Suat Derviş kadındır!

Suat Derviş’in ismiyle başlayan muamma günümüzde dahi yazarın peşini bırakmaz. Örneğin bir kitapçı, okura Suat Derviş romanı önerdiği zaman onun bir kadın olduğunu bilen okur neredeyse yok denecek kadar azdır. Ayrıca kendisi yeni nesil tarafından pek tanınmamaktadır. Bu nedenle bu yazının ortaya çıkmasına Suat Derviş’in bir yazar olarak hak ettiği ilgiyi görmemesi sebep oldu diyebiliriz.

Abone ol

Erol Malçok

“Ağlasa da gizliyor gözlerinin yaşını

Bir kere eğemedim bu kadının başını

Kaç kere sürükledi gururumu ölüme

Fırtınalar yaratan benim coşkun gönlüme

Cevapları öyle heyecansız ki onun,

Kaç kere iman ettim hiçliğine ruhunun

Kaç kere hissettim ki, yine bu gece gibi

Güzelliğinin önünde dolup çarpmalı kalbi

Ne mehtabın aksine yelken açan bir sandal

Ne de ayaklarında kırılan ince bir dal

Onun taştan kalbini sevdaya koşturmuyor

Bir çiçeğin önünde bir dakika durmuyor

Dönüyoruz yine biz uzun bir gezintiden

Gönlümün elemini döküyorken ona ben

O bana kendisini gülerek naklediyor

Bilseniz mavi boncuk nasıl yaraştı diyor.

Ya bu kadın delidir yahut ben çıldırmışım

Ben ki çok kereler kırılmışım, kırmışım

Ömrümde duymamıştım böyle derin bir acı;

Birden onun yüzüne haykırmak ihtiyacı

Alev alev tutuştu yangın gibi

Bir dakika kendimin olamadım sahibi

Hiç olmazsa hıncımı böyle alırım dedim,

Yola mağrur uzanan gölgesini çiğnedim!"

Bu dizeler ilk aşkı Suat Derviş’e ithafen Nazım Hikmet’in yazdığı “Gölgesi” şiirinin dizeleridir. Nazım Hikmet’in çocukluk arkadaşı olan Suat Derviş’in doğumu kimi kaynaklara göre 1901 kimine göre ise 1905 yılına tarihlenir. Kimlikteki ismi Hatice Saadet olmasına rağmen başta babası ve annesi olmak üzere herkes ona Suat ismiyle seslenir. Osmanlı’nın son ve Cumhuriyetin ilk yıllarında Hikmet, İsmet, Suat gibi isimler kadınlara da sıkça verilmektedir. Suat Derviş’in ismiyle başlayan muamma günümüzde dahi yazarın peşini bırakmaz. Örneğin bir kitapçı, okura Suat Derviş romanı önerdiği zaman onun bir kadın olduğunu bilen okur neredeyse yok denecek kadar azdır. Ayrıca kendisi yeni nesil tarafından pek tanınmamaktadır. Bu nedenle bu yazının ortaya çıkmasına Suat Derviş’in bir yazar olarak hak ettiği ilgiyi görmemesi sebep oldu diyebiliriz. Birçoğu başyapıt niteliğinde ve oldukça etkili eserler veren Suat Derviş maalesef yalnızca özel bir okur kitlesi tarafından tanınmaktadır. Suat Derviş’in yazarlık ve gazetecilik dünyasının erkek egemen ortamında tek başına bir kadın olarak varlığını hiç çekinmeden sürdürmekteki ısrarı akla Rebecca Solnit’in Bana Bilgiçlik Taslayan Adamlar kitabını getiriyor. Solnit, katıldığı bir edebiyatçılar toplantısında kendisini yanına çağıran iki yaşlı erkek yazarın“gel bakalım genç kadın, anlat bize neler yazıyorsun “ minvalindeki sözü üzerine bu kitabı yazmaya karar vermiştir.

SUAT DERVİŞ VE AİLESİ

Suat Derviş’in babası, kendisinin doğumu sırasında annesini kaybettiği için Fransa’nın Lyon kentinde tıp eğitimi alıp önemli bir kadın doğum profesörü olan İsmail Derviş’tir. Derviş, Lyon’dayken Osmanlı’dan kaçıp Fransa’ya sığınan Jön Türk hareketine de katılmıştır. Küçük Suat annesi Hesna Hanım’ın ilgi, şefkat ve anlayışı ile babası İsmail Bey’in yoğun sevgisi eşliğinde güzel bir çocukluk yaşamıştır. Annesiyle babasının kavga ettiğine neredeyse hiç tanık olmamıştır.

