Sosyal yardımlar lütuf mu, devletin görevi mi?

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın "Karnını doyuruyorsunuz, her türlü ihtiyacını karşılıyorsunuz yine de oy vermiyor” sözlerinin ardından sosyal yardımlar yeniden gündeme geldi. Bu alana dönük çalışmalar yapan Dr. Denizcan Kutlu, sosyal yardım alanları iktidarın organik ve iliştirilmiş bir tabanı olarak algılamanın doğru olmadığı görüşünde. Kutlu’ya göre, yardım alanların siyasal tavrında aldıkları yardımdan çok alınan yardımın sürekliliğine ilişkin belirsizlik ve gelecek yeni iktidarın elindeki avucundaki yardımı da kesebileceğine dayalı kaygı ve korku daha etkili olabilir.

Abone ol

ANKARA - Ekonomik verilerin her geçen gün kötüye gittiği Türkiye’de pek çok aile sosyal yardımlarla yaşamını sürdürmeye çalışıyor. Muhalefetin, “Sosyal yardımlar oy için kullanılıyor” itirazlarının karşısında yardımların oy tercihlerini doğrudan etkilediğine dönük kesin rakamlar tespit edilemiyor.

Muhalefetin zaman zaman sosyal yardımlara ilişkin yaptığı eleştirilerin gölgesinde, Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın parti üyeleriyle mayıs ayında yaptığı bir toplantıda, "Karnını doyuruyorsunuz, her türlü ihtiyacını karşılıyorsunuz yine de oy vermiyor” sözleri sosyal yardımları hatırlattı.

‘SOSYAL YARDIMIN KAPLADIĞI ALAN GENİŞLEDİ’

Erdoğan’ın sözlerinin sosyal yardımlarla ilişkisini, önümüzdeki İstanbul seçimlerinde sosyal yardımların oynayacağı rolü ve bu yardımların oy verme davranışı üzerine etkisini Dr. Denizcan Kutlu ile konuştuk. İletişim Yayınları aracılığıyla okurlarla buluşan “Sosyal Yardım Alanlar” kitabını da derleyen Kutlu, sosyal yardımlardan yararlananları iktidarın organik tabanı olarak ele almanın sorunlu olduğunu belirtiyor. Kutlu’nun sorularımıza yanıtları şöyle:

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın parti üyeleriyle mayıs ayında yaptığı bir toplantıda, "Karnını doyuruyorsunuz, her türlü ihtiyacını karşılıyorsunuz yine de oy vermiyor” sözleri haberlere konu oldu. Bu "karın doyurma" genellikle sosyal yardımlarla mı sağlanıyor?

Bu konuşma, belirli kesimlerle kurulan ekonomik ilişkinin oy temelinde beklenilen ölçüde ve yeterli geri dönüş yaratmadığı gerçeğine dayanıyor. “Karnını doyurma” ile kastedileni sosyal yardıma indirgemenin dar bir yorum olacağı kanaatindeyim. Bu, iktidarla toplumun farklı kesimleri arasındaki ekonomik çıkar ilişkilerini küçümsemek olur. Merkezileşerek oluşan yeni siyasal iktidar ilişkileri temelinde nicel büyüklüğünü ölçmek mümkün olmasa da kamuda farklı istihdam kapasiteleri yaratıldığını, yeni ticari olanakların varlık kazandığını, hizmet sektörünün kimi alanlarındaki ve inşaattaki istihdam canlanmalarını görebiliyoruz. Bu alanlardaki çalışma ilişkilerinin yapısı ayrıca ve dikkatle değerlendirilmeli. Ama konumuz bağlamında, bence böyle geniş bir ilişkiler alanı kastediliyor.

‘YARDIMLAR ESKİYE GÖRE ÇOK DAHA GÖRÜNÜR HALDE’

Bu ilişkiler içerisinde, sosyal yardımın kapladığı alan ciddi biçimde genişledi. Yardım harcamaları, yararlanıcı, program sayıları ve aktarım tutarları arttı. Yardımlar, eskiye göre çok daha görünür halde. Bunda, yardımların gerçekten öyle olmasa da ayni bazda, kömüre, makarnaya indirgenmesinin önemli bir payı var mutlaka. Ama daha önemlisi, sosyal yardım olgusu AKP ve desteğini aldığı kitleler arasındaki yegâne ekonomik ilişki olarak görülebiliyor. Az önce saydığım ve çoğaltılabilecek nedenlerle bunun mutlak anlamda doğru olduğunu düşünmüyorum. Ancak, bir temeli de yok değil.

