Soru fırtınası, merak yağmuru

Hiç merak ettiniz mi "yağmur yağınca kuşlar nereye gider"… Onu da merak eden bir şair var: Seyhan Erözçelik.

Abone ol

13 Mart, Bartın’da 1962’de doğan Seyhan Erözçelik’in doğum günüydü. Erözçelik, genç denilecek yaşta Ağustos 2011’de 49 yaşında İstanbul’da yaşamını yitirdi.

Şiire başladığından yaşamını yitirdiği 24 Ağustos 2011 tarihine kadar geçen süre içerisinde yayımlanan yapıtlarının bize gösterdiği, onun modern Türkçe şiirde yeni bir şiir modeli geliştirebilen birkaç şairden biri olduğudur. İlk şiirini anneannesi öldüğünde yazdığını (ve aklında olduğunu) söylese de esas olarak ilk şiiri 1982’de Yazko Edebiyat dergisinde yayımlanır. "Düştanbul" başlıklı şiir onun özgünlüğünü, deneyselci tutumunu, geleneğin en ucundan şiire başladığını gösterir. "Düştanbul" numaralandırılmış yirmi bir bölümden oluşan uzun bir şiirdir. Buraya ikinci bölümünü alıyorum:

"Ne san. Bir kentte bir gündüzde

bir düşte. Sarı Japon fincanlarını

diz içine üstüste.

Fincan içre bir iç bu. Fincan içre

bir can. Alttakini çekince,

şan— gırr!

İnsan!

Ne san."

Seyhan Erözçelik, arkadaşlarının bildiği adla "sansar". Ona "sansar" adı neden verilmiştir belki biliniyordur da ben bilmiyorum. Arkadaşları lise yıllarından Serdar Koçak; Şiir Atı dergisini birlikte yayımladıkları Haydar Ergülen, Orhan Alkaya, Ali Günvar, Osman Hakan A, Vural Bahadır Bayrıl… Ama ben bir benzetme yaparak sansarın kemirgen özelliği nedeniyle ona bu adın verilmiş olabileceğini düşünmek istiyorum. Belki de merakı nedeniyle ona bu ad verilmiştir. Çünkü o da adeta hem biçim, hem biçemsel tutumuyla dili, sanırım en çok merakından, kemirerek yazmıştır. Kemirerek dili söküp parçalamıştır. "Yapıbozuma" tabi tutmuştur.

Bana Seyhan Erözçelik’in dil tutumunun, bir tür dil kemirgenliği gibi gelmesinin bir başka nedeni de şiiri dilin dibinden, dilin tortusundan çıkarmasıdır. Onun şiirinin, dili nesneleştiren, söküp dağıtan ve parçaları yeniden bir araya getirerek kuran özelliği başka nasıl açıklanabilir ki.

Ama Erözçelik, yapıtlarında dilin dibine inmekle kalmamıştır. Zamanın da dibine, hafızanın da dibine inmiş; hatırlamış, ama aynı zamanda hatırlatmıştır da… Bu da "Düştanbul" şiirinden on dördüncü bölüm:

"ya da yoksa taş bir plak mı döner sapsarı

ipince bir sesle süzülerek iniyorken yaşlar

masmavi hafız burhan mı ha o mu hafız

burhan mı iki kadeh rakının puslu sularında

kayıklarımızla şıpır şıpır gezerken herkesten

gizli ud damlaları mı düştüler ha ud

damlaları mı düştüler Mı? Raprakı

gözlerden"

Seyhan Erözçelik

Seyhan Erözçelik’in yayımlanan ilk şiir kitabı "Yeis ve Tabanca"dır (1986). Kitap aynı zamanda Şiir Atı yayınlarının ilk kitabıdır. Bundan sonra "Hayal Kumpanyası" (1990) yayımlanır.

Üçüncü kitabı olan "Kır Ağı" aslında şiirlerin yazılış tarihlerine göre ilk şiirlerinden oluşur. Bunun şu açıdan önemi vardır: "Yeis ve Tabanca" şairin daha sonraki yapıtlarında yeniden döneceği, deyim yerindeyse bir "kök şiir"dir. Şairin daha sonraki yapıtlarında yer alan şiirlerinin dalgalarının yayıldığı "merkez üssüdür" denebilir.

