Susma ustası bir yazar: Gulam Hüseyin Sâedi

İranlı yazar Gulam Hüseyin Sâedi'nin 'Top' eseri dilimize çevrildi. Sizler için kitabın çevirmenleri ile konuştuk.

Abone ol

DUVAR - İran edebiyatının kıymetli isimlerinden Gulam Hüseyin Sâedi, ilk kez Türkçe’de. Sâedi’yi, İran edebiyatını ve Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan eseri 'Top'u, çevirmenleri Makbule Aras ve Farhad Eivazi ile konuştuk.

Ortadoğu, topraklarında nice leziz meyveler yetiştirmiş, lakin hepsini taşlamış, serpilmelerine izin vermemiş bir coğrafya. Yazarlarını mahkum etmiş, sürgün etmiş, en güzel filmlerini yasaklamış, en iyi yönetmenlerine parmaklıklar ardında filmler yaptırmış bir diyar.

Yapıkredi Yayınları tarafından ilk kez Türkçe’ye çevrilen 'Top' adlı eseriyle tanıştığımız Gulam Hüseyin Sâedi de hayatını, tarif etmeye çalıştığım haksızlıklarla mücadele ederek geçirmiş İranlı bir yazar. İhtisası psikiyatri olan Saedi, ruhun gerçek gıdasını keşfetmişçesine edebiyata gönül vermiş bir doktor.

Türk kökenli bir ailenin oğlu olan Saedi,  İslam Devrimi’nin savurduğu, anadilinde eserler kaleme alabilmenin hasretiyle dünyadan göçmüş onca çınar yaprağından sadece bir tanesi. Bugün bir başka çınar yaprağıyla, Sadık Hidayet’le, Paris’te yan yana uyuyor.

Gulam Hüseyin Sâedi’nin zihin açıcı alt metinlerle bezediği eseri 'Top', Kazakların ellerinde bir topla Muvel Köyü’ne gelişiyle başlıyor. Yüksek bir tepeye yerleştirilen topu ilk kez gören köylüler mağaralara saklanıyor ve savaşın patlak vermesini ya da Kazakların öylece çekip gitmesini beklemeye başlıyorlar. Bu sırada, köylülere yıllarca hocalık eden Haşim Hoca devreye giriyor. Fakat Hoca bu kez tamamen kendi çıkarlarının peşinde, ikili bir oyunun içinde yer alıyor. 'Top', toplumun en küçük yapılarında dahi rahatlıkla rastlanabilecek çarpışıklıkların röntgenini çekiyor. Bu röntgen, tüm iktidarların ve toplumların sırrını dökebilecen bir ipucu.

'Top'u, Saedi’yi bunca yıl sonra Türkçe’de okuyabilmemize vesile olan iki insan, Makbule Aras ve Farhad Eivazi ile konuştuk. Aras ile Eivazi, öyle müthiş bir işbirliğiyle ve içselleştirerek çevirmişler ki eseri, herhangi bir anında iki dillilik fark etmek mümkün değil. Birbirinin gövdesine dolanmış iki sarmaşık gibi, özde birleşen bir üslup yakalamış olan ikili, Saedi’yi ve İran edebiyatını anlattı.

Top, Gulam Hüseyin Saedi, YKY, 2017.

“FARSÇA ŞEKERDİR, TÜRKÇE İSE HÜNER”

Öncelikle Gulam Hüseyin Sâedi’nin ve eseri 'Top'un İran edebiyatındaki yerini konuşalım istiyorum. Bu kitap bize İran kültürüne dair ne gibi ipuçları veriyor?

Farhad Eivazi: Bu kitabın, hem İran tarihinde hem de İran edebiyatında önemli bir yeri var. İran tarihinde Meşrutiyet’e geçişin bir kesitini ele almaktadır, edebiyatta ise tarihi gerçekliği olan bir olayı, büyülü gerçekçiliği kullanarak sanatsal bir ürüne dönüştürmüştür. Toplumsal gerçekler, sanatsal bir dille nasıl anlatabilire bir örnek vermiştir, denebilir. Farklı dönemlerde yazarın eserleri yasaklanmışsa da Top, aydınlar ve sanatçılar arasında her zaman referans verilen eserler arasındaki yerini korumuştur.

