Sovyet uzay programı: Bir yarıştan daha fazlası

Gelecekte erişilecek komünist toplumun düşüncesi, ister istemez uzayı da cazip kılar. Kapitalist eski düzene karşı sosyalizm yoluyla erişilmekte olan komünizm yeni düzenken uzay programı bu yeni dünyaya doğru yolculuğu harika bir şekilde temsil eder. Sovyet deneyimi her ne kadar başından sonuna farklı evrelerden geçmiş olsa da çekirdeğinde bu düşünceyi taşıyordu.

Abone ol

Tarihler 1984'ü gösterdiğinde uydular aracılığıyla elde edilen görüntülerin dünyaya aktarılması gittikçe yaygınlaşmış durumdadır. Soğuk Savaş'ın 'gevşemiş' görünmesi ise tarafların uzayı, istihbarat faaliyetleri için kullanmayacağı anlamına gelmez. Hal böyle olunca Sovyetler bu tarihte 'lazer tabancası' olarak bilinen ve yerçekimsiz ortamda kullanılabilen bir silah geliştirir. Kulağa ucuz bir Hollywood filminden bir kesit gibi gelse de bu silahın kozmonotlara verilmesindeki asıl neden ABD'nin istihbarat çalışmalarını engellemektir. Lazer tabancası, sadece 'düşman' uyduların optik sistemlerine hasar vermek için tasarlanmıştır. Bu 18 cm'lik tabanca küçük bir örnek olsa da, uzayda çekişmenin o tarihte geldiği boyutu bize iyi bir şekilde anlatıyor. 

Sovyet lazer tabancası (1984)

Kabaca ABD'nin uzayda Sovyet başarısını hazmedemeyip işi bir 'rekabet' meselesi haline getirmesini bugün 'uzay yarışı' olarak ansak da bu 'yarışın' başlama vuruşu her iki taraf için de aynı maziye sahip değil...

Özellikle son dönemlerinde kendi içerisinde yaşadığı türlü soruna rağmen meydanı boş bırakmamak adına Sovyetler'in uzayı bir 'gurur meselesi' yaptığını belirtmeden söze başlamayalım. Örneğin Sovyetler, 1978-1991 Intercosmos projesiyle birlikte müttefiki olan ülkelerden kozmonotları uzaya çıkartmaya başlar. Hatta liste sadece Varşova Paktı üyeleri ya da Suriye, Afganistan, Hindistan gibi Sovyetler'in diplomatik ilişkilerinin olduğu ülkelerle sınırlı değildir; Fransa, Japonya, İngiltere gibi ABD'nin sıkı dostları da Intercosmos programına dahil olur. Elbette bu program bahsi geçen ülkelerin bilimsel gelişimine katkıda bulunmuştur. Ancak işin diplomatik yönünü ve prestij boyutunu da göz ardı etmemek gerekiyor.

SOVYETLERİN UZAY MERAKINDA 'KOZMİZM' ETKİSİ 

Sovyetler açısından uzayın bir yarıştan çok daha öte bir yanı olduğunu görmek için daha eskiye gitmemiz gerekiyor. Ekim Devrimi'nden çok daha önce Rusya'da kimi düşünürler, bilim insanları hatta din adamları uzaya büyük bir merak besliyordu. Hoş, tarih boyunca yıldızlı göklerin ne zaman dönmeye başladığı, ötelerinde neleri gizlediği kimin ilgisini çekmemiştir ki? Ama Rusya'da özellikle 19. yüzyıl boyunca ve 20. yüzyıl başlarında süregelen bu merak bugün 'kozmizm' olarak bildiğimiz düşüncenin doğmasıyla ete kemiğe bürünür. Ölümsüzlük, hatta kimilerince ortaya atılan ölülerin dirilmesi gibi yanları olsa da bu düşünce insanların uzayın enginliğini kavraması yolunda bir adımdır. Kozmizmden -doğrudan olmasa da- etkilenen bilim insanlarının yaptığı çalışmalar da uzaya yolculuğun belki ilk somut adımlarının atılmasına sebep olur.