Suat ve ablası Hamiyet dedeleri Kamil Bey’in ısrarıyla okula gitmek yerine evde eğitim alırlar. Hamiyet ve Suat alanlarında yetenekli öğretmenlerin bizzat evlerine gelmesiyle pozitif bilimler, coğrafya, edebiyat ve yabancı dillerde çok iyi bir eğitim alır. Bu eğitim onlara küçük yaşlarda Batı edebiyatını okuma fırsatı verir. Suat’ın ablası Hamiyet babasından sonra onun ikinci koruyucu meleği olmuştur. 31 Mart Vakası'nda evleri taşlandığında Hamiyet onun ellerini tutup "Korkma yanında ben varım" diyecektir. Ömür boyu hiç bitmeyecek kardeşlik muhabbetinin temelleri böylece atılmıştır.

Birinci Dünya Savaşı’nın son yıllarında Osmanlı’da Batılılaşma hareketinin başını çeken ailelerden Derviş ailesi artık birer genç kız olan çocuklarını zamanın koşullarına göre oldukça özgür yetiştirmiştir. Bu özgürlük ortamı Suat’a erkeklerle olan ilişkilerinde büyük bir özgüven sağlamış olmalıdır. İlk gençlik yıllarında “kadın kadınlığını erkek de erkekliğini bilmeli” şeklindeki sonradan değişecek olan bakış açısına sahiptir. Ve yaşamının bu döneminde bedensel çekiciliğinden çok etkilendiği başarılı milli güreşçi Seyfi Cenap Bey’le evlenir. Seyfi Cenap pek okumayan ve entelektüel uğraşları olmayan birisidir. Kısa bir süre sonra bu ilişkiden sıkılan Suat kocasından ayrılır. “…Seni sevmiyorum, sana âşık değilim, bu durumda evli kalırsam, benim orospudan ne farkım olur ki!(…) Beni affet Cemil… Ben sevmeden evlenmenin bu kadar fena olduğunu bilmiyordum!” (1)

YAYIN DÜNYASINA İLK ADIM

Yazın hayatına Nazım Hikmet’le beraber Alemdar Gazetesi’nde başlayan Suat Derviş 1920 yılının sonlarında yazdığı, konusu ölüm korkusu olan Kara Kitap’ın ardından 1922’de başyapıtlarından birisi sayılabilecek Hiçbiri romanını yayımlar. Çok genç yaşta yazdığı bu romanda narsistik bir kadının ruh halini adeta bir psikanalistin gözünden anlatır. Romanda Cavide’nin davranışları; yakınları, sevdikleri ve toplum tarafından anlaşılmayıp sevilmeyen bir kadının narsizmi olarak dışa vurulur. “Cavide biliyordu ki kimse… hiç kimse onu, istediği kadar sevmiyor ve sevmemişti. Cavide kendini – bütün kendini sevmeyenlerin yerine – seviyordu.(2)

GAZETECİLİĞİYLE BİRLİKTE İKİNCİ VE ÜÇÜNCÜ EVLİLİĞİ

Suat Derviş yazarlığının yanında gazeteciliği de hiç elden bırakmaz ve gazeteciliğinin roman yazımında ona büyük katkısı olur. O aynı zamanda Türkiye’den yurt dışına gönderilen ilk kadın muhabirdir de. Fransızcası çok iyi olduğu için Lozan Konferansı’nı izleyip aktarmakla görevlendirilmiştir. Bir süre sonra da tek kadın gazeteci olarak yaşamını sürdürdüğü bir dönemde kendisi gibi gazeteci olan Selim İzzet Sedes’le evlenir. İzzet Sedes çok konuşkan, romantik ve futbol tutkunu bir adamdır. Evlilikten beklentisi o dönemki ilişkilerin çok üzerinde olan Suat, bu evliliği ancak kısa bir süre yürütebilir. Bu arada durmaksızın üretmeye devam etmektedir. 1922’de yine çok genç sayılabilecek bir yaşta yayınlanan Ne Bir Ses Ne Bir Nefes romanı Ahmet Haşim ve Mehmet Rauf’tan büyük övgüler alır. 1927'de ablası Hamiyet’le Almanya’ya giden Suat orada gazetelere çeşitli takma isimlerle yazılar verir.

