Sovyetler, Afganistan'da ne yaptı?

Afganistan hakkındaki mitlerin belki en başında, bu coğrafyanın 'yenilmez' olduğu geliyor. 'Afganistan'a giren tüm yabancı güçlerin mağlup olduğu kabulü, kimilerince Büyük İskender'e kadar uzatılıyor.

Abone ol

Afganistan'ın başkenti Kabil, geçtiğimiz haftalarda Taliban'a teslim oldu. Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD), işgal ettiği ülkenin anahtarını Taliban gibi bir örgüte vererek bölgeden çekilişi de ülke tarihinin hatırlanması ihtiyacı doğurdu. Taliban'ın bugünkü varlığında aslan payının ABD ve müttefiklerine ait olduğu biliniyor. Fakat ABD'nin İslamcı gruplara verdiği desteğin özellikle 1980'lerde Sovyetler Birliği'nin Afganistan'a asker göndermesiyle birlikte ivme kazanması da bugün tekrar gündeme getiriliyor.

Ancak döneme dair yapılan yorumlarda, gerçek dışı ya da üstünkörü kullanılan pek çok ifade de mevcut. Mesela Afganistan'a gelen tüm 'yabancı' güçler yenilmiş midir? Ya da Sovyetler Afganistan'ı ABD gibi 'işgal' mi etti? Afganistan'a Kızıl Ordu'nun gelişinden önce hangi yönetim vardı? Sovyetler'in sonunu 'Stinger' uçaksavar füzeleri mi getirdi? Soruların hepsi bizi keskin yanıtlara götürmeyecek olsa da üzerine biraz daha düşünmek bu ülkenin bugününü daha iyi anlamayı sağlayacaktır.

AFGANİSTAN 'YENİLMEZ' Mİ?

Afganistan hakkındaki mitlerin belki en başında, bu coğrafyanın 'yenilmez' olduğu geliyor. Öyle ki 'Afganistan'a giren tüm yabancı askeri güçlerin mağlup olarak bölgeden ayrıldığı' kabulü, kimilerince Büyük İskender'e kadar uzatılıyor. Bu yoruma göre, bugünden geriye doğru ABD, Sovyetler Birliği, İngiltere ve Büyük İskender Afganistan coğrafyasında hep bozguna uğradı. 

Doğru, coğrafya Afganistan için pek çok ülkeden daha fazla anlam ifade ediyor. Fakat son yüzyılın belli bir dönemine, belli bir açıdan bakarak 'tarih boyu yenilmezlik' atfetmek yersiz bir çıkarım olur. Bu örnekleri kalkıp Büyük İskender ile kıyaslamak faydasız olmakla birlikte yanlıştır da. Nitekim Büyük İskender'in ordusu sefer sırasında bu coğrafyada aslında cılız bir direnişle karşılaşır. Zamanında Perslerin nüfuz sahibi olduğu, bugünkü Afganistan sınırları içerisinde yer alan Baktria satraplığı İskender'in ölümünden sonra da Grek-Baktria Krallığı, Helen mirasını bu bölgeye taşır. Yıkılışındaki aslan payı da İran'da yeniden güçlenen Partlarındır. Afganistan'daki coğrafi durum yerine ve zamanına göre yerel güçlere çok önemli avantajlar sağlamıştır. Fakat bunu ezelden beri devam eden değişmez bir kural olarak görmek isteyenler, dağlık bir bölgeye hiç de alışkın olmayan Moğolların Afganistan'ı nasıl olup hızlı bir şekilde harap edebildiğinden söz etmez. Yani kimilerince “İmparatorluklar Mezarlığı” denilen Afganistan ne İskender'in ne de Moğolların imparatorluğuna 'mezar' olmamıştır.

Daha yeni bir örnek gelirsek Afganistan'ın bağımsızlığını kazanmasıyla birlikte İngiltere ile girdiği savaşlar için de net bir sonuç söylemek güç. İngiliz ordusu 1878'de Afganistan'ı yeniden işgal ettiğinde Maiwand'da büyük bir yenilgi alsa da ana kuvvetleri savaşta galip geldi. İngilizlerin Hayber Geçidi'ne çekilmesinden sonra Üçüncü Afgan savaşındaki Afgan taarruzu da başarısız olmuş, İngilizler oldukça rahat bir şekilde Kabil'i havadan bombalamıştır. Tüm bu çatışma sürecinde İngiltere taktiksel bir zafer kazanmış olsa da verdiği kayıplar Afganların neredeyse iki katıdır. Daha ileri bir tarihte Sovyetler Birliği'nin mücahitler ile girdiği çatışmalarda ise kayıplar anlamında tam tersi bir sonuç görüyoruz. Mücahitlerin kayıpları, Afgan ordusu ve Kızıl Ordu'nun toplam kayıplarından çok daha fazladır.

