Stephen King: Farklı olanın günahı

Stephen King'in yeni romanı 'Enstitü', Doğanay Banu Pinter çevirisiyle Altın Kitaplar tarafından yayımlandı. “İnsanların ne kadar güçsüz olabileceği hakkında yazmak istedim” diyen King, 'Enstitü’nün temel meselesini farklı olanı kapatmak, kullanmak ve yok etmek üzerinden şekillendiriyor.

Abone ol

1947 yılında doğan Stephen King, 1974’te yayınlanan ilk romanı 'Göz'den ('Carrie') bugüne kadar büyük bir ciddiyetle, sağlam bir üretkenlikle yazmayı sürdürüyor. İmzasını attığı altmışın üzerinde kitabın büyük kısmı çeşitli şekillerde sinemaya, televizyona uyarlanmaya devam ediyor. 1976’da usta yönetmen Brian De Palma’nın çektiği "Carrie"den ("Günah Tohumu") bu yana King’in film sektörüyle olan ilişkisi her adımda daha da kuvvetleniyor. Hatta günümüzde, kitapları daha piyasaya sürülmeden TV ve film hakları için anlaşmalar yapılıyor.

King’i bu denli etkileyici bir hikâye anlatıcısı yapan şey kuşkusuz ki değindiği konular ve bunu işleme becerisi, yani dile olan hâkimiyetidir. 'Yazma Sanatı' adlı kitabında konu itibarıyla belirttikleri bir tavsiye niteliği de taşır aslında.

“Şimdi bir şeyi netleştirelim, tamam mı? Fikir Çöplüğü, Hikâye Merkezi, Gizlenmiş Çoksatanlar Adası diye bir şey yok; iyi fikirler gerçekten de hiç yokken bir anda orta çıkıyor ve bomboş gökyüzünden size doğru süzülüyor. Daha önce birbiriyle alakası olmayan iki fikir birleşip güneşin altında yeni bir şeye dönüşüyor. Sizin işiniz bu fikirleri bulmak değil, kendilerini belli ettiklerinde onları tanımaktır.”

'CENNETTE YENİ BİR GÜN'

Sence insanın hafızası ona bir hediye midir onun laneti mi?”

Eileen’ın cevabı düşünmesine gerek yoktu; Tanrı biliyordu ya, anımsamak istemediği neler neler hatırlıyordu. “Her ikisi de tatlım.

Altın Kitaplar geçtiğimiz günlerde King’in yeni romanlarından biri olan 'Enstitü’yü dilimize kazandırdı. Doğanay Banu Pinter tarafından çevrilen kitabın, yukarıda söylediğimiz gibi, uyarlama anlaşmaları çoktan yapılmış durumda. Yapımcı David E. Kelley ile yönetmen Jack Bender’in çalışmalara başladığı da iddialar arasında.

King’in 61. kitabı olan 'Enstitü', telekinezi ve telepati güçlerine sahip çocukların altüst olan hayatlarını konu ediniyor. Aslında benzeri psişik güçleri sahip olan çocukları daha önce de romanlarında işledi King. Ancak 'Göz', 'Medyum', 'Tepki', 'Çağrı' gibi romanlarıyla 'Enstitü'yü ayıran en temel şeyse, sanıyorum King’in bu romanında “legal” ve “resmi” bir yapı üzerinden uygulanan sistematik kapatılmaya ve işkenceye odaklanmasında yatıyor.

Enstitü, Stephen King, 616, Altın Kitapları, 2021.

Konusuna kabaca bir bakalım: Eski bir polis olan Tim Jamieson, New York uçağındaki yerini başka birine vermesinin ardından biraz bilinçli biraz savrularak yola devam etme kararı alır. Nihayetinde güneydeki bir kasabada gece bekçiliği işi bulur. Gündüzleri de demiryolunda çalışmaktadır. Tim nihayetinde huzur dolu bir sakinliğe eriştiğini düşünerek hayatına devam ederken, beri yandan Luke’un hikâyesi akmaya başlar.

Luke Ellis, 12 yaşında bir çocuktur. Üstün zekası sebebiyle çok dikkat çeken Luke’un evi, olağanüstü yetenekleri yüzünden bir gece basılır ve ailesi öldürülür. Luke ise bunları doğru düzgün hatırlamaz bile. Uyandığında yine kendi odasındadır, en azından ilk bakışta öyle olduğunu düşünür, içerisi neredeyse birebir aynıdır ama Luke farklılığı kısa zamanda anlar, odanın penceresi yoktur.