Suat Türkiye’ye döndükten sonra Son Posta ve Cumhuriyet gibi gazeteler dâhil olmak üzere çeşitli gazetelerde çalışır. Ayrıca Uluslararası Kadınlar Birliği’nin düzenlediği bir kongreye katılır. Kongrenin konusu kadın sorunları ve barıştır. 1935 yılında düzenlenen bu kongre İstanbul’da Yıldız Sarayı’nda yapılır. O da kongreye katılan kadınlarla birlikte hem kadın sorununu tartışır hem de mizah dolu söyleşiler yapar. O dönem yaptığı röportajlar, daha önce değinilmemiş konularda yazdığı yazılar ses getirmeye başlar. Kendisini feminist olarak adlandırmadığı bu gençlik yıllarında patriarkanın kendi hayatı üzerinde etkili olmasına da kolay kolay izin vermez. Kadınların toplumsal yaşantıda yer alıp kendisini ifade etmesine büyük önem verir. Romanlarının çoğu bu izlekte ve kadın özgürleşmesini merkez almaktadır. Ancak hayatının bu döneminde kendi baş eğmezliği, yine bir gazeteci olan Nizamettin Nazif’le evlenmesiyle bozulur. Her ikisi de yazar ve gazeteci olmasına rağmen Nizamettin kendi işlerine öncelik veren ev işlerini tamamen Suat’a yıkan bir erkektir. Hatta içki ortamlarında Suat’ı küçümseyen sözler sarf eder. Muhtemelen Suat’ın bir kadın olarak kazandığı başarılar onu rahatsız etmektedir. Bu durum beraberliklerinde öfkeli tartışmalar, saç saça baş başa kavgalara kadar varır. İçten içe çok rahatsız olduğu bu ilişkide Suat adeta duygusal bir felç geçirerek Nizamettin’in aşağılayıcı, bütün ev işlerini kendisine yıkan davranışlarını kabullenmiştir. Ancak silkinip bu ilişkiden kurtulması çok da uzun sürmeyecektir. Suat “Sevgi; ömrü en kısa olan varlıktır. Bazen bir ay sürer, bazen bir sene… Fakat bütün bir ömür asla!”(3) diyerek bu sorunlu evliliği bitirir.

FEMİNİST VE TOPLUMCU FİKİRLERİNDEKİ GELİŞİM

Özellikle Nizamettin Nazif’le yaşadığı ilişkisiyle hesaplaşması, Babıali’nin erkek dünyasında bir kadın gazeteci-yazar olarak var olma mücadelesi Suat’ın o yıllarda feminizm anlayışını da geliştirir. Dönemin birçok yazar ve gazetecisinin anılarında bakımlı olmayı hiçbir zaman ihmal etmeyen Suat’ın gazete binasına girdiğinde topuklu ayakkabılarının sesi ve özgüvenli duruşuyla çok dikkat çektiği söylenir. Suat Derviş, hayatının genelinde ödünsüz bir feminist gibi yaşamış olmasına rağmen kadın mücadelesine dair ilk dönemlerde pek kalem oynatmamıştır. Ancak 1930 yılı onun hayatının en önemli dönüm noktalarından birisidir. Artık düşünceleriyle birlikte kişiliği de olgunlaşmaya başlamış, “Kadınlar Mitingi”ne katılmış, feminist mücadelenin öncülerinden Nezihe Muhiddin’le tanışmış, toplumsal hayatta kadının yeri üzerine düşünüp yazmaya başlamıştır. Yarın gazetesinin 11-12 Mart 1931 tarihli sayısında “Türk kadını” konulu bir konferansının metni yayımlanır. Suat Derviş’in o yıllardaki bazı eleştirilere cevap niteliğinde yazdığı “1936 Modeli Gençler ve Zavallı Peyami Safa” başlıklı risalesi ise feminizm anlayışını müthiş bir şekilde anlatmaktadır. “Evet baylar. Ben kadınım, ben kadın olmaktan utanmıyorum. Eğer tabiat beni erkek de yaratmış olsaydı, ondan da utanmazdım. Benim için gaye erkek ya da kadın olmak değil; evvela insan olmaktır.”(4)