Örneğin "Yeis ve Tabanca" kitabındaki "Fal" şiiriyle daha sonra yayımlanacak olan "Gül ve Telve" adlı kitabındaki "Fal" şiiri arasında dilin kullanım biçimi bu ilişkiyi sergiler. İlk dizeler "Yeis ve Tabanca" kitabındaki "Fal" şiirinden:

"İki insan var bu fincanda, biri sensin

Diğeri ince bir kız, tüyleriniz karışmış iyice"

Bu da"Gül ve Telve" kitabındaki “24 Kahve Falı” başlıklı şiirin birinci falı:

"Yan yana üç yol çıkıyor aralarından. Üçü de aynı yere, uzaya

doğru. Boşluğa, temiz boşluğa…"

"Poeta pirate est", şairler korsandır, ama sizden çalmazlar; şairler kimseden bir şey çalmazlar aslında. Korsanlıklarını nerede, nasıl yaşadıklarını anlamak için en iyi yol şiirlere bakmaktır. Çünkü define haritaları şiirlerdir. Başka nasıl yorumlayacağız bu meşhur "poeta pirate est" sözünü. Bu sözü kendisine şiar edinmiş bir şair olarak anılan Seyhan Erözçelik’in şiirsel macerasını…

"Bir insanı kazı, altından ne çıkar? Yumruğun her türle sıkılışı, el sıkışma ve sıkılan birisi."

Bu dizelerde de olduğu gibi, kazır Seyhan Erözçelik, sürekli kazır. İnsanı kazır, insanın çevresini kazır, ilişkilerini kazır… Haydar Ergülen de öyle diyor onunla ilgili yazdığı bir yazıda: "Baudelaire de hafızayı ve gerçekliği ‘yazıldıkça silinen’e benzetir ve onu palimpsest olarak adlandırır. Seyhan’ın yaptığı da budur, hem hatırlamak, hem de onların üzerine yeni hatıralar yazmak. Çünkü şiir de onun için bir ‘hatıralar dükkânı’dır." Hatırlama ve kazımaya örnek şiirlerinden biri de "Erik" başlığını taşır. Zamanın, üstünü kat kat örttüğü bir anının izini süren, bulan; tanık olunan bir cinayetin yıllar sonra hafızanın derinliklerinden alınıp açığa çıkarıldığı bir şiirdir "Erik"…

"Zamk, düşermiş, düştü, düşmüş, dal dalında yürür.

tahtam biçilmiş. Terliyim. Terliyim. Ten ner’de?

Annem ner’de? Tuz, kan, çimen. Durduk. Çocuktuk,

Ter benim. Tahta perdem var. Çekirdek. Ten miyim,

ben miyim? Tuz, kan, çimen. gözden gelen yaş,

dirilmiş, sen misin? Terlemişim. Terledim. Vardım.

Dalın yanmış. Kanar zamk, çekirdek, kanlı ırmak,

Yandı, ben terliyim. Gül yok. Gülün yok. Ben,

Çocuktum. Çekirdek yok. Budak kanlandı.

Dan!"

Seyhan Erözçelik eksilterek, boşluk yaratarak, boşluğu genişleterek şiire yeni olanaklar kazandırır. "1 Mayıs 1977" başlıklı şiiri bunun örneklerinden biridir:

"Cuv! Cuv!

Burnum kanıyor. Abim

üstüme kapandı ve burnum asfalttaymış

(Tabanca sesini yeniden öğreniyorum.)

Asfalt,

kan içinde.

"Abi,

burnum kanadı!"

"Sus,

lan"

On beşimdeyim.

Burnumun kanaması

daha iyiymiş.

Sadece burnum kanasaydı.

-mışş…

Ah, keşke…

İşte böyle.

burnumun kanaması daha iyiymiş"

Biçimsel olduğu kadar biçemsel olarak da kullandığı boşluklar aracılığıyla okuyucuya adeta bir oyun içerisinde "meydan" okuyarak (açarak) yazılmış şiirlerin de şairi olarak görürüz onu. "Arıza" şiirinin de böyle bir yapıda olduğunu düşünüyorum:

"Hisar'da arıza var. Kıyıda Rafet var, Vecdi var."