Luke korkuyla kapıyı açar ve koridorun da farklı olduğunu görünce evinde olmadığına emin olur. Karşısındaki duvardaysa yeşillerin içinde mutlu mesut şekilde koşturan üç çocuğun olduğu bir afiş vardır ve afişte CENNETTE YENİ BİR GÜN yazmaktadır.

KURALLAR SORGULANAMAZ

Luke’un gözünden yavaş yavaş tanımaya başladığımız 'Enstitü’nün bir sürü çocukla dolu olduğunu ve bu çocukların hepsinin de çeşitli şekillerde telekinetik, telepatik güçlere sahip oldukları için kaçırıldıklarını anlarız.

Luke etrafı tanımaya çalışırken neden buraya getirildiğini, ne olacağını düşünüp kendince yanıtlar arar. Diğer çocuklarla konuşur, duvarlardaki kaba propaganda afişlerini, sloganlarını okur ve 'Enstitü’deki işleyişi izler.

Hemen hepsi eski asker, polis ve ajan gibi mesleklerden oluşan çeşitli kademelerdeki görevliler çocuklara karşı oldukça acımasızdırlar. Gerek onları kuralları uymaya zorlarken dövdüklerinde gerekse üzerlerinde yapılan deneylerdeki/işkencelerdeki tavizsiz tavırlarından açıkça bellidir bu. Emir almış asker gibidirler.  Üstleri ne diyorsa sorgulamadan yapan askerler gibi. Tıpkı Nazi dönemindeki gibi.

Luke, buradan kaçmayı kafasına koyar. Herkes bunun mümkün olmadığını söyler ama o kararında ısrarcıdır. Devam eden sayfalardaysa Luke’un bu kararı çatışmayı hepten kuvvetlendirerek merak dolu bir dizi olayı beraberinde getirir.

IRKÇILIĞA KARŞI BİR SES

New York Times’a verdiği röportajında, “İnsanların ne kadar güçsüz olabileceği hakkında yazmak istedim” diyen King, 'Enstitü’nün temel meselesini farklı olanı kapatmak, kullanmak ve yok etmek üzerinden şekillendirir. Bu da akla ilk elden Nazi toplama kamplarını, akabinde de Trump’ın tepki çeken göçmen politikalarını getirir.

Yapılan röportajlarda sorulan bu yönlü sorulara, '1984', 'Hayvan Çiftliği' gibi bir roman yazmak niyetiyle masaya oturmadığını söyleyen King, The Guardian muhabirine şöyle cevap verir: “Trump'ın göçmenlik politikaları kitabı etkilemedi, çünkü bu kitap, o beceriksiz başkan olmadan önce yazılmıştı. Çocuklar dünyanın her yerinde hapsedilip köleleştirilmiştir. Umarım 'Enstitü’yü okuyanlar, bu yönetimlerin zalim ve ırkçı politikalarına karşı bir yankı uyandıracaklardı.”

Kitabın girişinde, Amerika’da her yıl 800 bin çocuğun kayıp raporlarında olduğunu yazan King, 'Enstitü'de çocukların, özellikle de farklı olan çocukların, neredeyse bir devlet işleyişine sahip olan 'Enstitü’nün içinde maruz kaldıkları hal ve durumlara dikkat çekmesi, üzerine düşünmemiz gereken bir dizi toplumsal sorunu akla getiriyor.

King, çağımızın en başarılı roman yazarlarından biri olarak hemen herkes tarafından biliniyor. Onun kitabını okumamış olanlar bile hiç yoksa kitabından uyarlanan bir filmi ve diziyi izlemişler, King’in tekinsiz evrenini bir şekilde ziyaret etmişlerdir.

King’in bu başarısının sırrı, yine onun 'Yazma Sanatı' kitabında karşımıza çıkar ve King yazı denen cehenneme adımını atmış hemen herkese şöyle küçük bir tavsiyede bulunur:

“Yazma eylemine gerilerek, heyecanlanarak, umutlanarak veya umutsuzluğa düşerek yaklaşabilirsiniz, aklınızdaki ve kalbinizdekileri asla tam anlamıyla kâğıda aktaramayacağınız hissini taşıyabilirsiniz. Bu işe yumruklarınızı sıkmış, gözlerinizi kısmış, kıç tekmeleyip birilerini alaşağı etmeye hazır halde girebilirsiniz. Bir kızın sizinle evlenmesini ya da dünyayı değiştirmeyi istediğiniz için girebilirsiniz. Her türlü girebilirsiniz, sadece hafife alarak girmeyin. Bir kez daha söyleyeceğim: İşe, boş sayfayı hafife alarak girmeyin.”