Tarihte ilk pandemiyi Hititler yaşadı

Hitit Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Özlem Sir Gavaz tarihte ilk pandemi ve karantina uygulamasının Hititlerde yaşandığını söyledi. Sir Gavaz ilk biyolojik savaşın da yine Hititler tarafından uygulanmış olabileceğini belirtti.

Abone ol

ÇORUM - Hitit Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi ve Hititolog Doç. Dr. Özlem Sir Gavaz, tarihte kaydedilen ilk pandeminin Hititler döneminde olduğunu açıkladı.

Hitit Üniversitesi tarafından sosyal medya düzenlenen, “Pandemi Söyleşileri”ne katılan Doç. Dr. Özlem Sir Gavaz, “Tarihte Kaydedilen İlk Pandemi: Hititlerde Veba” konulu bir sunum yaptı. Gavaz, belki de tarihteki ilk biyolojik savaş örneğinin de Hititler zamanında kaydedildiğini söyledi.

3 bin 500 yıl önce bir süreliğine dünyaya hükmeden Hititlerin, zor salgın günlerinde neler yaşadıklarını tahmin etme şansı yakalayabileceklerini belirten Özlem Sir Gavaz, ayrıca o dönemde kaydedilen birçok çivi yazılı belge sayesinde, pandeminin yayıldığı coğrafya, nasıl bulaştığı ya da çözüm yolları ile ilgili de ipuçlarını bir araya getirerek bir fotoğrafın ortaya konulabileceğini belirtti.

İLK SALGININ ADI: HENKAN

Gavaz, Hititçe metinlerde “henkan-hinkan” kelimesinin “salgın” anlamına geldiğini kaydederek, salgının genel anlamıyla, kısa süre içinde insanlara, hayvanlara ve bitkilerin büyük bir bölümüne bulaşan bir hastalık olduğunu ifade etti.

Ayrıca tıp biliminde endemi, epidemi ve pandemi terimlerinin salgın ve bulaşıcı hastalıkları ifade etmek için kullanıldıklarını belirten Gavaz, “Endemi, küçük çapta salgınlara denilmektedir. Epidemi, daha büyük çaplı neredeyse bir ülkenin tümüne yayılım gösteren salgınlara denilmektedir. Son zamanlarda çok sık duyduğumuz pandemi ise bulaşıcı bir hastalığın ülke sınırlarını aşarak, ülkeler arası yayılım göstermiş halidir. İşte Hititler döneminde baş gösteren salgın da bir pandemidir” dedi.

ANADOLU'DAN MISIR, MEZOPOTAMYA, KIBRIS VE SURİYE'YE YAYILDI

Gavaz, pandeminin yayılım gösterdiği coğrafyanın ise Mısır, Mezopotamya (Mitanni, Babil), Kuzey Suriye (buradaki yerel krallıklar) hatta Alaşiya (Kıbrıs) ve Anadolu olduğunu dile getirdi.

Doç. Dr. Gavaz, özellikle Tel-El Amarna arşivinin yani Mısır kraliyet arşivlerinin yaklaşık olarak M.Ö. 1335’lerde bu salgına odaklandığını ve bazı belgelerde salgının başlangıç yeri ve ciddiyeti ile ilgili bilgiler yer aldığını vurguladı.

Amarna tabletinde, Simyra’daki herkesin Byblos’a girmesinin yasaklandığı ve eşek kervanlarının zararları ile ilgili bir belge olduğunu ve bu belge ile Byblos kentinin karantinaya alındığını belirten Gavaz, bir belgede de Babil’de bir aristokrat kadının vebadan öldüğünün kaydedildiğini ifade etti. Her ne kadar Mısır’daki kaynaklar salgının Mısır ülkesini çok etkilediğine dair bir belge vermese de özellikle MÖ. 1135-1330 tarihlerinde ülkenin bir kaos içinde olduğuna dair arkeololjik ve filolojik belgelerin var olduğunu, M.Ö. 14. yy’da. Hititlerin İmparatorluk döneminde I. Uppiluliuma’nın son saltanat yıllarında baş gösteren ve hem kralın hem de tahta geçen II. Arnuwanda’nın ölmesine sebep olan ve II. Murili döneminde doruk noktasına ulaşan salgının, tarihte yaşanan ilk ciddi pandemi örneği olduğunun altını çizdi.

Hititolog Doç. Dr. Özlem Sir Gavaz

KURTULMAK İÇİN TANRILARA YAKARDILAR

II. Murili döneminde kralın bizzat tanrılara yakarışının konu edildiği salgın dualarında, bir salgın hastalığın varlığından, bu sebeple yirmi yıldır Hitit ülkesinin can çekiştiğinden, bazı şehirlerde kontrol altına alınmasına rağmen, bazı şehirlerin bu sebeple birer mezarlığa döndüğünden ve bununla başa çıkamadıklarından bahsettiğini anlatan Özlem Sir Gavaz, “Askeri seferler sırasında, askerlerin günler süren uzun yürüyüşleri ve düşmanla çarpışmaları, bedensel ve zihinsel yorgunluk, memleketlerine ya da ailelerine kavuşma konusunda belirsizlik, temizlikten yoksunluk, yeterli beslenememe gibi nedenler Hititli askerlerin herhangi bir salgın hastalığa yakalanmaları için yeterli. Kuşkusuz hijyenden uzak bir ortamda bitler ve pireler aracılığıyla, kişilerin birbiri ile teması ve ortak eşya kullanımı gibi salgının tutsaklardan, Hitit ordusuna ve sonrasında da tüm bu coğrafyaya yayılmasının önünü açmıştır. Hititler başlarına gelen her doğal afet, felaket, savaşta yenilgi, uzun yıllar devam eden kuraklık ve onun kaçınılmaz sonucu olan kıtlık ya da birden ortalığı kasıp kavuran bir salgın hastalığın arkasında tanrılara karşı işlenen bir günah ya da bir ihmal olduğunu düşünmüşlerdir. Bu nedenle ancak tanrıları memnun ettikleri takdirde rahat ve huzur veya bolluk ve bereket lükslerine kavuşacaklarına inanmışlardır. Hatta Hititçe çivi yazılı metinlerde kaydedilen onlarca bayramı, sırf tanrıların onların başına sarabileceği binbir çeşit beladan kendilerini kurtarmak için eksiksiz yerine getirmeyi vazife edinmişlerdir. Bu sebepten tedavi yöntemleri de daha çok majik yöntemlerdir” ifadelerini kullandı.

İLK BİYOLOJİK SAVAŞ

Metinlerde kaydedilen bazı ritüellerin sırf salgını ortadan kaldırmak üzere icra edildiğini ifade eden Sir Gavaz, ilginç bir majik yönteme dikkat çekerek, "Ülkedeki veya ordudaki bir salgın hastalığı ortadan kaldırmak için yapılan bir ritüelde, bulaşının (yani mikrop, virüs, hastalık vs.) majik yöntemlerle, yüklendiği koçların, düşman ülkeye salındığından" bahsederek bunun belki de tarihte  kaydedilen ilk biyolojik savaş örneği olabileceğine değindi.

Gavaz, diğer taraftan salgından kurtulabilmek için izlenen en akılcı çözümün ise bazı şehirlerde uygulanan karantina yöntemi olduğunu da sözlerine ekledi.