Kısacası, tek bir yorumdan, tek bir sonuçtan ya da 'yenilmezlikten' bahsedemeyiz. Hele ki binlerce yıllık 'köprüler' kurarak bunu asla yapamayız. İlle de tarihsel bir ortaklık kurulmak isteniyorsa, bu bölgeye gösterilen stratejik ilgi üzerinden kurulabilir. Afganistan'ın Orta Asya'yı Güney Asya'ya ve Uzak Asya'yı Ön Asya'ya bağlıyor oluşu ticari, askeri, kültürel, toplumsal açılardan burayı önemli kılıyor. Dolayısıyla bölge ile adı geçen tüm tarihi ve güncel aktörlerin 'ilgisi' buradan kaynaklanıyor diyebiliriz. Yoksa 'gelen herkesin dağlar yüzünden eli boş döndüğü' ya da 'ezelden beri korkunç mağlubiyetler aldığı' yorumu bizi hiçbir yere götürmez. Böylesi fantastik bir 'yenilmezlik' yorumu yapabileceğimiz tek yer çizgi roman kahramanı Galyalı Asteriks'in köyüdür -ki onlar bile bu özelliklerini 'büyülü' bir iksire borçludur!- o nedenle kulağa hoş gelen ancak tarihsel olarak hiçbir anlam ifade etmeyen yorumlardan kaçınmak herhalde daha isabetli olacaktır.

SOVYETLER AFGANİSTAN'I İŞGAL Mİ ETTİ?

Bugün gündeme getirilen ve ucu Sovyetler Birliği'ne varan Afganistan efsanelerini değerlendirmeden önce konunun hassasiyeti gereği bazı hatırlatmaları baştan yapmak gerekiyor. Burada amaç katiyen Moskova'nın o dönemki dış politikasını eleştirmek ya da övmek değildir. Kızıl Ordu'nun Afganistan'a ilk ayak basışı ile son gidişi arasında Sovyet yönetiminin işçi sınıfı politikalarından ne denli uzaklaştığını, kuruluş ideolojisinden uzak politikalara yaslayıp kısa vadeli çıkarlar peşinde nasıl başarısız bir dış politika sürdürdüğünü söylemek gerekiyor. Afganistan sicilinin pek de temiz olduğu da söylenemez.

Ancak bazı tanımları ve yorumları gözden geçirmek gerekiyor, bunların başında 'işgal' kelimesinin kullanımı geliyor. Savaşın sürdüğü yıllarda Türkiye solu içerisinde de çokça tartışılmış ve uzlaşıya varılamamış bir tanımdan bahsediyoruz. Fakat bugün, yaklaşık 40 yıl sonrasının dünyasından geçmişe biraz daha soğukkanlı bir şekilde baktığımızda, bu kelimeyi hoyratça kullanmamak gerektiğini artık iyi biliyoruz.

Neden mi? En başta, Sovyet askerlerinin sınırı aşmadan önce Kızıl Ordu'ya müdahale hakkı veren anlaşmaların imzalandığını söylemek gerek. Ancak iki ülkenin askeri geçmişi çok daha eskiye, Pakistan'ın kuruluşuna kadar gidiyor -ki o dönemde Afganistan Demokratik Halk Partisi (ADHP) gibi bir yönetime de rastlamıyoruz- Hindistan'dan ayrılarak kurulan Pakistan, Afganistan'ın da çoğunluğunu oluşturan ciddi bir Peştun nüfusa sahiptir. 1950'lerde Afganistan'da dönemin lideri Serdar Davud Han 'bağımsız Peştunistan' idealini popülerleştirir. Soğuk Savaş'ın sıcak yıllarında her iki ülke de kendini farklı kamplarda bulur. Pakistan sırtını ABD'ye yasladıkça Afganistan da Sovyetler Birliği'ne yaklaşır. Bu yakınlaşmanın en önemli anlarından biri de 1956'da imzalanan ve Afgan ordusunun modernleştirilmesi ve silahlandırılmasını kapsayan anlaşmadır. 1956-1977 arasında 3 bin 700 Afgan subayı (toplam subay sayısının üçte biri) Sovyetler Birliği'nde eğitim görür(1). Buna karşın Davud Han, 1970 ortalarında Sovyetler Birliği'ne karşı da mesafe koyarak daha İslami bir çizgiye yaklaşır. Ancak çok geçmeden komünist muhalefeti oluşturan iki ana kanat 'Perçem' (Bayrak) ve 'Halk' birleşerek Davud Han yönetimini devirir.

