Tarihin insan olmayan failleri

Virüslerin insanın tarihinde önemli aktörler olmaları sadece sağlığımızı veya popülasyon genetiğini etkilemelerine bağlı değil.

Abone ol

Çiler Çilingiroğlu*

Birçoğumuzda bir virüsün koca bir gezegeni etkisi altına alarak evlerine kapaması distopik bir bilimkurgu filminin içine hapsolduğumuz hissini doğurdu. Milyarlarca insanın evlerinde kalması gezegen açısından çeşitli etkiler yarattı. Bir yandan sera gazlarının atmosferdeki yoğunluğu uzun zamandır hiç olmadığı kadar azalınca soluduğumuz hava daha temiz bir hale geldi. Diğer yandan, sosyal hayatın durma noktasına varması hem iktisadi hem de psikolojik olarak bizi bir yıkımın eşiğine getirdi. Dünya; aşı tedariki, aşı milliyetçiliği, aşı stokçuluğu ve aşı adaleti gibi konuları tartışadursun, gelin biz insanlığın tarihini insan olmayan aktörlerin nasıl çoktandır yazıyor olduğuna bir göz atalım.

Genellikle insanı, tarihin biricik faili, yapıp edeni ve eyleyeni olarak düşünürüz. Bütün tarih kitapları merkezinde insanın olduğu olaylar ve süreçlere ilişkin malûmatlarla doludur. Hatta daha geleneksel tarih araştırmaları, bütün faillik gücünü kendinde toplamış tek bir insan etrafında tarihsel olayları ve süreçleri aktarmayı seçerler. Peki, acaba yola çıkış noktamızı değiştirsek ve insanı merkezden alıp biraz kenara çeksek, nasıl bir tarih tasarımıyla karşı karşıya kalırız?

VİRÜSLER 300 MİLYON YILDIR BURADA

Son yıllarda popülerleşen bir felsefi akım olan “Nesne Yönelimli Ontoloji” tam olarak bunu savunuyor. Batı düşüncesinde insanın kendini evrenin merkezinde ve hiyerarşik olarak diğer canlıların üzerinde konumlandırma eğilimi, mesela Philippe Descola gibi, çağdaş dünyanın parlak antropologları tarafından ısrarla eleştiriliyor. İçinde bulunduğumuz ekolojik kriz ve ani iklim değişikliği, tam da kendini tüm canlıların üzerinde gören kibirli insanın gezegenin başına açtığı telafisi olmayan korkunç felaketler… Bundan sonra ne adım atacağımız çok önemli. Ya kendimizi evrenin, doğanın ve tarihin merkezinde görmekten vazgeçerek ona göre eyleme geçeceğiz ya da kibrimiz gezegen üzerindeki yaşamın büyük bir kısmının sonunu getirecek. Ve insanlık korkunç bir savaş, yoksulluk, göç ve buhran içinde kendini tüketecek.

İşte bu felsefi hareketin benimsediği düşüncelerden biri de, insanlık tarihi denilen şeyin bazen insan-olmayan failler tarafından şekillendirilmiş olduğu. Yani tarihin aktörlerinin illa krallar, rahipler, tüccarlar veya büyük devlet insanları olmadığı yönünde. Bu insan olmayan faillerin başında virüs, mikrop, bakteri, parazit veya mantar gibi patojenler geliyor. Unutmayalım ki, virüsler en az 300 milyon yıldır buradalar. Dinozorlar zamanında vardılar, dinozorların soyu tükendikten sonra da onlar hayatına devam etti. Altı milyon yıl önce bizim ilk atamız evrimleştiğinde virüsler oradaydı. Virüsler tüm bu zaman boyunca, insan da dahil olmak üzere, birçok canlının DNA’sının içine sızarak kendi genomlarını kopyaladı. Öyle ki, eski virüslerin kalıntıları halen DNA’mızın yüzde 8’ini oluşturur.

Virüslerle ilişkimiz uzak geçmişe dayanıyor belli ki. Hepatit B, Heliko bakterpilori veya Parvovirüs B19 gibi patojenler Buzul Çağı avcı-toplayıcılarını konak olarak kullanıyordu. Mesela Hepatit B, 15 bin yıldır başımıza bela. Ancak salgın hastalıklarla kitlesel karşılaşmalarımız Neolitik Dönem ve sonrasında arttı. Bu salgınları tetikleyen kültürel gelişmelerin başında hayvanların evcilleştirilmesi, yerleşik yaşamın getirdiği hijyen sorunları ve nüfus artışı gelir. Yerleşik yaşam ve ona eşlik eden hayvancılık virüs, parazit, mikrop ve mantarların kolayca insan taşıyıcılar bulması için elverişli koşullar yarattı.

