Sovyetler’in çökeceğini öngören bir kahin: V. Koçetov

V. Koçetov’un destansı romanı Jurbinler, Yordam Yayınları tarafından yayınladı. İlya Krilov'un kaleme aldığı Koçetov değerlendirmesini, Ahmet Açan'ın çevirisiyle sunuyoruz.

Abone ol

İlya Krilov*

Yordam Edebiyat, Sovyet edebiyatının en tartışmalı isimlerinden V. Koçetov’un destansı Jurbinler romanını yayınladı. Jurbinler ve Koçetov, Türk yazınında yalnız Sovyet edebiyatı üzerine yapılan çalışmalarda değil, sinema da dahil olmak üzere tek bir yerde bile adı geçmemiş, üzerine atıf yapılmamış bir roman ve yazar. Halbuki roman 1952 yılında basıldıktan hemen sonra filme çekilip 1954 yılında Cannes Film Festivali'nde 16 oyuncusuna birden En İyi Erkek ve En İyi Kadın Oyuncu ödüllerini kazandırmış, yabancı dillere çevrilmiş, besteci Dzerjinski romanın operasını yazmış, roman sahneye uyarlanıp Moskova Mayakovski Tiyatrosu, Leningrad Puşkin drama tiyatrosu tarafından yıllarca oynanmıştı. Jurbinler romanıyla Koçetov tüm Sovyetler Birliği’nde öylesine meşhur olmuştu ki ismi doğduğu kent olan Novgorad’da bir sokağa, bir mahalleye verilmiş, heykeli dikilmiş ve dev bir okyanus gemisine ismi verilmişti.

Sonra giderek unutuldu...

İlya Krilov, 2014 yılında yazdığı yazıda hem Koçetov’u hem de bunun nedenlerini anlattı. Kısaltarak aktarıyoruz:

"Bilmiyorum kim ve ne zaman -belki de “liberal kolektif bilinç”- Koçetov’u “unutulmaya bırakmış…” Gerçekten de kitaplarını kimse basmıyor. Yıldönümleri ise eğer kutlanıyorsa dar bir çevrede… Bazen internette yayınlandığını görüyoruz ama o da bir görünüp bir kayboluyor, yorumlar ise ya aşırı övücü ya da çok negatif. Tabii ikincisi daha fazla. Batıl inançlarla sarmalanmış bir tür garip kaygıyla çok fazla saçmalık, küfür ve çok daha fazlası…

Bir yazar olarak Koçetov’a kayıtsız kalınmaması ve onun hakkında “soğuk ya da sıcak” tepkiler verilmesi aslında tek bir şeye işaret ediyor: Edebiyat tarihinden Koçetov’u silmeyi kimsenin başaramayacağını...

İlk büyük başarı, 50’li yılların başlarında “Jurbinler” (1952) romanıyla geldi. Şu ana kadar Koçetov isminin her şeyden çok bu romanla anılmasının çok basit bir nedeni vardır: “Jurbinler”, “resmi” sosyalist gerçekçiliğe sonsuza dek bağlı bir yazar görmek isteyenlere göre bir romandır. Sonuçta resmi olarak, Komünist Parti yönetimi altındaki halkın fedakarca emeğinin anlatıldığı bir aile-üretim destanıdır.

Faşizm yenilgiye uğradıktan sonra Sovyet düzeni sarsılmaz görünüyordu, devletin çökeceğini rüyanızda kabus olarak bile görmezdiniz. Stalin döneminin gün batımıydı ama bunu kim tahmin edebilirdi ki... Koçetov’un romanı sade, hatta biraz naif olarak ortaya çıktı.

Peki bu roman geniş ve samimi bir okuyucu kitlesini nasıl kendine bağladı? Yaratıcılık söz konusu olduğunda her şeyi sosyolojik olarak açıklayamazsınız. “Jurbinler” romanı, sanat dünyasının şimdiye kadar görmediği, kendi tarzında yeni, önemli bir sanatçının doğuşunu müjdeler. Tepkiler çok farklı olmuş olabilir ama kimse kayıtsız kalamadı.

Bir başka sebep de yazarın sınırsız samimiyeti, duygu ve düşünceleridir. Romanın her bir satırı, dünyanın sosyal olarak yeniden örgütlenmesinde işçi sınıfının önceliği fikrini enerjik bir şekilde ortaya koyar. Koçetov’un bu romanı yazdığı sıralarda, komünizmin insanlığı evrensel mutluluğa götüreceğinden hiç kuşkusu yoktur. Onun, karakter ve bilinciyle istisnai niteliklere sahip, yeni ve eşi görülmemiş bir yaşam için ön saflarda mücadele eden komünistlere özel bir inancı vardı. Bu, manevi olarak Koçetov’u, “İnsan sözcüğü gururu anımsatıyor” diyen Gorki’ye, hatta “Üst insanıyla” Niçe’ye yaklaştırır. Romanın canlı bir şekilde yaşamasının bir başka nedeni belki de “gurur ve insanla” dolu olmasıdır.