Makbule Aras: İran’la Türkiye arasındaki kültürel benzerliklerin yanı sıra tarihsel süreçteki benzerlikleri de görürüz bu romanda. Tıpkı bizdeki gibi İran da 1900’lerin başında hanedanların yönettiği monarşik sistemden, Meşrutiyete geçme sancıları içindedir.

Ancak bu süreçte en çok zararı, farklı siyasi grupların kendi menfaatlerini gözeterek attıkları adımlar altında ezilen halk görür. Halk, işgalci Ruslar, Monarşi yanlıları, din adamları ve Meşrutiyetçiler arasında çapraz ateşte kalır. Kime güveneceğini, kendisini nasıl koruyacağını bilemez. Sözünü ettiğimiz halk göçerlerdir, kıt kanaat yaşayan, yoksul obalılardır.

Bu göçerlerle Yaşar Kemal’in romanlarındaki göçerler birbirlerine benzerler, kader ortağıdırlar. Farhad, Gulam Hüseyin’in sanatsal dilinden söz etti, belki bunu biraz açmak gerek. Gulam Hüseyin zaman zaman yaptığı betimlemeler dışında pek söz sanatına başvurmaz, canlı bir konuşma dili hakimdir eserlerine. Konuşmalardaki doğallık, betimlemelerde yerini son derece sıradışı benzetmelere bırakır.

Bunlar, orijinallikleriyle olduğu kadar somutlama güçleriyle de dikkat çekicidirler. Sanki anlatılanların demini aldığı yerlerdir bu nadiren beliriveren betimlemeler, bütün bunlar metnin içimize işlemesine yol açar, kahramanlarla okur arasında duygusal bir bağ inşa ederler. Bu bağ öylesine kuvvetlidir ki kendi menfaati için ter döken bir karaktere bütün roman boyunca kızıp öfkelenen okur, romanın sonunda aynı karakter için hüzünlenirken bulabilir kendisini.

Gulam Hüseyin Saedi ilk kez ve sizler tarafından Türkçe’ye çevrildi. Bu size ne hissettirdi?

Farhad Eivazi: İnsan, hayatı boyunca kendilerinden çok şey öğrendiği hocalarına gidip teşekkür etmek ister. Gulam Hüseyin, benim için teşekkür edemediğim bir hoca gibiydi. Bu eserin çevirisi ile ona olan teşekkür borcumu, bir parça olsun ödemiş gibi hissettim. Gulam Hüseyin ömrünün sonuna kadar ana dilinde- Türkçede- yazamamanın ıztırabını yaşamıştır, son zamanlarında bile yakınlarına bu konudaki ıztırabını gözyaşları içinde anlatmıştır. Bunu öğrendiğimde illa ki bu yazarın eserlerini çevireceğim demiştim kendime, o sözü tutabildiğim ve yazara olan borcumu bir parça olsun ödeyebildiğim için çok mutluyum. Umarım borcumun geri kalanını ödeme fırsatı sunar hayat bana.

Makbule Aras: Gulam Hüseyin’in bugüne kadar Türkçeye çevrilmemiş olması çok büyük bir eksiklik. Yazarın, ilk okuduğum kitabı yakında yine Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkacak olan Bayel Ağıtçıları’ydı, nefesim kesilmişti! Birbirine bağlı sekiz öyküden oluşan bu kitabın bendeki etkisi aradan yaklaşık iki yıl geçmiş olmasına karşın bütün canlılığıyla devam ediyor. Zaman geçtikçe fark ettim ki kitaptaki kahramanlar, hayatıma dahil olmuşlar.

Sanırım anlatmakta en çok zorlandığım yazarlardan biri Gulam Hüseyin. Fark ettiğiniz üzere ne söylesem bir türlü onun bendeki etkisini anlatamayacağımı seziyorum, büyüklüğü dilimi bağlıyor. İlk Bayel Ağıtçıları’nı okuduğum için de onun bendeki yeri apayrıdır. Doğrusu benim Gulam Hüseyin’i tanımamı, Sâedi’nin eserlerini Türkçeye çevirme projesiyle gelip beni bulan eşim Farhad Eivazi sağlamıştır, bunun için kendisine ne kadar teşekkür etsem azdır.

İran edebiyatından bizi böyle mutlu edecek başka eserler de çevriliyor mu? İş listenizde neler var?

