Sykes-Picot'un 100. yılında Ortadoğu: Halkların yüzyılı olacak mı?

Arap Baharı nasıl başladı ve nerelere evrildi... Türkiye'nin yeni Ortadoğu politikasının hedefleri ne... Kürtlerin yüzyılı mı başladı... 'Bitmeyen Savaş Paylaşılamayan Ortadoğu - Sykes-Picot’nun 100. Yılı' adlı kitabı Ali Karataş'la birlikte hazırlayan Yusuf Karataş, Ortadoğu'daki son gelişmeleri anlattı.

Abone ol

DİYARBAKIR - Yusuf Karataş ile Ali Karataş’ın birlikte hazırladığı 'Bitmeyen Savaş Paylaşılamayan Ortadoğu –Sykes-Picot’nun 100. Yılı' adlı çalışma, ilk bakışta, iki açıdan önemli. İlki, 100’cü yılına giren Sykes-Picot Anlaşması’nı* bir kez daha hatırlamak, başka bir değişle, tam anlamıyla uygulanamamış olsa da bu anlaşmanın Ortadoğu’daki etkilerine vakıf olmak ya da hafıza tazelemektir. Diğeri ise, Ortadoğu’da bitmeyen ve çeşitli argümanlarla (etnik, dini, mezhepsel) devam eden savaşların arka planına bakabilme olanağı vermesi. Ama galiba kitabı önemli kılan asıl niteliği, Arap Baharı’yla başlayan, Suriye’deki iç savaş ile Musul’da devam eden savaşın gerçek nedenlerine bakabilme olanağı sunmasıdır.

Sykes-Picot Anlaşması bugünün sınırlarını çizmedi, ama emperyalizmin Ortadoğu'da bulunma nedenleri ile yaptırımları adına önemli bir göstergeydi. Kitap, Sykes-Picot Anlaşması’na bu açıdan bakmayı ve bugün yaşananları yorumlamaya çalışıyor.

22 YAZAR KATKI SUNDU

Kitapta 22 yazar, Sykes-Picot Anlaşması bağlamında dünden bugüne Ortadoğu’da olup bitenleri çeşitli yönleriyle, kendi bakış açıları ve üsluplarıyla irdeliyor. Yazıların her biri konunun bir yönüne odaklanıyor ve 5 bölümden oluşan kitapta meseleyi derli toplu görme olanağı sağlıyor.

Kitapta yazıları yer alan yazarlar arasında Hakkı Özdal, Fehim Taştekin, Musa Özuğurlu, Sinan Birdal ve Barış Avşar’ı Duvar okurlarının yakından tanıdığını sanıyorum. Kitapta yazılarıyla katkı sunan diğer yazarlar ise şöyle: Yusuf Akdağ, Enis Nakkaş, Mustafa Yalçıner, İhsan Çaralan, Hasan Sivri, Erdoğan Aydın, Ayşe Hür, Fehim Işık, Naif Bezwan, Yusuf Karataş, Najah Wakim, Ali Karataş, Abu Ahmad Fuad, Aydın Çubukçu, Demir Çalışkan, Ahmed Bahaaddin Şaban, Hamma Hammami.

ORTADOĞU'DAKİ SON GELİŞMELER

Evrensel Basım Yayın tarafından yayınlanan kitabı Ali Karataş ile birlikte hazırlayan Yusuf Karataş, kitabın yazarları arasında da yer alıyor. Yusuf Karataş ile 'Bitmeyen Savaş Paylaşılamayan Ortadoğu' kitabından yola çıkarak, Ortadoğu’daki son gelişmeleri konuştuk.

Sykes-Picot Anlaşması geçen mayıs ayında 100’cü yılına girdi. Türkiye ve dünya Ortadoğu ile Ortadoğu da kendisiyle o kadar meşgul ki, sanki 100’üncü yılında yeterince tartışılmadı. Ne dersin?