Çocukluk ve ilk gençlik yıllarını yalılarda dadılar ve hizmetçiler eşliğinde geçiren Suat artık gazeteciliğin de verdiği birikim ve tanıklıkla toplumun genelini daha iyi tanımaya başlamıştır. Yoksulluk ve cinsiyet eşitsizliği gibi konular daha çok ilgisini çeker olmuştur. Bu değişimde Zekeriya ve Sabiha Sertel’in kurdukları Son Posta ve Tan gazetelerinde çalışmasının da büyük katkısı olacaktır. Suat aynı zamanda Nazım Hikmet’in yazdığı toplumcu şiirlerden çok etkilenir, onun başkalarının acısını dile getirmesine saygı duyar. Bu dönemde Suat Derviş’in sosyal adaletsizliği açıkça eleştirdiği ilk romanı olan “Emine” yayımlanır. Bunu yine aynı izlekte ve toplumcu gerçekçi içerikte “Bu Roman Olan Şeylerin Romanıdır” takip eder. Bir söyleşisinde, toplumsal sorunlara duyarlılığıyla öne çıkan Sabahattin Ali’nin gelecekte büyük bir yazar olacağını da söyler. Onun sol düşünceye yakınlığını ve toplumsal sorunlara ilgisini en iyi ifade eden şey: Tan gazetesi için Sovyetler Birliği’ne gidip döndükten sonra yazdığı “Niçin Sovyetler Birliği’nin Dostuyum” risalesidir. İkinci Dünya Savaşı’nın başlangıcına denk gelen bu yazı broşür olarak basıldığında hükümet tarafından yasaklanıp hemen toplatılmıştır.

Suat’ın üretken olduğu bu yıllarda arka arkaya “İstanbul’un Bir Gecesi” ve “Hiç” isimli romanları yayımlanır. Onun 1939 yılında basılan Hiç romanını okuduğunuzda, Stefan Zweig’ın zor hayatlar süren kadın karakterlerinin olduğu öykülerindeki anlatım gücünü ve psikolojik gerilimi bulursunuz. Suat Derviş bu romanda, annelik ve aşk temalarını büyük bir ustalıkla ve olağanın dışı bir bakış açısıyla akıcı bir biçimde ortaya koyar. Romanın sonunu, büyük bir gerilim eşliğinde sürekli merak ettirir. “Evet, her şey hiç! Her şey bir sabun köpüğü! Saadet de öyle! Tutmak, yakalamak istediğiniz zaman parmaklarınız birbirine sürünüyor. Ve ortada hiçbir şey yok. Ya aşk! Aşk nedir? O kadar kahir, o kadar elle tutulacak kadar muazzam bir ızdırabı olan bu aşk nedir? Hiç, o da bir hiç, öyle değil mi?”(5)

ULUSALCILIK MI, ENTERNASYONALİZM Mİ?

Üzerinde önemle durmamız gereken bir nokta da Cumhuriyet’in ilk yıllarında birçok yazar eserlerinde milliyetçilik temasını öne çıkarırken Suat Derviş ve Sabahattin Ali gibi yazarların insandaki varoluş sıkıntılarına, ilişkilere ve toplumsal sorunlara yönelmiş olmasıdır. Suat, 1938 yılında Nusret Safa Coşkun’un “Milli Edebiyat Yaratabilir miyiz?” başlıklı bir anketine “Ben milli edebiyat diye bir şey tanımıyorum” diye cevap verip, evrensel değerlere vurgu yapar.

İkinci Dünya Savaşı’nın patlak verdiği 1939 yılında Cumhuriyet gazetesi Almanya’nın tarafını tutarken, Sertellerin Tan gazetesinin ismi Rusçu ve komünist gazeteye çıkacaktır. Artık gazetecilik yapmak öncesine göre daha zordur. Suat Derviş’i o yılın sonunda ayrılacağı Haber gazetesindeki odasında ziyarete gelenler arasında birçok ünlü isim vardır. Bunlardan bazıları Hasan İzzettin Dinamo, Nurullah Ataç, Mihri Belli ve o zamanlar kumarbaz olan Necip Fazıl Kısakürek’tir. Suat kendi duruşundan taviz vermeden, esprili kişiliğiyle sağdan soldan birçok insanla ilişki kurabiliyordu. Hatta arada bir karşılaştıkları Altemur Kılıç’a “ne haber faşist” diye takıldığı söylenir.