Farhad Eivazi: Tabii ki başka çevirmeyi planladığımız eserler de var, bakalım hayat ne gösterecek.

Makbule Aras: Çeviri benim için, duygusal bağ kurduğum yazarların, bende yarattığı gönül hoşluğuna karşı bir minnet borcudur. Nefesimiz yettiğince İran’ın güzel seslerini Türkçede duyurmaya gayret edeceğiz. Az önce sözünü ettiğim Bayel Ağıtçıları okurlarıyla buluşacak yakında. Sabırsızlıkla onu bekliyoruz.

Farsça çok eski, zengin ve birçok kültüre kaynaklık eden bir dil. Farsça bir eseri çevirirken tam karşılığını bulmayan, anlamın ağırlığını taşıyamayan ifadelere sığınmak zorunda kaldığınız oluyor mu?

Farhad Eivazi: Söylediğiniz durumlarla çokça karşılaştık, bu durumda ben, Türk edebiyatı kaynağı eşime sığındım.

Makbule Aras: Estağfurullah Ferhad’cığım. Farsçanın gerçekten insanı esir eden bir güzelliği var, zenginliği var. Ama Türkçenin de hakkını yemeyelim. İranlıların meşhur sözüdür: “Farsi şeker est, Torki honer est.” “Farsça şekerdir, Türkçe ise hüner.” Gulam Hüseyin özellikle deyimleri, atasözlerini, kalıp sözleri çok ve espriyle kullanmayı seven bir yazar. Öte yandan yeri gelmişken hemen söylemek isterim ki Sâedi susma ustası bir yazar. Sözü öyle bir yerde keser ki metin gelip bütün gücüyle içinize oturuverir, o susuşun güzelliğini anlatmak hakikaten kabil değil. Yazarın bence büyük bir yazar olmasında bu konudaki ustalığının - ki bu da dramatik yapıyı iyi kurmak demektir- çok ama çok büyük etkisi var.

Onun dilindeki canlılığın temel kaynaklarından biri de bu, kalp atışları duyulan konuşma dilidir. Mecazın devreye girdiği yerde çeviri zorlaşır ama biz galiba bu zorluğu seviyoruz, bu deyimin karşılığında biz Türkçede hangi deyimi koyarsak yerine oturur anlam, onu bulmak için uğraşıyoruz, zor ama bir o kadar da zevk veren bir çaba bu. Dolayısıyla anlamın karşılığını eğer Türkçede bulamıyorsak devam etmekte de çok zorlanıyoruz. O cümleyi geçip diğer cümleden devam edemiyoruz mesela, özellikle de ben fena takılıyorum. Ferhad bu konudaki inadımı yakından bilir.

Ferhad Eivazi.

Edebiyatın coğrafyayla ilişkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Farhad Eivazi: Edebiyat ve diğer sanatlar yüzde yüz coğrafyaya bağlıdır. Ömrünün sonuna kadar ana dilinde yazmak özlemiyle yaşayan Gulam Hüseyin Sâedi’nin eserlerini, dünyanın herhangi bir yerinde ana dilinde yazıp okuyan yazarın eserleriyle karşılaştırdığımızda bunu daha iyi anlayabiliyoruz. Yazı yazmanın hapse atılma gerekçesi olduğu bir ülkede yaşamanın getirdiği pek çok özellik var ki bunlar, başka bir coğrafyada ne anlaşılabilir ne de yaşanabilir. Bu yüzden edebiyat ve diğer sanatlar yaşadığımız coğrafyalardan etkilenmektedir.

Makbule Aras: İran ve Türkiye odağında coğrafya meselesine bakarsak şaşırtıcı benzerlikler görürüz. Coğrafya insanı ve dili doğurduğu gibi sanatı da doğurur. Ben İran ve Türkiye coğrafyasındaki dilde- de her ne kadar bunlar farklı dil ailelerinden iki farklı dil olsalar da- benzer bir karakter görüyorum. Bu benzer karakterin, kendisini gösterdiği en çarpıcı alanlardan biri de belki de mizah. Aynı fıkraya gülebilen, aynı mecazdan deyim üreten ya da aynı yan anlamla kelimenin temel anlamını çoğaltan iki dilden söz ediyoruz. Coğrafya insan karakterinin yapı taşı aslında, dolayısıyla da kültürün ve dilin de yapı taşı. Dil de edebiyatın yapı taşı.