İki ülke arasındaki ilişkilere geri dönecek olursak Nisan ayaklanması ile iktidara gelen ADHP'nin Sovyetler'den uzun bir süre asker talep ettiğini ancak Moskova'nın buna yanaşmadığını ekleyebiliriz. Yeni iktidarın giriştiği tarım reformu, kitlelerden kopuk küçük bir kentli azınlığın elinde başarısızlığa sürüklenir ve ABD, Çin, Pakistan, İran gibi güçler, çoğunluğu İslamcı ve toprak ağalarından oluşan ADHP karşıtlarını desteklemeye Sovyetler Birliği'nin müdahalesinden önce başlar. Tüm bu süreçte Moskova her ne kadar ADHP içerisindeki iktidar yarışında aktif rol oynasa da yaşananları 'iç sorun' olarak değerlendirip askeri müdahale seçeneğini rafa kaldırır. Kimilerine göre Sovyetler'in Afganistan'a girdiği tarih ayrıca önemlidir. Stratejik silahların sınırlandırılmasına fazla yanaşmayan ABD, Batı Almanya'ya Pershing füzelerini konuşlandırma kararı verir. Bu silahların en önemli yanı Moskova'yı menzili dahiline alabilmesidir. Pershing'in Batı Almanya'ya konuşlandırıldığı gün Sovyetler de Afganistan'a girme kararı alır. Bu nedenle Moskova'nın kararını bir misilleme olarak da değerlendirenler de vardır(2).

Sovyetler'i askeri müdahaleye iten nedenler elbette yaşananın bir 'işgal' olup olmadığı sorumuzu yanıtlamıyor. Ancak her iki ülke arasında yapılan anlaşmaların bu müdahaleye ardına kadar açık kapı bırakmış olması dikkate değer.

Diğer yandan 'işgal' tanımı biraz da ADHP'nin üstten inmeci politikalarına Moskova'nın desteğinden geliyor. Hatta ADHP içerisinde en sonunda 'Vahşi Batı' açmazına varan çekişmeler sırasında Sovyetler herkese mavi boncuk dağıtıp, gerek gördüğünde bazılarını da öldürerek önünü açmaya çalışmıştır. Ancak ADHP'nin iki grubu arasındaki çatışmalar iktidarın hemen başında başlar. Herkesin birbirinin kuyusunu kazdığı bir dönemde, Demokratik Afganistan Cumhuriyeti'nin ilk başbakanı ve cumhurbaşkanı Muhammed Taraki, oldukça popüler bir figür olmasına karşın, asi Müslüman aşiret liderleriyle uzlaşma yanlısı Hafızullah Amin'in emriyle yastıkla boğularak öldürülür. Üstelik Taraki, Sovyetler Birliği'nden de destek görmektedir. Daha sonra Amin de Kızıl Ordu tarafından sarayında öldürülecektir. Yerine Perçem grubundan Barbak Karmal gelir.

Başta üstten inen bir 'devrim' tasarımı olmak üzere tüm bunlar ciddi eleştiri konusudur. Ancak eleştirel bakışın altını çizmek için bir kelimenin anlamıyla oynamaya da gerek yok. Eğer tek sorun işin içerisinde bir askeri darbe olması ve bu darbe sonucu kurulan yeni iktidarın desteklenmesiyse, 1979'da Davud Han'ın da monarşiyi askeri bir darbeyle devirip iktidara geldiğini hatırlamalıyız. Dolayısıyla temiz ya da kirli eldiven tartışmasına girmeksizin bu tanımdan vazgeçmek, Sovyetlerin Afganistan'da yaptığı her şeyi onaylamak anlamına gelmiyor.

Başka bir olay ile de karşılaştırma yapmak gerekirse Sovyetler Birliği'nin 1968 yılında tanklarını Prag'a sürmesi için çok daha rahat bir şekilde 'işgal' tanımını kullanabiliriz. Çünkü Prag'da ADHP'nin Kızıl Ordu'ya resmen müdahale hakkı vermesi ya da davet etmesi gibi bir durum göremiyoruz. Dolayısıyla kalkıp kendi türettiği İslamcılardan muzdarip olduğunu söyleyen ABD'nin herhangi bir resmi talep olmaksızın Afganistan'a girmesi ile Sovyetler'in Afganistan'daki varlığı için aynı tanımı yapmak doğru değil. Sovyet askerlerinin çekilişinden sonra Afganistan'daki yönetimin yaklaşık üç yıl kadar daha ayakta kalabildiğini de belirtmeden geçmeyelim.

AFGANİSTAN SOVYETLER İÇİN 'VİETNAM' MI?