Öncelikle şunu söylemek gerekiyor. Sykes Picot, yüz yıl önce sınırların çizilmesini tek başına belirlememiş olsa da o dönem yapılan anlaşmaların en bilineni olarak hep tartışma konusu oldu. Sanırım bu gizli anlaşma ününü biraz da Ekim Devrimi’nden sonra Lenin tarafından ifşa edilmesine borçlu. Dediğin gibi, aslında yüzüncü yılında ve üstelik Irak’ı içine alan ve diğer bölge ülkelerini etkileyen Suriye savaşı üzerinden sınırların yeniden çizilmesinin bu kadar tartışıldığı bir ortamda bu anlaşmanın yeterince tartışılmaması bir çelişki gibi görünüyor. Ancak bugün paylaşım mücadelesi yürüten güçlerin böylesi bir tarihsel hesaplaşma içine girmesi aslında kendilerini inkâr etmek anlamına da geliyor biraz. O yüzden bu tartışma daha çok yayılmacı emellerine tarihsel dayanaklar oluşturmaya çalışan Türkiye egemenleri -ki Erdoğan’ın son Lozan çıkışını da bu kapsamda değerlendirebiliriz- gibi güçler ile bölgesel paylaşımın tarihsel arka planını irdeleyen ilerici güçlerle sınırlı kaldı diyebiliriz. Biz değerli birçok gazeteci, yazar, akademisyen, tarihçi ve siyasetçinin katkı sunduğu çalışmamızı da ilerici güçlerin tartışmayı derinleştirme çabasının bir parçası olarak değerlendiriyoruz.

TÜRKİYE’NİN ORTADOĞU’DA ETKİN GÜÇ OLMA HEVESİ

Kitapta, kimi yazarlar, Türkiye’nin son dönem Ortadoğu politikasını Sykes-Picot Anlaşması’na dahil olma gayreti olarak değerlendiriyor. Dönemin Dışişleri Bakanı ve daha sonra Başbakanı Ahmet Davutoğlu ile belirginleşen Yeni Osmanlıcılık olarak tarif edilen bu durum için siz ne dersiniz?

Bu politikaya Sykes Picot’a dahil olma değil de, bu anlaşmanın yarattığı sonuçları değiştirme gayreti demek daha doğru olur. Davutoğlu’nun ‘Stratejik Derinlik’ kitabında temelleri açıklanan yeni Osmanlıcı politikaya göre, Türkiye, Osmanlı’nın uzun süre hüküm sürdüğü ve önemli tarihsel-kültürel bağları olan Ortadoğu coğrafyasında yeniden etkin güç olmalıydı. Bugün Suriye ve Irak’ta büyük oranda mezhepçi söylemler üzerinden sürdürülen müdahale politikaları, Mısır’da İhvan’la yakınlık bu politik yönelimin sonuçları.

22 yaz 5 bölüm halinde Ortadoğu'yu irdeledi.

Burada Davutoğlu’nun başbakanlığının son dönemlerinde Sykes Picot’a karşı Kut’ül Amâre muharebesini öne çıkarmaya çalışmasını ve bu 'zafer'in okullarda kutlanmasını hatırlatmak gerekiyor. Bu muharebe üzerinden Osmanlı, Sykes-Picot anlaşmasını yapan emperyalistlere karşı mazlum halkların hamisi gibi gösterilmek istendi. Oysa gerçek başkadır. Yani Osmanlı, Birinci Paylaşım Savaşı’nın tarafı bir ülke idi. Başka bir deyişle tarih kitaplarında ihanetle suçlanan mazlum halklar için temelde Osmanlı ve diğer emperyalist güçler arasında bir fark yoktu. Zaten bugün yeni Osmanlıcı müdahale politikasının Ortadoğu’nun mazlum halkları tarafından destek görmemesinin, aksine öfke uyandırmasının nedenlerini de biraz burada aramak gerekiyor.

YENİ SÜREÇ İSYAN MI PAYLAŞIM MI?

Arap Baharı ile başlayan ve başka biçimlere evrilerek devam eden süreci nasıl değerlendiriyorsunuz? Gerçekte neler oluyor Ortadoğu’da? Halkların cetvelle çizilmiş sınırlara isyanı mı, yoksa yeni bir paylaşım sürecine mi tanıklık ediyoruz?