Bir zamanlar Nikolay Berdyayev, Freud hakkında şöyle haykırmıştı: “İnsanı ne kadar aşağı çiziyor!” Şimdi çoğunluk yalnız böyle düşünmüyor aynı zamanda da böyle yaşıyor. Bundan dolayı kahramanlarını özverili ve cömert resmeden “Jurbinler”i 60 yıl sonra bile mutlulukla okuyorsunuz.

Jurbinler, Vsevolod Koçetov, çeviren: Ahmet Açan, 416 syf., Yordam Yayınları, 2019.

Yazarın en iyi romanı, 1958 yılına ait “Yerşov Kardeşler”dir. Dışarıdan bakıldığında “Jurbinler’i” anımsatır. İlk bakış da bu da epik bir aile-üretim romanıdır, ancak Jurbinler’de zaten var olan ince ve belirgin mimari burada daha da derinleşir. Yazarın edebi hüneri iyice açığa çıkar, fakat biçimsel mükemmelliğe ek olarak kitabın içeriği, yaratıcının gerçek gücünü ve bilincini ortaya çıkartır. “Yerşov Kardeşler’de” hayat yaşar, hareket eder, nefes alır. Her bir karakter –ikinci tipler bile- gözle görülür şekilde canlıdır.

Sadece karakterlerin öyküsü değil, N şehri örneğinden ülkenin fotoğrafı çekilmiştir. Aslında bu roman, Stalin’e yönelik yapılan karalamaların bu noktada kalmayacağını, Sovyet yaşam tarzı ve ülkenin tümüne sirayet edeceğini isabetli bir şekilde öngörerek, SBKP 20. Kongre kararlarına ve ardından gelen “çözülme”ye karşı bir protestodur.

Kitaba Orleantsev gibi tuhaf soyadlı bir tip girer. (Aslında kitabın baş kahramanlarından biridir) Tip iki yönlüdür: Bir yönüyle insan, diğer yönüyle bir hayalet. Çirkin bir aile öyküsüyle lekelenmiş Orleantsev, paramparça olmuş kariyerini ve itibarını yeniden kazanmak ve Moskova’ya geri dönmek için taşrada bulunan büyük bir metalurji fabrikasına gelir.

Kendine özgü bir çekiciliğe sahip olan bu adam, çok fazla çaba harcamadan kasabadaki memnuniyetsizleri kendine çeker ve onların çaresizliklerinden faydalanarak üzerlerinde üstünlük kurar. Tüm cafcaflı konuşmalarıyla memnunsuzları, sorunun kaynağının kendileri olmadığına, “kişilik kültünü” itibardan düşürmenin yetmediğine, tekerlere çomak sokacak gizli Stalinistlerin her yerde olduğuna inandırır. İşte bu insanlar ülkenin “yenilenmesi”ne direnç göstermektedir.

Orleantsev’in resmine daha yakından baktığımızda yetenekli bir profesyonel, büyüleyici bir kişilik görürüz. Yalnız içinde bir huzursuzluk vardır; sadece yer değişikliklerini değil, insanların ve konumların da sürekli değişmesini arzular. Yaşamın değişmez sabitlerine dayanan istikrarın olduğu her yer ona rahatsızlık vericidir. Yalnızca bazı olağanüstü durumlar, çatışmalar ya da entrikalarla gerçekten tatmin olur. Hiçbir yerde sosyalizm hakkında tek kelime etmez, fakat her kelimesinde, her hareketinde, sosyalizmin ve anavatan da dahil olmak üzere tüm toplumun kendine yabancı olduğunu hissettirir. Elbette Yerşov kardeşler ve diğer kahramanların özverili çalışması Orleantsev’i alt eder. Ne var ki bu hızlı tırmanışla o başka bir şehre gider, bir kasaba işletmesinde, dolayısıyla tüm şehirde ciddi sorunlar olduğunu duyar. Bu sefer de orada yeni felaketlere yol açacaktır…

“Yerşov Kardeşler” yazarın yalnızca en iyi romanı değil, aynı zamanda onun sanatsal doğasını anlamamızın bir anahtarıdır. Orleantsev’i boşuna ayrıntılı bir şekilde anlatmadım. Mesela “Jurbinler” romanını okurken Lev Tostoy etkisini hissetmemek mümkün değildir. Fakat sonraki romanlarında bu etkinin sona erdiğini görürüz: Özellikle “Yerşov Kardeşler”de Koçetov, farklı bir sanatsal ve ruhsal yapının sanatçısı olduğunu gösterir.