Seyhan Erözçelik’in hatırlayarak direnme tercihi, şairin şairi unutmaması olarak da yansır. Bu ne demektir? Şairler kendilerinden önce ya da kendi dönemlerinden şairleri izlerler. İzlemelidirler de. Seyhan Erözçelik de öyle yapar. Üstelik yelpazesini alabildiğine açarak yapar bunu. Arkadaşı ve şair kuşağından Nilgün Marmara’yla "bakışımlıdır" elbette ve en çok Oktay Rifat, Metin Eloğlu, Ece Ayhan arasında, bir o kadar da Behçet Necatigil ile Hilmi Yavuz aralığında gezinir… Ama yine de bir aralığa, ‘arasında’lığa sığmayacak bir dil didikleyicisidir o, ‘korsan’ıdır mı demeliyim yoksa.

Türkçe şiirin tarihsel birikimiyle sınırlamıyor kendisini. Belki de bu nedenle Kavafis’ten Mandelstam’a, Yeats’e kadar genişletiyor ilgi alanını. Ama tüm bu şairlerin yanı sıra bir de Yunus Emre

Yeis ile Tabanca

vardır… Onu en alta, "Yeis ve Tabanca" kitabına yaptığı gibi temele yerleştiriyor…

Böyle düşünen yalnızca ben değilim. İşte Mehmet H. Doğan’ın Erözçelik’le ilgili değerlendirmesi: "Ece Ayhan’la Metin Eloğlu arasında gidip gelen, kesmelerle, hece bölmeleriyle, yakın anlamlı sözcüklerle arada bir Necatigil burcuna de uğrayan bir şiir dili…"

Seyhan Erözçelik’in dikkat çeken deneyselciliğinin okul yıllarındaki bütün deneyleri yapıp başka sınıflara deney yapmaya gidişiyle de bir ilişkisi var mıdır? Okulda başka sınıflara da deney yapmaya gittiğini kendisi anlatıyor… (Mühür, sayı 68)

"Ölürken doğmuşum" diye bir sözü var; ben onu "okurken doğmuşum" diye değiştirerek okumaktan yanayım… Çünkü entelektüel bir ilgiyle, merakla beslenen bir şair olduğu daha ilk şiirlerinden itibaren yapıtlarına yansımıştır.

Şiirlerinin şairiyle birlikte bende bulduğu karşılığı "soru fırtınası, merak yağmuru" diye ifade etmemin nedeni budur belki de…

Seyhan Erözçelik’in şiirlerine yaklaşırken aradaki mesafenin kısaltılabilmesi için mutlaka biçimsel ve biçemsel deneyselciliğinin düşünsel arka planında neler olduğunun irdelenmesi gerekir. Şiir deneyiminde görülen dili bozmanın, "yapıbozumuna"uğratmanın elbette ki bir nedeni olmalıdır. Ben bunun aslında entelektüel ve metodolojik bir tavırdan, "yapısökümcülük" ya da "yapıbozum" (dekonstrüktivizm) diye bilinen yönteme duyulan ilgiden kaynaklandığını düşünüyorum. Biraz uzun olacak ama "yapıbozum"la ilgili şu bilgiyi paylaşmak istiyorum.

"Yapıbozum" kavramı özellikle Fransa ve Amerika’da "postgörüngübilim" ve "postyapısalcılık" olarak bilinen eleştirel yöntemlerle birlikte sıkça kullanılan bir kavramdır. "Yapıbozum" yöntemin tarihine bakıldığında, en dikkate değer düşünürünün 1967 yılı içinde üç kitap birden yayınlayan Jacques Derrida olduğu görülür. O nedenle yapıbozumcu yöntem daha çok Derrida’nın adıyla anılır. Yapıbozumculuk, metnin derin yapılarını ayrıştırmayı hedefler.

Başta edebiyat kuramı olmak üzere dilbilim, felsefe, hukuk, sosyoloji, kültür kuramı, mimarlık gibi birçok disiplinde yeni düşünsel açılımlar getirmiştir. Dili yeniden sorunsallaştıran Derrida ve yapıbozumcu anlayışa göre, dil oynak ve belirsizdir. Anlam karşıtlık içinde başka bir anlama gönderme yapmaksızın doğamaz ve anlamın sınırları dilin tarihselliği içerisinde sürekli yer değiştirir. Çünkü göstergeler her zaman başka anlam bağlamlarından geçer, başka anlamlara gelirler, asla “kapatılamazlar”. Bağlamdan bağlama değişen "göstergeler zincirinde" anlam da değişken bir nitelik arz eder.