Kitapta Tunus ve Mısır’dan başlayan bu sürecin doğrudan öznesi durumunda olan devrimci-sosyalist ve ilerici güçlerin temsilcilerinin makaleleri olduğunu söyleyeyim öncelikle. Bugün devrim sonrası Tunus’ta üçüncü güç konumunda bulunan Halk Cephesi’nin sözcüsü ve Tunus Emekçileri Partisi’nin Başkanı Hamma Hammami ve Mısır Sosyalist Partisi Genel Sekreteri Ahmed Bahaaddin Şaban’ın makalelerinde önemli değerlendirmeler yapılıyor. Yine Lübnan Halk Hareketi lideri Najah Wakim ile Filistin Halk Kurtuluş Cephesi Genel Sekreteri Abu Ahmad Fuad’ın yazılarını da bu kapsamda değerlendirebiliriz. Kitabı okuyacaklar bu soruya kapsamlı bir cevap bulabilirler yani.

İsyan mı, paylaşım mı sorusuna kısaca cevap vermek gerekirse, aslında ikisi de diyebiliriz. Yani halklar onlarca yıllık diktatörlüklere karşı ayaklandılar ama emperyalistler Libya müdahalesinden başlayarak ve diktatörlüklerin yıkıldığı ülkelerde Sisi darbesi örneğinde olduğu gibi yeniden kendi işbirlikçilerini iktidara getirerek sürece müdahale ettiler. Başka bir deyişle, halkların değişim ve demokrasi isteğini yedekleyerek Bölgeyi kendi çıkarları temelinde yeniden dizayn etmeye yöneldiler. Libya’ya müdahale eden güçlerin başını Tunus’ta ve Mısır’da en sadık işbirlikçi diktatörlerini kaybeden Fransa ve ABD’nin yapması -ki bilindiği gibi Tunus’taki Bin Ali diktatörlüğü Fransa ve Mısır’daki Mübarek ise, ABD tarafından destekleniyordu- yeterince açıklayıcıdır. Sonra bu müdahale politikası, bildiğiniz gibi gelip Suriye’de kilitlendi. Çünkü burada müdahale peşindeki güçlerin karşısına bölgedeki varlıkları için Suriye’ye hayati bir önem atfeden Rusya-İran-Lübnan Hizbullahı bloğu çıktı.

'MUSUL SONRASINA BAKMAK LAZIM'

Musul-Kerkük, malum Türkiye’nin iştahını kabartan bölgeler. Son gelişmeler ışığında, bölgede nasıl değişiklikler beklemek lazım?

Türkiye önce Başika kampında eğittiği Nuceyfi’nin Sünni milisleri üzerinden ve sonra da Telafer’deki Türkmenleri gerekçe göstererek Musul savaşına dahil olmaya çalıştı. Ancak bildiğiniz gibi ABD, bu konuda muhatabın Irak hükümeti olduğunu söyledi. Irak hükümeti de zaten uzunca bir süredir Irak’a Sünni güçler üzerinden müdahale etmeye çalışan Türkiye ile gerilimli olduğu için Türkiye’yi istemediğini açıkça ilan etti. Aslında Irak’a bakınca Türkiye’nin yeni Osmanlıcı politikayı nasıl sürdürmeye çalıştığını da görüyoruz. AKP-Erdoğan iktidarı önce İslam Partisi Başkanı Haşimi üzerinden müdahale politikası yürüttü -ki Haşimi, Irak’ta birçok bombalı saldırıdan sorumlu tutulduğu için idama mahkum olup Türkiye’ye sığındı. Şimdilerde ise, Nuceyfi üzerinden aynı politika sürdürülmeye çalışılıyor.

ABD, özetle Irak’ta kurduğu düzeni sürdürmek istediği için Türkiye’nin gerilimi tırmandırma politikasından rahatsız. Çünkü Irak’ın parçalanması halinde Şii çoğunluk karşı bloğun; yani Rusya-İran’ın etkisi altına girecek. Musul operasyonuna hem hükümet ve hem de Peşmerge güçlerinin katılması, ABD’nin bu Irak’ı bir arada tutma politikasının bir sonucu. Ancak Barzani’nin uzunca bir süredir bağımsızlık ilan etmek istediği de biliniyor. Musul operasyonundan sonra ne olacağını göreceğiz.