Bugünün uzay teknolojisinde kullanılan pek çok yöntemin öncüsü olarak Nikolay Tsiolkovski'nin kulübesinde yaptığı bilimsel çalışmaları örnek gösterebiliriz. Onun sadece bilimsel keşifleri değil, 'dünyayı insan için bir beşik olarak gören' düşüncesi de yıllar boyunca hatırlanır. Tıpkı çocukların evreni keşfe çıktığı 1975 yapımı Büyük Uzay Yolculuğu (Большое космическое путешествие) filminde yer alan Samanyolu (Млечный Путь) şarkısının 'Sanki merdiven basamaklarından uzaklara ve ileriye doğru yükselerek gittikçe çocukluğumuz geride kalacak' şeklindeki sözleri gibi.

O dönemde yazılan bilim kurgu romanlarında bu konuların sıkça işlendiğini görüyoruz. Bolşevik devrimci, bilim insanı ve felsefeci Aleksandr Bogdanov'un 20. yüzyılın ilk yıllarında kaleme aldığı 'Kızıl Yıldız' romanı konuya dair en iyi örneklerden biridir. Elbette içinde 'ölümsüzlüğü arayış' ve 'homo deus olma çabası' net bir şekilde görülse de, hatta kendisi bu uğurda yaşamını yitirse de Bogdanov'un eserlerindeki temel motivasyon sadece 'sonsuz hayatı bulmak' değildir. Öyle ki Bogdanov romanında Mars'ta yaşayan insansı bir canlı formunun yarattığı ileri düzey komünist toplumu konu edinir. Bugün hâlâ pek çok komünist tarafından sembol olarak benimsenen Kızıl Yıldız da çok yüksek ihtimalle bu romandaki 'kızıl gezegen Mars'tan esinlenilerek sahiplenilmiştir. (Ek olarak romanda cinsiyet rollerine yapılan vurgu, onu bu alanda döneminde yazılmış en ilerici eserlerden biri yapar.)

'GÖKLERİ İNCELEDİK, HİÇBİR TANRIYA RASTLANMADI...'

Ekim Devrimi'yle birlikte uzaya bakış da devrimci bir hal alır. Dönemin avangart, fütürist sanatçıları da bu dönemde yarattıkları eserlerde uzayı sıkça konu alır. O günlerde henüz yeni sayılabilecek bir teknoloji olan havacılık da Mayakovski gibi sanatçılar tarafından coşkuyla karşılanır. Öyle ki fütürist şairin kaleme aldığı 'Uçan Proletarya' şiirindeki “Gökleri içeriden ve dışarıdan inceledik. Hiçbir tanrıya ya da meleğe rastlanmadı” dizeleri, Yuri Gagarin'in uzaya çıkışıyla birlikte ortaya çıkan sloganlarda kendine yer edinir.

Bugün birileri Sovyet uzay programını, içi boş, siyasi çıkar için öne sürülmüş olanlarla kıyaslıyor. Doğru, Sovyet uzay programı da bir süre sonra kimi açılardan dünya çapında süren prestij yarışına kurban olmuş, hayallerin enginliği teknolojik ilerlemede rakipleri geride bırakmayla sınırlanmıştır. Ancak geçtiğimiz yüzyılda uzayın keşfine Sovyetler'in öncülük etmiş olması asla bir tesadüf değildir. Rusya'nın kendi köklerinden gelen akımların yerini bilime bırakmasıyla birlikte doğan ve konu hakkında mürekkep yalamış nice bilim insanı vardır. Ekim Devrimi ise bu merakın ateşini harlar ve böylece bilimin ufku da Marksist düşünceyle birlikte çok daha farklı lenslere sahip olur. Teknolojik gelişmelerin devrimci düşünceyle birleşmesi sadece bilimsel değil aynı zamanda sanatsal olarak yeni bir ufuk açar. Üstelik etkisi bir ülkenin hudutlarıyla da sınırlı kalmaz...