Seyhan Erözçelik ve Nilgün Marmara

Seyhan Erözçelik’in şiirlerinden herhangi birinin bu bağlamda okunabileceğini düşünüyorum. Örneklemek için şiirlerden alıntı yapmak yerine başta "Vâridik Yoğidik" olmak üzere kitaplarına bakılmasını önereceğim. Ayrıca Vural Bahadır Bayrıl’la yaptıkları söyleşide dile getirdikleri de beni destekliyor: "Ben dünyayı anlamaya çalışıyorum. Bozuyorum, çatıyorum, bozuyorum, çatıyorum, kırıyorum."

Sözcükleri sıklıkla bozmasının, kesme işaretiyle ayırmasının, çocukluğunun mekânına dönerek Bartın ağzıyla şiir yazmasının, dahası Orta Asya topluluklarının dillerinin içinde bir ‘Şaman’ gibi gezinmesinin düşünsel arka planına bu açıdan bakmak gerektiği kanısındayım. Onun esas olarak düşünsel etkilendiğini düşündüğüm "yapıbozumcu" yöntemi biçim ve biçem olarak şiirlerinde uyguladığı görüşündeyim. İlk kitabından itibaren helezonik bir gelişme gösteren dil tutumunu da, üslupla ilgili tavrını da bu yöntemle olan düşünsel ilişkisine bağlıyorum.

Entelektüel ilgisi olan bir şair için (kendisi entelektüel şiir yazmadığını söylüyor ki bence de öyle) verili dilin, dilsel kaynakların yapıbozumu hiç de ilgisiz kalınacak bir yöntem değil elbette. Aynı şekilde, hatıralara yaklaşımını da bir tür yapıbozum yönteminin uygulaması olarak düşünmek mümkün. Kır Ağı adlı kitabındaki çoluk çomak başlıklı şiirini okuyalım:

"Bir gün hepimiz çocuk çoluk çomak oynıy’ca’zz. Birinç! diye haykıran ilk oynıy’cak

* yalanc

ııı"

Ancak Erözçelik şiirinin düşünsel arka planında bir başka güncel düşünsel yöntemin metinlerarası diye bilinen metodolojinin uygulamasının da etkilerinin olduğunu görürüz. Onun şiirlerinde sık sık bir göstergenin başka bir göstergeye yol açtığına-gönderdiğine tanık oluruz çünkü. Bunun yanı sıra gösterenlerin gösterilenler içinde karşılıklı olarak dönüştüklerini görürüz.

Yalnızca Yunus Emre şiiriyle olan etkileşimi, onu yeniden üretmesi bile bu entelektüel tasarımın uygulanması olarak değerlendirilebilir.

"Cam, taş mıdır?

Sırça, taş mıdır?

Camda, toz yok mu

Sırça, kırılmaz mı

Taş, tozlar mıdır?

Tozlar, taş mıydı?

Ya ben,

Taşlaştım mı!

Yüreğim kum.

Hadi cam dökelim."

Bir de "Cıss" başlıklı şiiri var onu da anmadan geçmek istemiyorum:

“Erik ağacının zamkı dökülüyor

Görmedin mi!

Yaprakları acı tatmadın mı!

Hiç, beni,

Dinlemedin mi!

Şimdi yürek yırtılır…"

Ahmet Haşim’in "Göl Saatleri"yle Turgut Uyar’ın "Büyük Saati"ne, orda kuyunun, dilin kuyusunun dibinde olduğunu söylediği saatlere bakmaya çağıran dizelerde de görürüz bu metinlerarası yöntemle olan düşünsel bağını:

"Bir kuyudan görünen yaprakların

Kımıldanışı. Atılan taşlar ve

kırık saatlerle doldurulmuş

sırlı küp. Neyi gömdük?

(…)

havada kasvetin kristalleştiği,

sıkıntılı bir akşam samanı.

Kurşunî saatler! Ne çok sevdik sizi"

Çok okumuş, sindire sindire okumuş ve kendini şiirlerden doğurmuş bir şair olarak görüyorum ben Seyhan Erözçelik’i…

Şiirleri konuşsa da uzlaşmadan yana mesafelidir, gönülsüz görünür… Dilin kullanımı özellikle bunu hedeflemektedir… Uzlaşmak için konuşmaz… Ağzındaki sözü sese dönüştürmek için konuşur.