BİR BAKTERİNİN ŞEKİLLENDİRDİĞİ NÜFUS

Günümüzde Antik DNA çalışmalarıyla patojenlerin genomlarını dizilemek ve bu dizileri modern patojenlerin genomlarıyla karşılaştırarak tür tayini yapmak mümkün. Bu sayede, tüberküloz, cüzzam, veba, frengi veya kolera gibi hastalıkların tarih öncesi toplumları da etkilemiş olduğunu öğreniyoruz. Dahası Yersinia pestis (veba) gibi tüm genomu dizilenen antik patojenler bize bu organizmaların Neolitik zamandan bu yana geçirdiği genetik mutasyonları, mesela tam olarak ne zaman daha ölümcül olmaya başladığını gösteriyor.

Virüslerin insanın tarihinde önemli aktörler olmaları sadece sağlığımızı veya popülasyon genetiğini etkilemelerine bağlı değil. Hastalıklara bağışıklık kazanmış toplumlarla, henüz bunlarla tanışmamış toplumlar karşılaştığında tarihi köklü dönüşümlere sahne olabiliyor. Nasıl ki Avrupalıların taşıdığı kızamık, difteri, sıtma, tifo, çiçek veya kolera gibi hastalıklar, Amerika yerli halklarının soyunu tükenme noktasına getirdiyse, buna benzer karşılaşmalar tarih öncesi dönemde de halkların kökünü kurutmuştu. Mesela vebanın ilk olarak Orta Asya ve Karadeniz’in kuzeyindeki prehistorik toplumlarda ortaya çıktığı ve bu toplumların Avrupalı gruplarla etkileşimi sonucunda henüz vebayla hiç karşılaşmamış Neolitik çiftçilerin sonunun gelmiş olduğu tartışılan konulardan. Günümüzde modern Avrupalı toplumlar Neolitik genlerini tamamen kaybetmiş durumdalar. Yani bir bakteri, sadece Avrupa Tunç Çağı'nı şekillendirmede merkezi bir rol oynamakla yetinmemiş, aynı zamanda modern Avrupa popülasyonlarının da temelini atmıştır.

BİR PARAZİT OTORİTER REJİM İNŞA EDEBİLİR Mİ?

Gelelim tarihin faili olma konusunda daha da şaşırtıcı bir örneğe. Toxoplasma Gondii olarak adlandırılan bir parazitin insan beynine yerleştikten sonra kişinin davranışlarını etkileyebileceği öne sürülüyor. İnsanlar arasında yaygın olan bu parazit, ulaşmaya çalıştığı nihai konağa varmak için misafir olduğu aracı konağın davranışlarını değiştirmeye çalışır. Toxoplasma Gondii’nin varmak istediği nihai konak bir kedidir. Bu parazit, davranışını etkilediği aracı konağın beyninde yüksek oranda dopamin salgılanmasına yol açar. Mesela farelerde fazla dopamin, hayvanı risk alan heyecanlı ve meraklı bir duygu durumuna sokarak kedilere yakalanma olasılığını artırır. İnsanlarda yüksek dopamin salgılanması nevrotik kişilik bozuklarının gelişmesinde rol oynayabilir. Kevin Lafferty, Türkiye de dahil olmak üzere, birçok ülkeden bu paraziti taşıyan insan denekler üzerinde bir çalışma yürüttü. 2006 yılında yayınlanan bu çalışma, nevrotik hastalıklarla parazit arasında yüksek bir korelasyon buldu. Ayrıca bu parazite sahip kişilerde belirsizlikten kaçınma veya eril davranış şekilleri (saldırganlık, rekabet, egoizm gibi) davranışlar gözlendi. Eğer bu parazit nüfus içinde yaygınlaşırsa, insan davranışları üzerinden tüm kültüre etki edecek bir güce bile sahip olabilir. Sözgelimi, belirsizlikten kaçma eğilimi gösteren toplumlarda otoriter rejimler daha kolay ortaya çıkabilir. Tüyler ürpertici değil mi?

Sonuç olarak, bizden çok önce ve bizimle birlikte var olan virüsler, olasılıkla, bizden sonra da bu gezegende hüküm sürecekler. Nihai amacı kendine bir konak hücre bularak DNA’sını kopyalamak olan bu 'şeyler', insan sağlığını ve genomunu etkilemekten geri durmayacak. Dahası evrimsel tarihleri içinde mutasyon geçirerek daha dayanıklı, bulaşıcı veya ölümcül olmaya devam edecekler. M.S. 2021’de insanlığın virüslere karşı ne kadar etkili olabildiği ortada! Kendini tarihin merkezinde ve her şeyin üstünde gören kibirli insana doğanın verdiği ayıltıcı bir cevap değilse nedir bu? Belki de virüsler artık doğa karşısında ayağımızı denk almamız için bir fırsat sunuyor. Gandalf’ın Frodo’ya Gollum’un hikâyedeki rolüyle ilgili söylediklerini anımsayalım: “En bilgemiz bile tüm sonları göremeyebilir. Kalbim bu iş tamamlanmadan Gollum’un iyi veya kötü hâlâ bir rolü olacağını söylüyor”.

İnsanlık tarihi denen tiyatroda virüslerin, iyi veya kötü, daha üstlenecek hangi rolleri var dersiniz?

* Doç. Dr. / Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Prohisterya ve Önasya Arkeolojisi