Belirtmek gerekir ki “Yerşov Kardeşler” romanında Koçetov, sosyalist gerçekçiliğe sıkı sıkıya bağlıdır. Çünkü bu romanda işçi sınıfının pek çok temsilcisi kapsamlı ve gerçekçi bir şekilde tasvir edilmiştir. Ancak Orleantsev tasvirini gerçekçi resme dahil etmek mümkün olmaz. Orleantsev’in özü, tüm mantıklı düşünme sistemine ve dıştan görülen yırtıcılığına rağmen dünyevi değildir ve son derece hastalıklıdır. Bu karakter üzerinden Koçetov, gerçek sanatını ortaya koyar. Bu, komünist-materyalist bilinç tarafından öngörülenin aksine, insanların dünyevi, bedensel varlıklarından kurtulduğu, bilinçlerin, manevi özlerin çatıştığı Dostoyevski’nin sanat dünyasıyla birleşir. Evet, aslında Yerşov Kardeşler’in iç dünyası çeşit çeşittir ama her birinin göz kamaştırıcı gerçekliği Karamazof Kardeşlerin dünyasına benzer. Koçetov’un romanının ismi bu yüzden tesadüf değildir.

“Yerşov Kardeşler” romanı yönetici elitlerde hoşnutsuzluğa neden oldu. Hruşçov sayesinde mevki kazanan Orleantsevciler, kendilerinin eleştirilmesine elbette tahammül edemezdi.

Sosyalist anavatana özverili bir şekilde hizmet etmek için gerçek heyecan,– yani 60’lı yıllarda bitmiş olan şey- ancak Sovyet iktidarının ilk yıllarıyla anlatılabilirdi. Koçetov’un “Düşme Açısı” romanı, 1919 yılında devrim, beyaz Finler ve general Yudeniç’in işgal tehdidi altındayken olan olayları anlatır. “Düşme Açısı” (1967) yalnız askeri değil aynı zamanda siyasi bir kapışmadır. Stalin’e küfretmeyi er ya da geç Trotski’yi yüceltmelerin takip edeceğini sezen yazar, O’na ve o zamanki Petrograd Başkanı Zinovyev’e karşı artık Dostoyevski’nin zehrini tatmış olan kalemini yöneltir.

1969 yılında yazdığı “Ne istiyorsun?” Sovyet halkının ahlaki yozlaşmasını anlatır. Yalnızca bürokratlar değil, Sovyet orta sınıfı da “aydınlanmış bir küçük burjuvaya” dönüşmeye başlamıştır. Koçetov anında insan duygularının ardında yatan şeyi kavramıştı.

Stalin'in ölümüyle birlikte, sosyalizmin ateşli "Prometheus” dönemi sona ermişti. “Çözülme” döneminde pek çoklarına tüketicilik hastalığı bulaştı. Toplumsal ahlak böylece bozulduktan sonra bu çatlağa yalnız iç değil, dış düşmanlar da hücum eder. “Ne istiyorsun?” romanı, bir grup yabancıya Sovyetler Birliği’nde “halkın sanatını” bırakmasıyla başlar. Romanda eski Rus resmiyle ilgilenilmekte, batılı okuyucu için illüstrasyon şeklinde, bilgilendirici bir albüm hazırlanmaktadır. Resmi olarak Londra’daki yayınevi “New World” için çalışıyor görünseler de aslında Batılı istihbarat servislerine çalışıyorlardır. Koçetov’un, yayınevinin ismini “New World” olarak seçmesi boşuna değildir. Bilindiği gibi 60’lı yıllarda Moskova’daki Novıy Mir (Yeni Dünya), - “New World” Yeni Dünya demektir- yeni edebiyatı açığa çıkarma kisvesi altında, anti Sovyet ve vatanseverlik karşıtı faaliyetlerin odağı olmuştu ve amaçları ve görevleri bakımından Londra’daki yayınevinden bir farkları yoktu. İdeolojik anlamda, bir yanda vatansever dergi “Genç Muhafız”, diğer yanda Koçetov’un çıkardığı Sovyet yanlısı “Ekim” dergisine karşı mücadele anlatılır.