Yosif Şklovski'nin ilk olarak 1962'de yayınlanan 
'Evren, Yaşam ve Akıl' adlı kitabı...

Mesela böylesi bir kültürel ve bilimsel birikimin ardından Sovyetler'in oldukça erken tarihlerden itibaren Dünya dışı akıllı yaşam araştırmaları (SETI) için kolları sıvamış olmasına şaşırmalı mıyız? Modern anlamda iletişim çalışmaları 1960'lardan itibaren başlarken kullanılan teknik yöntemler daha sonraları NASA tarafından da takdir edilip örnek alınır. Yosif Şklovski'nin 1962 yılında yayınladığı “Evren, Yaşam ve Akıl” kitabı SSCB dışında da büyük ilgi uyandırır. Bu kitabın Rusça birinci basımında kapak görseli olarak kullanılan resim de bir o kadar dikkat çekicidir. Aynı tasarım yaşanılabilir kızıl cüce gezegenleri tasvir ederek Sovyetler Birliği tarafından 1967 yılında bilimkurgu pulları serisinde basılır.

Gelecekte erişilecek komünist toplumun düşüncesi, ister istemez uzayı da daha cazip kılar. Kapitalist eski düzene karşı sosyalizm yoluyla erişilmekte olan komünizm yeni düzenken uzay programı bu yeni dünyaya doğru yolculuğu harika bir şekilde temsil eder. Sovyet deneyimi her ne kadar başından sonuna farklı evrelerden geçmiş olsa da çekirdeğinde bu düşünceyi taşıyordu. Sovyetler Birliği'nin tarihinin bir bölümünde ABD ile yarışa tutuşmuş olması, Sovyet toplumunun yıldızlı yaz gecelerinde gökyüzünü seyre daldığında binlerce yıllık 'hisleri' Marksist düşüncelerle birleştirebilmiş olduğu gerçeğini değiştirmiyor.

Uzayın bizde uyandırdığı bilinmezlik, korku ve merak başta bilim insanları olmak üzere hepimizi ortak hislerde buluşturur. Ancak tıpkı dünyanın her köşesinde yıldızların birbirinden farklı şekillerde görülmesi gibi, farklı zaman dilimlerinde de 'uzay' toplumlarda daha farklı hisler uyandırabilir. Bugüne gelindiğinde ise iç karartıcı bir ufukla karşı karşıyayız. Bir yanda kâr hırsına boğulmuş, Apartheid Güney Afrikasının mirası olan bir milyarderin cüzdanına ve paşa keyfine bağlı 'hayaller'. Diğer taraftaysa teknolojik yarışı oldukça gerilerden takip edenlerin mikro siyasi dünyalarında prestij malzeme yapma amacıyla vücut bulan günübirlik fasaryalar...

Tüm bu teknolojik gelişmeler yaşanmadan çok daha öncesinden başlayarak kurulan hayallerde hırsın değil, geniş görüşlülüğün egemenliği Sovyetler'de çok daha farklı bir uzay kültürü oluşturdu. Sovyet uzay programını gerçek anlamda değerli kılan ne uzaya ilk gönderilen uydu Sputnik, ne aya gönderilen ilk araç Luna, ne uzaya çıkan ilk insan Yuri Gagarin, ne ilk kadın kozmonot Valentina Tereşkova, ne de farklı bir gezegene gönderilen ilk taşıt olan Venera'dır... Beyhude işlerle uğraşanlarsa ne kadar saçmalarsa saçmalasın asıl değerli olan Sovyet insanlarının yıldızlı gecelerde göğe baktıklarında kurdukları hayallerdir...

Kaynaklar ve daha detaylı bilgilerin yer aldığı linkler:

https://cosmonaut.blog/tag/soviet-space-program/

https://www.atlasobscura.com/articles/soviet-space-graphics

https://history.nasa.gov/SP-419/s3.11.htm

https://arxiv.org/pdf/1905.03225.pdf