‘SOSYAL YARDIM ALANININ DOĞASI BUNA İZİN VERİYOR’

Yapılan yardımların topluma devletin hak yaratıcı bir görevi olarak değil de bir parti faaliyeti olarak sunulduğunu görüyoruz. Bu ilişkiye dönük lütuf nitelemesi de yapılıyor, doğrudur. Sosyal yardım alanının doğası ve kurumsal yapısı biraz da buna izin veriyor. O nedenle sosyal güvenliğin primsiz rejim ayağını oluşturan yardımlar ve hizmetler kolu, aktardığınız paternalist ve himayeci dilin etkisi altında daha çok kalıyor. Ancak bunun da sınırları yok değil. Yapılan araştırmalarda, yardım alma ve oy verme özdeşliğinin mutlak anlamda kurulamayacağı ortaya çıkıyor.

‘KARIN DOYURMANIN TEK BİÇİMİ SOSYAL YARDIM OLMAYABİLİR’

Öte yandan, yardım alan kitlede, yardımların parti faaliyeti olarak sunulmasını kabul etmeyen, devletin görevi olduğunu bildiren bir tür sosyal yardım hakkı bilincinin de oluşum halinde olduğu gözlemleniyor. Bu bilinç biçimi; mecburiyet, alışkanlık, psikolojik bağımlılık ve yer yer verilen oyun da karşılığı olarak paternalist sosyal devletin yoksula bakma yükümlülüğü düşüncesine dayalı özellikler taşımakta. Ancak yardım alanların istenildiği gibi yönlendirilebilecek, iktidarın iliştirilmiş bir parçası olan bir kitle olmadığı gerçeğini anlatıyor. Sorunuza tekrar dönmem gerekirse, karın doyurmanın tek biçimi sosyal yardım olmayabilir. Ama yardımların özellikle 2000’lerde neo-liberal programı tamamlayacak bir biçimde öne çıktığını, hatta toplumun belirli kesimlerinin devletin sosyal niteliği ile tek bağı haline geldiğini söyleyebiliriz.

‘SOSYAL POLİTİKA BİLİMİNE GÖRE YARDIMLAR ŞÜPHESİZ DEVLETİN GÖREVİ’

Sosyal yardımlar bir lütuf mu yoksa devletin görevi mi? Bu bakış açısı farklılığının ne tür zararları var?

Lütufkar bir ilişki alanı karşımıza çıkıyor. Gerçekten de Türkiye’de sosyal yardım alanına ilişkin sosyolojik gerçekliğin bir parçası bu şekilde. Sosyal politika biliminin araçlarıyla bakacak olursak, yardımlar şüphesiz devletin görevidir. Bir kere Anayasa’dan başlayıp, yasalara, yönetmeliklere ve uygulama kılavuzlarına kadar uzanan bir mevzuat çerçevesi var. Bu çerçeve devlete; yoksulun kim olduğunu belirlemeye ilişkin ölçüt getirme, ölçütler ışığında yoksulu belirleme, uygun programları oluşturma, yardım yapacak teşkilatı kurma ve yoksula yardım götürme ve daha sonra izleme görevi veriyor. Dolayısıyla yardım yapmanın devletin görevi olduğu şüpheye yer bırakmayacak kadar açık. Bununla birlikte, yardımların hak olmadığı, hak temelli düzenlenmediği ve uygulanmadığı getirilen eleştiriler arasında. Bunlara ben de katılıyorum. Ancak yardımların hak niteliği konusunda, hak yaratıcılık boyutu göz ardı ediliyor. Ben Türkiye’de yardımların temelleri eksikli, sakat ve zayıf da olsa hak yaratıcı bir biçimde düzenlendiği görüşündeyim. Özellikle yasayla düzenlenen, 65 yaş aylığı, engelli ve engelli yakını yardımı gibi programlarda bu durum daha güçlü. Hak yaratıcılık boyutunu daha güçlü vurgulayabilirsek, bireyin hukuksal yol arayışlarına daha çok katkıda bulunmuş olabiliriz diye düşünüyorum.

BU BAKIŞ AÇISI FARKLILIĞININ ZARARLARI

Bu iki bakış açısı farklılığının, sosyal yardım kararlarının yargısal denetim dışına çıkartılması, çok başlı ve dağınık uygulama yapısı, kolektif sosyal yardım talebinin örgütlenememesi, klientalizme kapı aralaması, yardımların içeriğine dönük kolektif pazarlığa ve temsil ilişkilerine kapalı bir yapı oluşturması, sosyal sınıflar arasındaki ve içindeki ayrışma dinamiklerini güçlendirmesi, sosyal haklar ile en uyumsuz politika bileşeni olması gibi zararları olduğu söylenebilir.

