‘Talan Şiirleri’ ve şairin maksadı

Hilmi Yavuz'un şiir kitabı 'Talan Şiirleri', Everest Yayınları tarafından yayımlandı. İki bölümden oluşan kitabın ilk bölümünde on bir, ikinci bölümünde on üç şiir yer alıyor.

Abone ol

Her kitabın bir sözü vardır denilebileceği gibi her kitabın bir sözler toplamı olduğu da söylenebilir. Neticede biliyoruz ki her kitap, her söz bir maksada dayanır. Maksat, Arapça ‘kasıt’tan türemiş bir sözcük. Öyleyse her kitap bir kasıt içerir. Bizim uğraşımız şiir kitaplarıyla. Dolayısıyla şiir kitaplarının sözleriyle ve o sözlerin maksadıyla…

Başka alanlarda olduğu gibi şiir okurken de karşılığını arayan sorularla yol alabiliriz. Örneğin, şairin okuduğumuz şiiri neden yazmış olabileceğini sorabiliriz. Yapıtın ve üreticisinin sözüne yönelik sorularımız olabileceği gibi biçimine, biçemine, tekniğine; bunlarla ilişkili olarak zamanına, mekânına dair sorular da yöneltebiliriz.

Şairin tanınıyor, şiirine içkin temel özellikler biliniyor ve her yapıtında bunları yineliyor olması, okurken sorular sormamıza engel oluşturmaz. Çünkü okuru, yeni şiirlerin, kitapların okuru yapan, biraz da her şiirde yeni bir şeyler arıyor olmasıdır.

Dört yıl önce 'Lanet Şiirleri' yayımlanan Hilmi Yavuz (1936), seksen beşinci yaşını 'Talan Şiirler'le kutladı diyebiliriz. Yavuz’un on altıncı şiir kitabı olarak okurla buluşan 'Talan Şiirleri', Everest Yayınları’ndan çıktı. “Talan Bir” ve “Talan İki” başlıklı iki bölümden oluşan kitabın ilk bölümünde on bir, ikinci bölümünde on üç şiir yer alıyor.

Kitap, “Talan ve Zaman” şiiriyle başlıyor. Ama kitabın başında yer alan ve şairin “talan” meselesine ilgisinin yeni olmadığını gösteren alıntılar dikkati çekiyor. İlk alıntı, “Kayboluş Şiirleri”nden. Bu kitabın yayın tarihi 2007. İkinci alıntı, “Zaman Şiirleri”nden. Şaire Sedat Simavi Ödülü'nü de kazandırmış olan kitabın okurla buluşması daha da eski. Kitap, 1987’de yayımlanmış.

“Talan ve Zaman” şiirinden iki betik okuyalım:

her şey ayaklar altında:
                         kalbim, paspas!
hüzün itibardan düştü…

(…)

gelgelelim, şimdi artık
yapılacak bir şey yok!
diye tekrarlanan
                             söylemlere
bulaştı her şey, yaz
günleri ayaklar altında…

“Talan ve Zaman”da iki kez geçen ve Hilmi Yavuz’un şiiri için hem ilginç hem de yeni olan bir ifade dikkati çekiyor: “kalbim paspas”…

Üzerinde uzun uzun durulabileceğini, birçok açıdan yoruma açık olduğunu düşündüğümüz bu ifadeye ilişkin şimdilik, bir hayli “ağır” olduğunu söylemekle yetinelim. Okurun, kitabın daha ilk şiirinde bir “ağırlığı” omuzlamakla karşı karşıya olduğunu da belirtelim. Şu da var: Şiire amaçsız, maksatsız, hesapsız yerleştirilmiş bir “ağırlık” değil bu. Birçok neden sayılabilir. Örneğin söz konusu “ağırlık” karşısında okurun tepkisinin belirlenmesine yönelik bir “gizli hamle” olarak yorumlanabilir. Şair belli ki sıkı, ama sıkılmayan okurdan yana. Metne gömülmüş bu gizli hamleyle, şair arzuladığı tarzda okurun varlığına güvenini yenilemek ve pekiştirmek istemiş olabilir diye düşünülebilir. Bir şiir daha okuyarak devam edelim. “Talan ve Sen” başlıklı şiirden bir bölüm aktarıyoruz:

sana yazmadıklarımı
kalbime yazdım

ıssız kır yollarıydım
ayak seslerin
kalbimin sesleriydi.
her yanım filbahriler…
                      sen
bende yürüdün, -yaz’dın!

ıssız bir odaydım
yüzüm duvarda ayna
kalbin camlarımdı benim
öyle beyazdım ki
                            ben…

Talan Şiirleri, Hilmi Yavuz, 64 syf., Everest Yayınları, 2021.

