Suçun ‘altın’ devri: Korona, deepfake devrimi ve metropoller

Gökcan Şahin'in kaleminden 'Suçun Altın Devri' kitabı Antares Yayınları tarafından okurla buluştu. "Edebi eserlerde anlatılan hikâyenin gücünü, metindeki dil kullanımı ve sanatsal üslup kullanımından daha fazla önemsiyorum" diyen Şahin ile 'Suçun Altın Devri'ni, teknolojiyi ve aile kavramını konuştuk.

Abone ol

DUVAR - Gökcan Şahin, ilk kitabı 'Suçun Altın Devri'nde okurları yakın gelecekte geçen distopik bir polisiye hikayeye davet ediyor. Geçtiğimiz günlerde faaliyete başlayan Antares Yayınları tarafından yayımlanan kitap Şahin’in edebi dünyasını yakından tanımak için iyi bir başlangıç. 2020’ye damgasını vuran korona virüsü içine alan, geleceğin kolluk kuvvetleri olan ‘metropollerin’ hüküm sürdüğü hikayede ‘adalet’ kavramının sorgulanmasını görüyoruz. İki kardeşin bilim uğruna insanlığa verdiği zararı ve tam da bu noktada aile ilişkilerinde yaşanan kırılmayı gördüğümüz 'Suçun Altın Devri' aynı zamanda hayatlarımızın odağı olan teknolojinin gelebileceği noktalara dair 'karanlık' tahminlerde de bulunuyor.

Gökcan Şahin’le 'Suçun Altın Devri’ni konuştuk.

Gökcan Şahin

'Suçun Altın Devri', distopik bir atmosferde yakın tarihe odaklanıyor ve günümüzde geçen bir salgını da içine alıyor. Yakın tarihi yazmak, bu noktada tahminlerde bulunmak zorlayıcı oldu mu? Yazma motivasyonunuz neydi?

Uzak geleceği yazmak beni her zaman daha rahat hissettirmiştir. Galiba “nasıl olsa o günleri göremeyeceğiz, tahminlerin tutması ya da tutmaması çok da önemli değil” gibi bir düşünce oluyor insanın bilinçaltında. Yakın gelecek için ise daha dikkatli olmak gerekiyor. Çünkü kitabın geçtiği tarih geldiğinde muhtemelen hepimiz buralarda olacağız. Benim avantajım, bir kırılım noktası yaratmış olmam. Yani tahminlerim tutmazsa “e çünkü deepfake devrimi olmadı” diye kendimi savunabilirim.

'Suçun Altın Devri'ni yazma motivasyonu sorusuna ise direkt verebileceğim bir yanıtım yok, çünkü çok sayıda fikir bileşeninin bir araya gelmesiyle bu hikâye oluştu. Ama daha çok Sherlock Holmes, Hercules Poirot gibi karakterlerin yaşadığı, kamerasız ve DNA testsiz dönemlerin polisiyesini bugüne taşımak istedim sanıyorum.

'OKURUN FİLM İZLER GİBİ HİSSETMESİNİ İSTİYORUM'

Klasik polisiye dramaturjisi üzerinde seyreden bir hikaye ile karşı karşıyayız. Bu noktada dille kurduğunuz ilişki ayırt edici oluyor. Sade bir akış ve diyaloglar üzerine kurulu bir anlatımınız var. Dille ilişkinize dair ne söylemek istersiniz?

Edebi eserlerde anlatılan hikâyenin gücünü, metindeki dil kullanımı ve sanatsal üslup kullanımından daha fazla önemsiyorum. Ağdalı bir dil kullanmak, okurun tekrar tekrar aynı cümleleri ya da paragrafları okuması çok benim tarzım değil. Sözcüklerin adeta eriyip kaybolmasını, film izler gibi hissetmesini istiyorum okurun.

Her metin, bir söz söyleme muradıyla yola çıkar. Siz, 'Suçun Altın Devri'nde 'suç' kavramını tartışıyorsunuz. Buradan devam edelim isterim.

Suç kavramının gerçekte ne olduğu yüzlerce yıldır zihinleri meşgul ediyor. Daha da temelde iyi/kötü kavramları ve ahlak felsefesi, üzerinde o kadar tartışma üretilebilecek konular ki bence bir romancı için bu tema tam bir memba. “Sana yapılmasını istemediğin şeyi başkalarına yapma” düsturu günümüzün karmaşık koşullarında yeterli olmuyor. Ayrıca çok büyük topluluklar söz konusu olduğunda adalet mekanizmaları ortaya konurken gözetilen tek şey adalet olamıyor. Toplumsal tepkiler, siyasi meseleler, devletin gelecek stratejisi gibi etkenler de işin içine giriyor. Çoğunluğun onaylamadığı her şey suç olmaya başlarsa, bu kez de özgürlükler büyük yara alıyor. Ayrıca insanların suç algısı pek rasyonel değil. Aynı miktarda parayı haksız yere elde eden bir tinerciyle, bir beyaz yakalının durumu insanların gözünde aynı değil. Hâkimler bile karşısındaki kişinin dış görünüşüne, konuşma şekline, ırkına, cinsiyetine veya kendilerinin o an yorgun olup olmadıklarına göre farklı kararlara imza atabiliyorlar ve bunlar bilimsel araştırmalarla sabit. Velhasılıkelam adalet bence insanlara bırakılamayacak kadar hassas hale geldi ve yapay zekânın belki de önce bu konuya el atması gerekiyor. Elbette insanların önyargılarının yapay zekâya taşınmaması şartıyla.