Ahmet Şamlu’nun Saedi için yaptığı “Marquez’den önceki Marquez” değerlendirmesini siz nasıl yorumluyorsunuz?

Farhad Eivazi: Bu sadece Şamlu’nun değil pek çok sanatçının yaptığı bir değerlendirmedir. Sâedi kendi hayatındaki ve çevresindeki olayları, sanatsal bir dille toplumuna anlatmaya çalışmıştır. Sâedi biri olmaya çalışmamış; gördüğü, yaşadığı hayatı yansıtmaya çalışmıştır, özgünlüğünü böyle kazanmıştır. Onun kendine özgü bir dil ve renk kazanmasını sağlayan budur. Toplumda olup biteni aynı hızla aktarmaya çabalamıştır. Öyle ki yazdıklarını gözden geçirmeye bile vakti olmamış bu yüzden pek çok eseri, editoryal bir süreçten geçmeden hızla basılmak durumunda kalmış, öyle olunca da editoryal hatalar ayıklanamamıştır.

Makbule Aras.

Makbule Aras: Tarihsel olarak bir önceliğe vurgu yapıyor burada Ahmet Şamlu elbette. Marquez büyülü gerçekçilik akımının güzelliğiyle dünyayı kasıp kavurmadan önce Sâedi bunu keşfetmiştir demek istiyor ki haksız da sayılmaz. Malum, Latin Amerikalı bir yazarın eseri evrensel olabilmek yolunda ilerlerken daha taşsız bir yol çıkıyor karşısına. Ama Ortadoğulu bir yazarın kendine varlık alanı açabilmesi, evrensel olabilmesi o kadar zor ki… çoğu zaman da şansa bağlı bu.

Az önce adını andığım ve hayranlığımı da ifade ettiğim Sâedi’nin Bayel Ağıtçıları bana göre büyülü gerçekçiliğin zirvesidir. Ama gelin görün ki ülkemizin güzide yayınevlerinin çok saygıdeğer bazı yetkilileri İranlı olduğu için “fazla yerel” bulabiliyorlar mesela Sâedi’yi. Marquez evet ama Sâedi ıııh, “fazla yerel!” Bir Fransız için de mesela Yaşar Kemal “fazla yerel” değil mi? Fransa’da bu kadar okunduğuna göre demek ki değil! Neyse ki Sâedi’yi “fazla yerel” bulmayıp basmaya değer gören yayınevleri de var. Yeri gelmişken Yapı Kredi Yayınlarına Sâedi’nin Türkçede basılmasına sağladığı büyük katkıdan ötürü bir kez daha teşekkür ediyoruz.

Top’ta Saedi’nin diyalogları sıkça kullandığı görülüyor. Öyküyü bazen karakterlere anlattırdığını dahi söyleyebiliriz. Bunu, Saedi’nin oyun yazarlığından etkilenen ya da o yönünü besleyen bir unsur olarak görebilir miyiz?

Makbule Aras: Diyalogları evet çok iyi kullanıyor. İran’da oyun yazarı olarak da çok bilinen, modern tiyatronun önde gelen isimlerinden biri olan Sâedi, çok sayıda oyun yazmıştır. Bana kalırsa diyalog, onun oyun yazarlığının romancılığına katkısıdır. Çok renkli, doğal, capcanlı bir diyalog dili vardır.

Kitaba adını veren ve aslında kitap boyunca başrolde olan top patladığında bir savaş başlayacağını bekliyoruz. Fakat top, savaş bittiğinde patlıyor. Sâedi bu kitaptaki 'Top'u toplumlar açısından nasıl bir metafor olarak yaratmıştır?

Farhad Eivazi: Top eser boyunca yer değiştirir, bu sanki duruma göre hedefin de değişkenliğinin metaforu gibidir. Top, oynanan oyunların bir metaforudur. Öte yandan tarihsel olarak düşünüldüğünde İran meşrutiyetinin ilanı süreci epey sancılı geçmiş akabinde de Şah, bütün Meşrutiyetçileri cezalandırmak üzere meclisi toplarla yerle bir etmiştir, top siyasi olarak meşrutiyeti yok eden totaliter güçlerin de metaforudur.