SUAT DERVİŞ'İN SON VE EN UZUN SÜREN EVLİLİĞİ

Takrir-i Sükun Kanunu’ndan dolayı faaliyetlerini gizli yürütmek zorunda kalan Türkiye Komünist Partisi'nin (TKP) teşkilat sekreteri o yıllarda Reşat Fuat Baraner’dir. Sekreterliğini yürüttüğü TKP’nin Komintern’den de dışlanmasıyla parti, Reşat Fuat Baraner önderliğinde antifaşist sanatçı ve aydınların içinde yer alacağı bir yayın platformu oluşturmaya karar vermiştir. Artık herkesin üzerinde İkinci Dünya Savaşı’nın yarattığı tedirginlik vardır. Platformun ismi, logosu Abidin Dino’ya ait olan Yeni Edebiyat olacaktır. Bu yeni dergi Suat Derviş ve Neriman Hikmet’in birkaç sayı çıkardığı dergilerinin devamı niteliğinde olup yazı işleri müdürü de Neriman Hikmet’tir. Dergiye Suat Derviş’de birçok konuda destek olacaktır. İlk sayısı 5 Ekim 1940 tarihinde çıkan Yeni Edebiyat’ın yazar kadrosunda Reşat Fuat Baraner, Suat Derviş’in dışında Sabahattin Ali, Zeki Baştımar, Abidin Dino, Neriman Hikmet, Attila İlhan, Nazım Hikmet, Kemal Sülker, Ahmet Hamdi Tanpınar, Sabiha-Zekeriya Sertel, Faik Baysal, Hasan İzzetin Dinamo ve Nusret Kemal Otyam gibi isimler yer alırlar. Suat’ın, Reşat Fuat Baraner’le tanışıp aşık olmaları da dergi vesileyle gerçekleşir. Ve 1940 yılının yazında evlenirler. Reşat Fuat nazik, sohbeti güzel ve etrafındakileri etkileyip mücadeleye motive edebilen bir karakter yapısına sahiptir. Nizametin Nazif’le olan ilişkisinin aksine Suat Derviş yeni yaptığı bu evlilikte oldukça mutludur. Birbirlerini yazınsal üretimde desteklerler. O, kocasının politik yanından etkilenip ona saygı duyar, Reşat’da onun yazarlığına büyük bir hayranlık duyar. Böylece birbirlerine üstünlük kurmaya çalışmayan ender rastlanan bir kadın-erkek ilişkisi ortaya çıkar. Suat, karşılıklı işleyen üretken bir ilişkinin içindedir artık. Bir süre sonra hamile kalır. Fakat savaşın getirdiği zor şartlar, solcu aydınlar üzerindeki baskı, annesi Hesna Hanım’ın ölümü, Yeni Edebiyat’ın sıkıyönetim kararıyla kapatılması, gözaltına alınması Suat’ı oldukça bitkin düşürür. Doğum sancısı tuttuğunda çağrı üzerine gelen doktor, Reşat’a iki seçenek sunar. Ya bebeğin hayatı kurtulacaktır ya da annenin… Reşat hızla karar verip annenin hayatının kurtarılmasını ister. Fakat sonrasında bu kötü olay Suat’da ömür boyu sürecek bir travmaya dönüşür. Zorluklar Baraner çiftinin peşini bırakmaz ve Reşat Fuat meşhur 1944 Tevkifatıyla hapse atılır. Suat artık hem kendi geçimini sağlayıp hem de hapisteki kocasına bakacaktır. Ardından Sertellerin Tan gazetesi saldırıya uğrar. Bu da ortalığı korku ikliminin sarmasına neden olur. Suat hemen hemen hiçbir gazetede iş bulamaz ancak basımı devam eden romanlarıyla geçimini sağlamaya çalışır. ”1944-45 yıllarında “Biz Üç Kız Kardeşiz” ve“Kendine Tapan Kadın” basılır. Ardından o yıllarda ses getirmeyen ancak sonradan başyapıtları arasında sayılacak olan “Fosforlu Cevriye” ve “Zeynep İçin” romanları okurla buluşur. Bunu “Çılgın Gibi” romanı izler. Bu eserlerden “Zeynep İçin” ve “Çılgın Gibi” Fransızcaya çevrilir. Yine başyapıtlarından olan Çılgın Gibi romanı, aşkın hiç de öyle kolay tanımlanabilecek bir kavram olmadığını ortaya koyarken, tutkularının ahlak kurallarıyla engellenmesine izin vermeyen bir kadını resmeder. Aldatma olgusunun o zamana göre oldukça sıra dışı bir analizini yapar. Aşk söz konusu olduğunda romandaki Muhsin karakterinin bir türlü anlayamadığı şey, Celile’nin kelimelerinde yankılanır ;