İlk bölümde yer alan on bir şiirin tümü “talan ve…” diye başlıyor. Yavuz’un, bu bölümde zamanımıza ve yaşantımıza musallat olan “talanın” nelere yol açtığının, neleri alıp götürdüğünün ya da yok ettiğinin dökümünü de yaptığını söyleyebiliriz. Bu defa alıntımız “Talan ve Şimdi” başlıklı şiirden:

güneşin karardığı günler
                             şimdi…

varlığın evi metruk,
eşyalar bile terk etti beni.
sözler mühürlendi
bir sandıkta…
kırık parçaları aynanın,
hiçbir şeyi göstermiyor
                          şimdi…

Kitabın adından başlayarak “talanın” bıktırıcı olacak biçimde yinelenmesini şöyle de yorumlayabiliriz: Yaşadığımız ve çağın getirdiği değişim ve yenilikler katlanılacak ölçülerde değil. Ayrıca öyle bir dönüşüm gerçekleşiyor ki bu bir gelişme, ilerleme değil düpedüz bir “talan”. Eskiyenin kendi olağan akışı, doğal sürecinde eskimesi dahi “talan” ediliyor. Bizlerin bu “talanla” birlikte eskiyenlerle ilgili hüzün, özlem duygularımız da “talanla” yağmalanıyor, gasp ediliyor. Bu tahammül edilemez “talan” neticede özlemlerimizi, hüzünlerimizi, dahası bizi “talan” ediyor. Dolayısıyla bu maruz kaldığımız asla bir eskime, eskitme ve akabinde gerçekleşen yenilik, yenileşme değil, çok ağır sonuçlar oluşturan bir “talandır”. Hilmi Yavuz bu, insanı aşan, insanı da hedef alan “talan”a karşı bir itiraz geliştiriyor diyebiliriz. Bunu da elbette şairin verebileceği tepkiyle, maksadını şiirlere, kitaba dönüştürerek yapıyor. “Her şey talan!” dizesiyle başlayan “Talan ve Her Şey” başlıklı şiirin son iki betiğini okuyalım:

Her şey talan!

(…)

işte bu son talanı ömrümüzün;
aşklar, acıya emanet.
dahası, yok bahası
                           satıldı erguvanlar…

- nedir bu
- eskiler söyledilerdi:
‘inkiraz-ı baharan’…

Birinci bölümde “talanın” neden olduğu yıkım ve kayıplar güncelle de ilişkilendirilerek kinayeli bir biçimde dile getiriliyor. Kitabın ikinci bölümünde bir “hayıflanma” söz konusu. “Talan İki” adlı bu bölümde şair, hızla yükselen ve yaşamı çoraklaştıran “talan” kültürüne karşı savunduğu yol haritasını hatırlatıyor. Estetik ve kültürel kaynaklara yapılan göndermelerle “talanın” kopardığı gelenek zincirinin, “Doğu Batı sentezi”yle birbirine eklenebileceğine işaret ediyor. Yaşamı “güzeltecek” kültürel çözüme dikkat çekiliyor.

“Talan ve Sekizinci Askı”, İslam kültüründen önceki şiir geleneğinde önemli olan “Yedi Askı” da İbnü’l Arabi, Itri, Sümbül Sinan’ın (TDV İslam Ansiklopedisi’ne göre Sünbül Sinan), anılması da şairin savunduğu kültürel ve estetik tercihini vurgulamak amacıyla diyebiliriz. Anılan bu kişilerin aynı zamanda İslam kültürü içinde şiiri, müziği ve dansı temsil eden isimler olduğunu da belirtelim.

Bu bölümdeki şiirlerde, Yavuz’un hayranlık duyduğu “üstadı” Yahya Kemal ve “Hoca” dediği (gerçekten de hocası olan) Behçet Necatigil’in yanı sıra savunduğu “medeniyet tezi”nin sac ayaklarından bir diğerini oluşturan Batı kültürünün öne çıkmış iki şairi de anılıyor: Hölderlin ve Rilke…

Yahya Kemal’le kurduğu çok yönlü bağı işaretleyen “Talan ve Yahya Kemal” başlıklı şiirin son üç betiğini aktaralım:

büyük saltanatı şiirin
çoktan bitti… kör kazma…
kazdığı yerde ağıt ve irin

diyorsun ki, şairim,
ey hilmi yavuz
artık sus… ve şiir yazma!..