‘SOSYAL YARDIM, SİYASAL BAĞLILIKLAR YARATMANIN PARÇASI OLARAK DEĞERLENDİRİLİYOR’

Türkiye'de özellikle seçim dönemlerinde kampanya süreçlerine katkı yapan sosyal yardımların son dönemde siyasallaştığı söylenebilir mi?

Söylenebilir; hatta sosyal politikanın en çok siyasallaşmış aracı olduğu ileri sürülebilir. Öncelikle sosyal yardım, siyasal bağlılıklar yaratmanın bir parçası olarak değerlendiriliyor. Böyle bir niyet var. Başka ilişkilerle birleşerek yardımlar temelinde kimi bağlılıkların oluşturulabildiği söylenebilir. Yardım alanlar içerisinde, bu klientalist niyeti dışardan ek bir istek ve müdahaleye gerek kalmaksızın kendiliğinden yeniden üreten, “Yardımı alıyorsun, oyunu vermiyorsun; alıyorsan oyunu da vereceksin, vermiyorsun yardımı da alma” şeklinde özetlenebilecek bir eğilimin varlığı kanımca dikkat çekici. Dolayısıyla bu içselleştirilmiş kendiliğinden klientalizm de yardımların siyasallaşmasını besliyor. Tabii konunun bir de ekonomik ilişkiler alanı var. İhale ve çek yöntemiyle oluşan bir sermaye birikimi alanının da yardımları ayrıca siyasallaştırdığının altını çizmek gerekir.

‘YARDIM ALANLARI İKTİDARIN ORGANİK TABANI OLARAK ALGILAMAK SORUNLU’

Sosyal yardım alanların oy verme sürecinde, bu yardımları sağlayan iktidara doğrudan yöneldiği algısı mevcut. Bu ilişki bu kadar bağımlı mı?

Bu yönde çok güçlü bir algı olsa da sanıldığı kadar bağımlı bir ilişkinin var olmadığı, yapılan kimi araştırmalarda görülebiliyor. Kendi araştırmalarımda da gözlemledim. Evet, yardım almak siyasal destek sunmaya dönük önemli geri dönüşleri barındırıyor. Ancak bu sanıldığı kadar mutlak değil. Bir kere, az önce işaret ettiğim gibi, ortada parti ya da şahısları aşan bir devlet algısı var. Buna dayalı bir bilinç biçiminin oluşum halinde olduğuna da değindim. Ayrıca sosyal yardımın ve onun etrafındaki ilişkilerin ideoloji, mezhep, etnisite gibi değişkenler temelinde oluşan siyasal aidiyetleri ve parti bağlılıklarını bütünüyle değiştirebilen bir karaktere sahip olduğunu söylemek de güç. Bu arada, sosyal yardım aktörü de seçilmiş ve atanmışlar temelinde önem taşıyor. Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarınca yapılan yardımlara göre yerel yönetimlerin yaptığı yardımların klientalist etkilerinin daha güçlü olduğunu belirleyebiliyoruz. Ancak yardım alanları, iktidarın organik ve iliştirilmiş bir tabanı olarak algılamak bana göre oldukça güç ve sorunlu.

‘TRAFİK CEZALARININ YARISI SOSYAL YARDIMLAŞMA VE DAYANIŞMAYI TEŞVİK FONUNA AKTARILIYOR’

Sosyal yardımların kaynağı iktidar olarak görülüyor fakat bunların temini her kesimin sürece dahil olmasıyla sağlanıyor. Bunun doğalında böyle olması gerektiği kesimlere nasıl anlatılabilir?

Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu’nun gelir yapısına bakılırsa, kaynağın toplumun farklı kesimlerinin katılımlarıyla sağlandığı görülebilir. Örneğin trafik para cezalarının yarısı, RTÜK gelirlerinin yüzde 15’i, gelir ve kurumlar vergisi tahsilat toplamının yüzde 2,8’i bu fona aktarılıyor. Başka kalemler de var. Öncelikle toplumun kendi içerisinde bir dayanışma bilincinin yeniden yeşermesi önemli. Sosyal politika ve yoksullukla mücadelenin ihtiyaç tespitine göre değil, ihtiyaç esasına dayalı olarak yapılandırılması gerekir. Ayrıca, yardım alanların çalışmaktan kaçan, sözüm ona tembelleşmiş değil, ağırlıklı olarak işsiz yoksul ve çalışan yoksul kesimlerden oluştuğu da bilinmeli. İçlerinde çalışamayanlar, çalışamayacak durumda olanlar, çalışması engellenenler de hayli var şüphesiz. Ancak bu kitlenin çok büyük ölçüde çalışma yaşamına katılma dinamikleri temelinde yardım alıcısı haline geldikleri göz önünde bulundurulmalı.