Suçun Altın Devri, Gökcan Şahin, Antares Yayınları, 2020.

''SUÇUN ALTIN DEVRİ'NDE ÇÖZÜMÜN TEKNOLOJİDE OLDUĞUNU ANLATMAK İSTEDİM'

Teknolojinin geldiği son nokta tedirgin edici bir hal almaya başladı. Metninizde de buna değiniyorsunuz. Sizce, teknoloji bir yazarı nasıl etkiliyor? Metninize bu denli sirayet eden teknolojiden korunmanın yolu nedir?

Teknolojiyi o kadar korkutucu bulmuyorum ben. Hatta mümkün olduğunca hızlı bir şekilde yeni teknolojilerin hayatımıza girmesi gerektiğini düşünüyorum ve bilim insanlarının sağladığı her ilerleme bende büyük heyecan uyandırıyor. Teknoloji ilerledikçe tıbbi, çevresel sorunlara yeni ve şu an öngöremediğimiz çözümler bulunabilir. Enerji kısıtlılığı, hava kirliliği, nüfus artışının getirdiği gıda yetersizliği gibi konular çözüme kavuşabilir. Bence dile getirilen yaygın korkular, insanların hayatlarının nasıl değişeceğinden emin olamamasından yani belirsizlikten kaynaklanıyor. Robotlaşmaya ve yapay zekâya da karşı değilim ve bunların ortaya çıkarabileceği her problemin eskisine nazaran çok daha hızlı çözülebileceğini düşünüyorum. 'Suçun Altın Devri'nde aslında sadece insanları korkutmak değil, çözümün yine teknolojide olduğunu anlatmak da istedim.

Günümüzün politik atmosferi bir hayli sert ve geçmişten bugüne alternatif kolluk kuvvetler baskıcı rejimlerin vazgeçilmezi olmuştur. Metninizdeki Metropoller de bu noktada bana yeni dünyanın 'alternatif' baskı unsurlarını düşündürttü. Gelecek sizce bu denli sert mi olacak?

Herhangi bir önleyici mekanizma olmadığında, güce sahip olan varlığın gücünü daha da arttırmaya çalışması doğal. Tıpkı tek hücreli canlıların “fazla çoğaldık, artık duralım” dememesi gibi. Dolayısıyla bir dengeleme mekanizması yoksa güce sahip olanlar nihayetinde vatandaşların özgürlük alanlarına da sızmaya başlıyorlar. Bir kriz durumunda derhal ellerindeki yetkileri kullandıklarını ve daha da fazla yetki talep ettiklerini görüyoruz. Korona virüsü de böyle bir kriz. 'Suçun Altın Devri'nde devletin Metropol Güvenlik Teşkilatı’nı kurma sebebi suçun önüne artık mevcut teşkilatlarla geçilememesiydi. İyi niyetle ve geçici olarak kurulmuş gibi görünse de aslında devletin daha da güçlenme refleksi nedeniyle, kitapta Metropolcülerin yok olmaları çok zor görünüyor. Geleceğin, 'Suçun Altın Devri'nde tasvir edildiği kadar sert olup olmayacağı konusunda bir fikrim yok. Karşılaşacağımız krizler belirleyecek bence bu durumu.

Bir diğer önemli mesele de aile... Birbirine düşmanlaşmış iki kardeşi görüyoruz. Bizim gibi toplumlarda aileye bir kutsallık atfedilir. Sizse burada bir çürümeyi de ele alıyorsunuz. Ne dersiniz?

Kültürümüzde ailenin kutsallığı bana çocukluğumdan beri abartılı gelmiştir. Babam on, annem beş kardeşti ve kalabalık bir ortamda büyüdüm. Ailenin eskiden neden önemli olduğunu anlayabiliyorum ama bu işlev şehirleşmeyle birlikte kayboluyor. Bunun batı toplumunu örnek almamızdan kaynaklandığını düşünmüyorum. İşlevini yitiren gelenekler yavaş yavaş eriyip sonunda ya formalite haline gelir ya da yok olur. Bir gün evlilik kurumunun ne kadar gerekli olduğundan ya da çocukların ebeveynleriyle büyümesinin öneminin kalıp kalmadığından da söz edebiliriz.

Okurlarınızı bekleyen yeni çalışmalarınız nelerdir?

Hayal etmek, fikir bulmak ve kağıda dökmek benim için son derece kolay ve keyifli olduğundan, yayıncım olduğu sürece epey üretken bir yazı kariyerine sahip olacağımı düşünüyorum. Son aşamasına geldiğim veya ilk taslaklarını bitirdiğim birkaç farklı çalışmam var. Öncelikle Satürn uydularında geçen 'Enceladus Kıyameti' isminde hem politik hem de uzay operası tadında bir bilim kurgu romanı müjdeleyebilirim. Bu kitap tamamlandı ve demleniyor. Bir süper kahraman serisi üzerinde çalışıyorum. Hayranı olduğum Marvel evreni benzeri bir işe giriştim ve bu evrende geçen on dört farklı öykü kaleme aldım. Hem bağımsız olarak hem de büyük bir hikâyenin parçaları şeklinde okunabilecekler. Biraz daha uzun vadede ise yıllardır üzerinde çalıştığım 'Gea' adında bir fantastik kurgu romanı gelecek. Orkun Uçar’ın 'Derzulya'sı, Saygın Ersin’in 'Yedi Kartal Efsanesi' serisi gibi yerli fantastik edebiyatta kalıcı iz bırakmış eserlerin arasına girebilmesini umuyorum.