Yavuz, 'Talan Şiirleri'nde kinaye ve hayıflanmayla çevirmeye başladığı maksat pergelinin hareketini kıyaslama yaparak sonuçlandırıyor diyebiliriz. Alıntılayacağımız betik “Talan ve Hoca” başlıklı şiirden:

bir şey olm- derken, gül buruştu;
pörsük… odan küçüldü, Hocam
sen gittin ve aşklar birden uçuştu,
oraya buraya… ev talan, kırıldı en/cam…

Hilmi Yavuz, övüldüğü kadar tartışılıp eleştirilen bir şair de olmuştur. 'Büyü’sün Yaz!'ın arka kapağında çeşitli isimlerin görüşleri yer alır. Cahit Kulebi, “Kıskançlık duysam Hilmi’ye duyardım… Şiir denilen gizli varlığı bulan, biçimde içeriğin kutsal birleşmesini gerçekleştiren…” demiş. Cemal Süreya, dil işçiliğine, titizliğine dikkat çekmiş: “Dile çok büyük planda hâkim olamayan, sözü yazıyı canından sızdırmamış kimseler bu alanda at oynatamaz. Hilmi Yavuz dil beğenisi en yüksek şairlerimizden biri.”

Hilmi Yavuz’un övgülerin yanı sıra eleştiriler de aldığını söylemiştik. Örnek olarak Tomris Uyar’ın 1986 tarihli 'Dilin Eti, Sözcüğün Kemiği' başlıklı yazısını anabiliriz. Uyar’ın yazısı, “şiir dili” sorunsalı açısından da güncelliğini koruyor. Yazının tamamının okunmasını önererek bir bölüm aktaralım: “Şimdi, Yavuz’un şiirindeki (şu anda yalnızca bu şiiri kastediyorum) günü dolmuş sözcüklerin yerine güncel sözcükler koyarsak şiirsel yükte bir azalma olacak mı, bakalım. Sanmıyorum (mübağala’nın Türkçesini bulmaya çalışmadım, zaten abartılıydı). Çünkü o sözcüklerle sıkı sıkıya bağlı bir dil mantığına varmak amaçlanmamış. Usta işi imgeler ağır basıyor; birbirinden oldukça bağımsız ama uyumlu, pastel renkli imgeler. Seçilen çarpıcı, eski sözcüklerse bir bütünün vazgeçilmez parçaları sayılamaz. Belki de o yüzden, sözcüğün kemiği dilin etini fazlaca zorluyor. Dil, bir başkaldırı aracı değil; okura kolay benimsenir nostaljik bir tat getirmekten öte bir işlevi yok.”

Hilmi Yavuz’un 1969’da yayımlanan ilk kitabı 'Bakış Kuşu'ndan sonra, Tomris Uyar’ın da dikkat çektiği gibi dil tavrında önemli bir değişiklik gerçekleşir. “Şeyh Bedreddin Üzerine” şiirlerle başlayan dilsel dönüşüm, “Doğu Şiirleri”nde ama ondan da sonraki şiirlerinde daha da belirginleşir. Onikieylül sonrası şiirlerinde Osmanlıca sözcükler yetmişli yıllara tarihlenen kitaplarındakilerle kıyaslanamayacak oranda artış göstermiştir.

Hilmi Yavuz’un şiirinin dikkat çeken bir başka özelliği de Yahya Kemal’le Behçet Necatigil arasında bir salınım oluşturmasıdır diyebiliriz. Kaldı ki Yavuz da bu şairlerle olan akrabalığını gizlemez.

Hilmi Yavuz’un dil çizgisindeki değişime ilişkin yapıtlarından yola çıkarak şöyle bir saptama yapmak mümkün görünüyor: “Hocası” Behçet Necatigil yaşarken dil yönünden ona yakın, onun çevresindedir. Ancak “hocasının” ölümünden sonra, (bu arada onikieylül olmuştur) hayran olduğu Yahya Kemal’in “diline”, nasıl söyleyelim, göç eder. Öte yandan o, dil tutumunu başlı başına bir şairlik alametifarikasına dönüştürmüştür de denilebilir. Kitabın son şiiri de olan "talan ve haz”dan bir dörtlük okuyalım:

yara gecesi, lanet gecesi… ve talan
gecesi… hazda ölüm, ölümde haz?
neden olmasın? ben şiirlerle infaz
edildim, lirik sözlerde irin ve çıban…

'Talan Şiirleri'nin, şairin seksen beşinci yaşında yayımlanmasının yanı sıra şiirin güncelle kurduğu ilişki yönünden de ilginç olduğu söylenebilir. Kitap, bir çağrıyla yüzleşme şiirleri olarak da yorumlanabilir. Bununla birlikte, yıllarını şiirle geçirmiş şairin, şiirin çok yönlü okunabilirliğine örnek oluşturacak yeni kitabı değerlendirmesi yapmak da mümkün…