Bir diğer konu da, Sovyetler'in Afganistan'da hezimete uğradığı ve büyük bir mağlubiyet alarak ülkeyi terk ettiği iddiası. Hatta kimileri 'Sovyetler Birliği'ni yıkanın Afgan mücahitler olduğunu' bile dile getiriyor. Elbette bu savaşın galibi Sovyetler Birliği değil. Ancak Sovyetler Birliği'nin Afganistan'da bulunduğu 1979-89 yılları arasında savaş alanında herhangi bir mağlup belirlemek de çok mümkün görünmüyor. İşin aslı ise Sovyetler'in Afganistan'da bir çıkmazın içerisinde kaldığı ve tarafların sahada yenişemediğidir.

Öyle ki mücahitler Panjshir vadisi gibi stratejik öneme sahip bir bölgede zafer kazansa da ellerinde tuttukları nice bölgeyi kaybettiler(3). Sovyetler'in Afganistan'dan çekilişinin asıl nedenlerini Afganistan'da değil, kendi sınırları içerisinde aramak gerekiyor. 1980'lerin özellikle sonuna doğru gerek siyasi, gerek ideolojik, gerekse ekonomik anlamda çöküşe sürüklenen Sovyetler için Afganistan ısrarı her şeyden önce yüksek maliyet demekti. Askeri açıdan alanda parlak bir tablo olmaması da şüphesiz bu faturayı şiddetlendiriyordu. Üstelik -her ne kadar mücahitlerin kayıpları yüzbinlerle ölçülse de- Kızıl Ordu 9 yıllık savaşta yaklaşık 15 bin askerini kaybetti. Çöküş süreci içerisindeki bir ülke için bu kayıplar çok daha fazla şey ifade ediyordu.

Sovyet askerleri mücahitlerden ele geçirdikleri ABD'nin ünlü Stinger füzeleri ile...

Burada bir diğer efsaneye de değinmek gerekiyor. Bir MANPAD (omuzdan ateşlemeli) çeşidi olan Stinger füzelerinin en çok anıldığı yer yine Afganistan. ABD'nin mücahitlere yaptığı silah, mühimmat, erzak gibi destekler arasında en dikkat çekicisi elbette Stinger füzeleri. Öyle ki Kızıl Ordu savaşın ilk yarısında hava üstünlüğünü kullansa da ABD'nin bu füzeleri mücahitlere dağıtmaya başlamasının 'savaşın sonunu getiren etken' olduğunu savunanlar da var.

Tıpkı -yansıyanın aksine- ABD Afganistan'dan çekilme kararını bir kaç gün önce almadığı gibi Sovyetler için de 1989 ani bir 'dönüş emri' değildi. Karar 1980'lerin ortasında alınmış bulunuyordu ki bu tarihlerde henüz Stinger füzeleri mücahitler tarafından yaygın şekilde kullanılmıyordu. Yine de bu füzelerin Kızıl Ordu'yu askeri taktiklerini değiştirmeye ittiği bir gerçek. Stingerlar Sovyet helikopterlerinin operasyonlarını gece görüşü olmayan mücahitlere karşı karanlıkta ve yüksek irtifadan yürütmeye itti. Bu süre içerisinde hem Sovyet hem Afgan hava güçlerine ait ciddi bir helikopter kaybı yaşansa da bunu savaştan çekilmeye neden olarak gösteremeyiz. Daha ayağı yere basan bir yorum yapmak gerekirse sadece Stingerları değil, genel olarak mücahitlere ABD ve müttefikleri tarafından yapılan yardımların sürekliliğini konuşmak gerekebilir.

Tüm bunlar Afgan devriminin kendine has başarılarını ve sorunlarını unutturmamalı. Afganistan için başarılar kadar başarısızlıklar da yol gösterici olacaktır. Gerek Afganistan'ın aslında devrimci bir programa sahip ama tecrübesiz yöneticileri gerekse onların yetişmesine imkan veren liberal dönem ülkenin toplumsal yaşamında kayda değer bir değişime neden oldu. Başta kadınların toplum içerisindeki yeri olmak üzere eğitim alanında yapılan reformlar bunlardan biridir.

Sovyetler Birliği'ne gelince, Moskova Afganistan'da harikalar yaratmadı. Ancak ardında, ülkenin bugününden daha büyük bir karanlık geçmiş de bırakmadı. Tanımları ve mitleri gözden geçirmek, Sovyetlere yönelik eleştirinin dozunu düşürmek anlamına gelmiyor. Ama herhalde tüm özneleri bir çuvalın içerisine atıp analizleri de buradan yapmamak gerekiyor.

1) Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt 5 (İletişim Yayınları)
2) https://www.afghanistan-analysts.org/en/reports/war-and-peace/a-turning-point-in-world-history-40-years-ago-the-soviet-union-invaded-afghanistan/
3) https://www.theguardian.com/world/2011/sep/27/10-myths-about-afghanistan