“Muhsin: Celile, senden korkuyorum.

Celile: Ben zararsız kadınım Muhsin, sen aşktan kork.” (6)

Öte yandan, Fosforlu Cevriye romanındaki erkek karakterin bir dönem asker kaçağı olduğu için küçük bir yerde saklanmak zorunda kalan Reşat Fuat’tan esinlenilerek oluşturulduğu rahatlıkla söylenebilir. Roman annesiz-babasız büyüyen Cevriye’nin iç sesini ve argo yüklü dış sesini büyük bir ustalıkla yansıtmaktadır. Öteki olarak Cevriye’nin yalnızlığı ve toplumun ikiyüzlülüğü sık sık dile getirilir. Cevriye’ye gerçekten değer veren insan, ismini bir türlü öğrenemediği ve odasına sığınmak zorunda kaldığı bu kanun kaçağıdır. Cevriye seks işçiliği yaptığı süre boyunca gerçekte hiçbir erkeğe aşık olmamış ancak polisten kaçan bu erkeğe aşık olmuştur. Ve Cevriye’nin hayattan beklentisi çok büyük değildir aslında. “Zaten Cevriye’nin yaşamak için, Allah’tan ve hayattan istediği şeyler o kadar az, o kadar mütevazıydı ki hakikaten ona bunların verilmemesi merhametsizlik olurdu.”(7) Fosforlu Cevriye’nin 1959’dan beri defalarca film uyarlamasının yapıldığı, ancak romanın film uyarlamalarının oldukça yetersiz kaldığı rahatlıkla söylenebilir.

Eserlerinin telifiyle geçinmekte zorlanan Suat şansını bir de Fransa’da denemeye karar verir. Fransa’ya gittiğinde Abidin Dino aracılığıyla Louis Aragon ve Madeleine Braun’la tanışır. Suat, Romain Rolland’ın ilk sayısını 1923’te çıkardığı, aralarında Gorki, Tagore, İstrati, Hamsun, Max Jacob, Virginia Woolf, Aragon, Eluard, Paul Nizan, Thomas Mann, Joseph Roth, Anna Seghers, Walter Benjamin ve Bertolt Brecht gibi dünya edebiyatının önemli yazarlarının da bulunduğu Europe dergisine de yazılar vermiştir. Suat’ın Fransızca yazdığı masallar da ünlü sol görüşlü dergi Vaillant’ta yayımlanmıştır.

Fransa’da geçirdiği yıllardan sonra kocası Reşat Fuat’ın hapisten çıkması üzerine Suat Türkiye’ye döner. 27 Mayıs İhtilali’nin toplum üzerindeki etkileri halen devam etmektedir. Suat ve Reşat Baraner’in evi ziyaretçi akınına uğrar. Fakat cezaevinde yaşadığı zor yıllardan sonra enfarktüs hastası olan Reşat’ın sağlığı iyice bozulmuştur. Fuat Baraner 1968 yılının Ağustos’unda yaşamını yitirir. Artık Suat’ı yalnız ve daha zor yıllar beklemektedir. Ekonomik olarak bir hayli zorlanır. Kocası öldükten sonra Suat, çok sevdiği ablası Hamiyet’le birlikte yaşamaya başlar fakat o da kısa bir süre sonra, 1970 yılının Eylül ayında ölür. Bunca zorluğa rağmen hayattaki coşku ve enerjisini hiç kaybetmeyen Suat’ın son sosyal-politik atılımı 7 Nisan 1970’te Türkiye Devrimci Kadınlar Derneği’nin kuruluşunda aktif rol almak olur. Feminist duruşunu karşılaştığı olaylarda can alıcı bir şekilde, söylem ve eylemleriyle tutarlı olarak ortaya koyan Suat Derviş, derneğin TÖS (Türkiye Öğretmenler Sendikası) binasında gerçekleşen toplantısında TKP Genel sekreteri Reşat Fuat Baraner’in eşi olarak tanıtıldığında, “ Hayır. Ben, yazar Suat Derviş’im! Reşat Fuat Baraner’in eşi olmaktan da ayrıca gurur duyarım.” der. (8)