Fakat Musul operasyonuna bakarak Türkiye için söylenebilecek şey, pay kapma hevesinin kursakta kalmasının kuvvetle muhtemel olduğudur.

Kitaptaki yazılarda Kürtlerin durumu da anlatılıyor. Hem Sykes-Picot Anlaşması’nda hem de sonrasında yapılan anlaşmalarda Kürtlerin konumlanışını siz nasıl değerlendirirsiniz?

Belirttiğin gibi kitapta hem tarihsel arka planıyla ve hem de güncel yönleriyle bu konu da tartışılıyor. Bu oldukça kapsamlı ve cevaplanması öyle kolay olmayan bir soru. Ancak, bu anlaşmalara bakınca gördüğümüz tek bir şey var: Bu anlaşmaları yapan emperyalistler için önemli olan halkların özgürlüğü, kendi geleceklerini kendilerinin belirlemesi değil, hep kendi bölgesel çıkarları olmuştur.

Ve maalesef Kürt ve Filistin halkları yüz yıldır bu emperyalist paylaşım mücadelesinin en büyük mağdurları durumundalar.

KÜRTLERİN YÜZYILI MÜMKÜN MÜ?

Kürtler, içinde bulunduğumuz yüzyıl için, 'Kürtlerin yüzyılı olacak' diyor. Bu iyimser politik öngörü için siz ne dersiniz?

Bu iyimserliğin altında bölgesel kamplaşmanın da bir sonucu olarak Kürtlerin dengeleri değiştirebilecek önemli bir mücadele dinamiği olarak ortaya çıkmasının payını da göz ardı etmemek gerekiyor sanırım. Bugün ABD de, Rusya da her fırsatta Kürtlerin öneminden söz ediyor. Ama dediğin gibi, emperyalist müdahale ve paylaşım mücadelesinin bu kadar kızıştığı bir coğrafya için fazla iyimser bir öngörü bu. İşte Rojava, bu kuşatılmışlık içinde kendi demokratik kazanımlarını koruyarak yoluna ilerlemeye çalışıyor. Ve bunun zorlukları da ortada.

Öte yandan 'Kürtlerin yüzyılı' derken, Kürt siyasetinin kendi içinde zaman zaman ciddi gerilim ve çatışmaya da varan ayrımları da göz ardı etmemek gerekiyor. Çünkü epey bir süredir tartışması yapılan Kürtlerin birliği için kongre/konferans toplama konusunda bir türlü mesafe alınamıyor olmasının nedenlerini de bölgesel kamplaşma ve egemenlik mücadelesinden bağımsız düşünülemeyecek olan Kürt siyasetindeki bu ayrımlarda aramak gerekiyor. Yani Kürt siyaseti bir değil ve en genel olarak Barzani ve Öcalan çizgisini temsil eden güçler arasında ciddi ayrımlar var. Bunların aşılıp aşılamayacağı, ya da ne kadar aşılabileceği sorduğun sorunun cevabını vermek bakımından belirleyici olacak.

Son olarak Ortadoğu’nun bugünkü görüntüsü üzerinden ne söylemek istersin?

Sadece Kürtler için değil; bölgenin ezilen bütün halkları için kurtuluşun yegane yolu, emperyalistlerin ve bölge gericiliklerinin müdahalesine karşı birleşmekten geçiyor. Bütün halkların, inanç ve mezheplerin eşitliğine ve barış içinde yaşamasına dayanan anti-emperyalist, demokratik bir mücadelede birleşmekten…

Bu aynı zamanda kitabımızın da en genel mesajı diyebiliriz.

* Sykes-Picot Anlaşması, Büyük Britanya adına müzakere eden Mark Sykes ve Fransa adına müzakere eden François Georges-Picot tarafından 1916 yılında imzalanmıştı. Rusya’daki devrimin ardından Lenin’in bu gizli antlaşmayı açıklaması ile emperyalist ülkelerin Ortadoğu’ya yönelik planları açığa çıkmıştı.