kendiniz için bir şeyler yapabilecek zamanınız kalmıyor demektir. Ve evet, mesailer 10-12 saate çıkıyor. Bu sadece medya sektörü için geçerli değil, genel olarak böyle.

Gazetecilik özelinde devam edelim. ‘Artan teknolojik olanaklar gazetecilerin çalışma sürelerini giderek artırdı’ diyorsun. Nasıl oldu bu?

90’lı yıllarda aynı zamanlarda birlikte başladık çalışmaya, hatırlarsan o zaman öğleden sonra 5’te gazetelerin taşra baskıları biterdi. Akşam uçaklarına baskı için film yetiştirmek gerekirdi ve 5-6 gibi taşra baskıları biter, sonra iş gece editörlerine devredilirdi. Ama internetle beraber sayfalar bölge matbaalarına internet aracılığıyla gönderilmeye başlandı ve bu mesaiyi direkt 2-3 saat sarkıttı. Akıllı telefonlar ise bu süreyi neredeyse 24 saate çıkardı. Gece haber izleyen muhabirden internet sitesi için anında haber istenmeye başlandı. Bu giderek bir teamül haline geldi ve neredeyse herkes 24 saat çalışmaya “uygun” hale gelmiş oldu. Gazetecilik açısından anında haber refleksi belki doğru, ama buna uygun bir kadro örgütlenmesi ve mesai paylaşımı olmadı… Mevcut kadrolarla uzayan iş saatlerine yayıldı; çalışanların üzerindeki yük büyük oranda arttı böylelikle. Aslında esnek çalışma, yasal bir düzenleme ve dayanağa da sahip olmaksızın, teknoloji marifetiyle girdi medya sektörüne.

'SENİN SİGORTAN EMEKLİLİĞİN'

Kitapta anlattıklarından şöyle de bir sonuç çıkıyor: Düzenli bir işe sahip olmamak, yani senin tarif ettiğin anlamda ‘tembellik hakkı’nın daha geniş kullanımı, yaptığınız işe dair mental becerileri, zihinsel eforu da artırıyor. Böyle mi gerçekten?

Evet. Ben iki yıldır düzenli bir işe sahip değilim ve en çok üretimde bulunduğum dönem bu dönem oldu. Sinema eleştirileri ve başka makalelerin yanında bu kitabı yazdım. Ayrıca bitmiş bir kitap daha var, önümüzdeki aylarda çıkacak. Ayrıca bir arkadaşımla birlikte yazdığımız bir sinema kitabı daha var.

Kitap ilerledikçe, işsiz, dolayısıyla daha çok zamana sahip, tembellik konforunu kullanabilen kişinin başında bulutlar toplanmaya başladığını görüyoruz. Bir yandan maddi-nesnel sorunlar, bir yandan manevi-toplumsal baskılardan söz ediyorsun…

Elbette öncelikle mali geleceği görememe sorunu baş gösteriyor. İşten ayrılırken ya da çıkartılırken bir tazminat almışsanız onun sizi bir süre idare ettiği bir dönem var; ama sonra kaygı başlıyor kaçınılmaz olarak. Sakınmaya başlıyorsunuz harcama yaparken. Bizim gibi insanlar dışarıda buluşup sosyalleşir. Bir iki gitmezsiniz, üç dört gitmezsiniz, sonra sizi çağırmamaya başlarlar. Sosyalleşebilmek için bu tür faaliyetlere katılabilmeniz gerekir. Diğer yandan da annenizin, yakınlarınızın, “Oğlum senin sigortan, emekliliğin” demeleri başlıyor tabii. Bu bir baskı yaratıyor insanların üzerinde, akıllarından bile geçirmeyecekleri işlere başvuruyor sonra insanlar.

Sen bunu atlattın sanırım.

Evet, en azından şimdilik öyle görünüyor. Evden çalışarak günlük mesaisi olan bir işe girmeyerek yaşayabiliyorum şu anda. Bunun ne kadar süreceğine dair bir garanti yok elbette. Ama aynı belirsizlik konvansiyonel işlerde çalışanlar için de geçerli. Onların da ne zamana kadar maaş almaya devam edeceklerini bilemiyoruz…