‘YARDIMLAR YEREL İKTİDARLARIN KANIKSADIĞI POLİTİKA HALİNE GELDİ’

Sosyal yardımların oy verme üzerine etkisi olduğu belirtiliyor fakat bunun net bir şekilde yansımaları ölçülemiyor. Önümüzde tekrar edilecek İstanbul seçimleri var. Sizce sosyal yardımlar bu süreci nasıl etkileyecek?

Evet sosyal yardımlar etkili bir faktör; ancak yardımların toplumda algılandığı ve sanıldığı kadar, iktidarın sürekliliğini açıklayan merkezi bir belirleyen olduğu kanaatinde değilim. Yardımların siyasal destek sağlayıcı klientalist yapısını en çok besleyen etmenler arasında, alınan yardımın sürekliliğine ilişkin belirsizliğe ve gelecek yeni iktidarın elindeki avucundaki yardımı da kesebileceğine dayalı kaygı ve korku unsurları var. Ayrıca çok uzun süreli yararlanmalar var. Yardımlar da artık merkezi iktidar ve farklı yerel iktidarların benimsediği, hatta kanıksadığı bir politika haline geldi. Nasıl ki, yardımından bağımsız düşünemeyeceğimiz bir kitle varsa, yerel yönetimleri de hele ki, İstanbul Büyükşehir Belediyesini yapageldiği yardımlardan bağımsız düşünemeyiz. Bu seçim kampanyalarına giderek daha çok yansıdı, adaylar ve sahada çalışanların sözünü ettiğim kaygı ve korkular konusunda dikkatli bir dil kullandıklarını düşünüyorum ve biliyorum.

‘NAKİT YARDIMLARIN ENFLASYON KARŞISINDA ERİDİĞİNİ UNUTMAMAK GEREKİR’

Dolayısıyla yardımların sona ereceği, kesileceğine ilişkin seçimler temelinde oluşan bir belirsizlik algısı belki görece zayıflamış olabilir. Şayet varsa böyle bir durum aday tercihini değiştirme eğilimini hızlandıracağını ve güçlendireceğini düşünüyorum. Tabii, Türkiye’de özellikle son dönemdeki ekonomik süreçlerin yansımalarının, yardımlarla telafi edilemeyecek nakit açıkları yarattığını söyleyebiliriz. Ayrıca nakit yardımların da enflasyon karşısında eridiğini unutmamak gerek. Dolayısıyla yardımların oy verme davranışını yaratacak etkilerinin zayıflamış olabileceğini hesaba katmak gerekir.

‘HENÜZ BÜTÜNSEL BİR SOSYAL YARDIM YASASI YOK’

Ekonomik tablonun her geçen gün kötüye gittiği Türkiye'de özellikle sosyal yardımlar alanında bu tarihten sonra nasıl bir yol izlenmeli?

Henüz bütünsel bir sosyal yardım yasası yok. Bunu bir eksiklik olarak not etmek durumundayız. Rafa kalkmış kimi çabalar ve koyulan hedefler oldu. Bu kadar geniş bir uygulama alanı bulan, farklı programları barındıran bir alan bütünleşik bir yasa ile düzenlenmeli diye düşünüyorum. Uygulama birliğini güçlendirecek adımlar atılmalı. Bu alanı doğrudan siyasal iktidarlara terk edilmiş bir alan olarak gören bakış açısının hızla bir kenara bırakılması ve karşı siyasallaşma dinamiklerinin sorgulanması gerekiyor.

‘SADAKA NİTELEMESİ TERK EDİLMELİ’

Sadaka nitelemesi hızla terk edilmeli ve yoksulları iktidarla baş başa bırakan değil, arayan giren yeni bir dil inşa edilmeli. Sosyal yardım alanını yargısal denetimin dışına çıkarmaya dönük niyetlerin terk edilmesi gerekir. Bu konuda içtihat yaratıcı emsal hukuksal yol arayışlarına da ihtiyaç var. Damgalayıcı ihtiyaç tespiti süreçlerinden çok, ihtiyaç esasına dayalı bir sosyal politika anlayışının örgütlenmesi gerekir. Bu noktada, yoksullar arasında kolektif temsil ilişkilerini yaratacak ve talep örgütleyecek deneyimler düşünülebilir.