ZOR ZAMANLAR

Bu yıllar aynı zamanda Türkiye’de radikal sol siyasetin yükselişte olduğu, devrimci gençliğin ses getiren eylemler yaptığı yıllardır. Ancak dönemin hükümetinin verdiği karşılık oldukça serttir ve birçok devrimci, polis baskınlarıyla öldürülürken, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan idam edilirler. Suat’ın kalbi, çok sevdiği bu devrimci gençlerin acısına dayanmakta zorlanır. 1972 Temmuz’unda Kasımpaşa Askeri Deniz Hastanesi’ne yatırılan Suat çevresindeki herkesin bir yerlere savrulması ve edebiyat dünyasının da onu unutmaya başlamasıyla, 23 Temmuz günü o çok sevdiği ve yanından hiç ayırmadığı ipek sabahlığı üzerindeyken yapayalnız bir şekilde hayata gözlerini yumar. Kendi deyimiyle onun için ölüm doğanın bir oyunudur. Ölümü gazetelerde ancak küçük bir haber olarak yer alır, hakkındaki bilgiler ise yanlış ve eksik verilerek romanlarından sadece birkaç tanesi sayılır. Başarılı bir gazeteci-yazara yayın dünyasının bu vefasızlığı çok acı vericidir.

YENİDEN POPÜLER OLMAYI VE OKURUNU DAHA ÇOK BULMAYI HAK EDEN BİR YAZAR

Suat Derviş, çocukluğundan ilk gençliğine, yetişkinliğine, ölümüne kadar, cesur ve mücadeleci kimliğini, çevresindeki insanları da romanlarının karakteri haline getirerek büyük bir başarıyla yansıtmıştır. Romanları bu anlamda bireylere ve topluma bir çağrı içerir. İki yüzlü olmamanın, baskılar karşısında boyun eğmemenin, insanlara adil ve eşit davranmanın, ötekiyle empati kurmanın çağrısıdır bu… Onun romanları okunup modası geçecek türden değil her daim popüler olmayı hak eden türden romanlardır. Sizi çok etkileyen iyi bir kitap okuduğunuzda, başkaları da okuyup etkilensin ve bu eserden mahrum kalmasın istersiniz. İşte Suat Derviş kitapları okuduğunda bu hisse kapılır insan. Yazarın romanlarının şu dönemki okunma oranlarındaki artış da bu yolla gerçekleşmektedir. Öte yandan şimdilerde İthaki Yayınları’nın özenli kapaklar eşliğinde yazarın külliyatını basmaktaki çabasını da takdir etmek gerekir. Suat Derviş’in ayrıca eserleri yabancı dillere çevrilen ilk Türkiyeli yazarlardan olduğunu da belirtmeliyiz. Yazarın yaşamı ve yazdıklarıyla Türkiye edebiyat tarihindeki yerinin okurlarının gözünde çok özel bir noktada durduğunu söyleyerek anısına saygıyla "iyi ki geçtin bu dünyadan Suat Derviş" diyerek bitirelim.

Kaynakça:

1. Suat Derviş, Evet Boşanmak İstiyorum, Resimli Şark, 1 Eylül 1931

2. Suat Derviş, Hiçbiri, İthaki Yayınları 2018, sayfa 76

3. Suat Derviş, Kızlar Neden Evlenirler, Yarım Ay 1938

4. Liz Behmoaras, Suat Derviş Efsane Bir Kadın ve Dönemi, Doğan Kitap 2017,sayfa 117

5. Suat Derviş, Hiç, İthaki Yayınları 2013

6. Suat Derviş, Çılgın Gibi, İthaki Yayınları 2015, sayfa 9

7. Suat Derviş, Fosforlu Cevriye, İthaki Yayınları 2016, sayfa 35

8. Liz Behmoaras, Suat Derviş Efsane Bir Kadın ve Dönemi, Doğan Kitap 2017, sayfa 299