“Yerşov Kardeşler” edebi olarak taklit edilemez, fakat “Ne istiyorsun?” kapsam olarak daha derin ve büyüktür. Koçetov, tüm yazdıkları arasında en sevdiği eserinin “Ne istiyorsun?” olduğunu söyler. Yazar, oldukça talihsiz bir yazgıyı anlattığı için değil, mutsuz bir çocuğun ebeveynine üzülmesi gibi üzülür. Hayır, bu kitabın merhamete gereksinimi yoktur. Vsevelod Koçetov onu sevmiştir çünkü diğer eserlerinin hiçbirinde yaratıcılıkta bu kadar rahat, nüansların ve araçların seçiminde bu kadar özgür olmamıştır. Bu romanda ne kadar çok kahramanın yer aldığı ve her birinin nasıl da hafızalara kazındığını görmek insanı şaşırtır!

Yaratıcı özgürlük Koçetov’a aniden vahiy gibi inmemiştir. Onun, uzun zamandır sanatsal gerçeklik üzerine arayışları vardı. Ve tam da bu kitapta herkes, hatta ikincil karakterler bile ete kemiğe bürünür. Dostoyevski’nin Ecinniler romanındaki karikatürize Karmazinov tipine benzer şekilde (ki bilindiği üzere bu İvan Turgenyev’dir); şair Bagaroditski ve ressam Sveşnikov (ki aslında bu kişiler Vladimir Salauhin ve İlya Glazunov’dur) hafızamızdan hiç silinmez. Liberalizmin Ecinnileri tamamen dünyevi değillerdir. Sovyet düzeniyle savaşları özlemlerini bitirmez. Ancak insanların ruhlarına nifak tohumları ekmeyi başardıklarında gerçekten tatmin olurlar; bu da daha fazla çekişme, yalan ve yıkımla filizlenir. Yazar liberalizmin ruhunun yorulmak bilmediğini, sosyalizmin yıkılışını devletin yıkılmasının takip edeceğini ve bunun da insan varlığının temellerini ayaklar altına alacağını net bir şekilde ortaya koyar.

Genel olarak “Ne istiyorsun?” politik bir taşlama romanı olarak kabul edilir. Bu tam olarak doğru değildir. Burada psikolojik derinlik, kepazelik ve politik taşlamayla birliktedir, modernliğin dolaysızlığı tarihsel vizyona uyar. Diğer şeylerin yanısıra bu, Dostoyeski’nin kendi zamanından önce hissettiği, Rus Sovyet edebiyatının henüz bilmediği gerçekçi bir romandır. Hiç şüphe yok ki Koçetov sanatsal anlamda onun akrabası ve halefidir. “Ne istiyorsun?” romanı kendi döneminin “Ecinnileridir”.

Kitabı küçümseyerek onun bir parodisini yapmaya giriştiler, (ki böylece aslında kitabın önemini de onaylamış oldular) yazara iftiralar attılar, yeniden yayınlanmasını engellemek için topluca mektuplar yazdılar. Böylece aslında kendilerini de deşifre etmiş oldular. Liberalizm totolitarizmdir.

Roman yalnız liberal çevrelerde değil, yüksek devlet otoritesinde de şoka neden oldu. Yetkililer, devletin ve halkın varoluşu hakkındaki sorunun keskin bir şekilde ortaya konması karşısında, kafalarını kuma gömmeyi tercih ettiler. “Ne istiyorsun” o zaman yaygın bir uygulama olan “gazete-roman” olarak yayımlanmadı. Moskova’da romanı basmaya cesaret edecek tek bir yayınevi bile bulunamadı. Romanın basılmasına yalnızca Belarus Komünist Partisi M.K. Birinci Sekreteri P. Maşerov “yeşil ışık” yaktı ve onun emriyle Minsk’de yayımlandı. Ama maalesef bu yüzden geniş okuyucu kitlesine ulaşamadı. Hatta öyle ki kitabın piyasadan toplanıp imha edildiğine dair kanıtlar vardır.

Koçetov’u bir peygamber statüsüne çıkartıyor değilim. Fakat dönemini çok hassas bir şekilde (sadece kendi zamanını değil, zamanın akışını) hissetmişti ve dönemin edebiyatında hiç kimse sonrasında neler olacağını tahmin edemedi. Yayımlanmasından yaklaşık 20 yıl sonra, Perestroyka/yeniden yapılanma kisvesi altında ülkemizde fiziksel ve psikolojik soykırımın yapıldığını bilerek bu satırları okumak acı ve dehşet verici...

*Rusçadan çeviren: Ahmet Açan