Son şiirlerinden biri, "Seyhan Erözçelik’ten Siyasi Şiirler" ana başlığını taşır. “Plebisit kararımı beyan ederim” dizesiyle başlayan şiiri şöyle devam ediyor:

"Oy, oyyy...

Oy anam oy!

Oy anama oy, oyyy.."

Seyhan Erözçelik, kendisinin de belirttiği gibi şiirler değil de şiir kitapları yazmıştır. Bunu da şöyle açıklıyor: “Ben aklıma geldikçe şiir yazıp, onları biriktirip, sonra kitap yapmıyorum. Daha doğrusu yapamıyorum. Ben, mimarım. Belki yetiştirilme biçimimden, belki de büyük bir kitaba gitme isteğimden. Kitaplarımı da hep bir fasikül olarak görüyorum. Operanın opusları, parçaları yani. Aslında, opera benim. Naçizane bir insan.”

İşte o kitapları: "Yeis ile Tabanca" (1986), "Hayal Kumpanyası" (1990),"Kır Ağı" (1991), "Gül ve Telve" (1997), "Şehir'de Sansar Var!" (1999), "Yeis" (2002), "Kitaplar"(2003, daha evvel yayımlanmamış şiir kitapları "Kitap, Bitti" ve "Kara Yazılı Meşkler"le birlikte), "Yağmur Taşı" (2004), "Vâridik Yoğidik" (2006), "Pentimento" (2011). Bunlar Türkçe yayımlanan kitapları. Bir de Murat Nemet-Nejat tarafından İngilizceye çevrilen “Rosestrikes and Coffee Grinds" (2010 (Gül ve Telve) adlı kitabı var.

Son olarak onun, dilin altından girip üstünden çıkan bir şair hem de "varmış", "dile varmış" bir şair olduğunu vurgulamak istiyorum.

Unutulmamayı hak ediyor. Doğum gününü kutluyorum…

YENİ ÇIKAN KİTAPLAR

Yanağını tanrıya gösterenin sözü 

Emel Kaya / Veba Sütunu

Daha önce üç kitabı yayımlanan Emel Kaya’nın (1978) Yasak Meyve yayınlarından şiir okuruyla buluşan "Veba Sütunu" dördüncü kitabı. Emel Kaya’nın "Veba Sütunu"nda bir araya getirdiği şiirleri, bazen soru sordurulmayanın, cevapsız bırakılanın, dolayısıyla yasaklanmışın sesi, bazen yanağını haritada gösterenin, bazen yanağını tanrıya gösterenin sözü oluyor… Değişik saldırılara maruz kalan "varoluş" için sesle, sözle siper oluşturmaya çalışan bir kitap olarak kaydediyorum "Veba Sütunu"nu. Şiir okurları, şiir dostları da, ihtimal o ki Emel Kaya’yı ve şiirlerini, eğer şimdiye kadar kayda almadıysalar artık alacaklardır…

Kadın şiirleri yıllığı

Kafekültür yayınları editörlüğünü Halil Gökhan’ın yaptığı "Kadın Şairler Yıllığı 2017"yi yayımladı. Kitapta 22 kadından şiirler yer alıyor. Kitap "sessiz kalmayan tüm kalp ve vicdanlar için" sözleriyle sunuluyor şiir okurlarına ve şiir dostlarına… Kitap, şair kadınların yapıtlarını değil, şiiri bir ifade aracı olarak kullanan kadınların yazdıklarını bir araya getiriyor…

BU AYIN DERGİLERİ

Yasak Meyve şiir dergisinin Mart Nisan 2017 tarihli 85'inci sayısı yayımlandı. Dergide şiirleriyle şu isimler yer alıyor: Tuğrul Tanyol, Gültekin Emre, Mustafa Özturanlı, Betül Dünder, Mahir Karayazı, Emel Koşar, Umut Yalım, Ahmet Şerif Doğan, Cem Özaydın, İdris Sezgin ve Erdal Erdem.

SÖYLEŞİ… ETKİNLİK…

PEN şiir ödülü

Egemen Berköz

PEN Türkiye Merkezi, 2017 PEN Türkiye Şiir Ödülü’nün sahibini açıkladı. Ödül, “İlk kitabı ‘Çin Askeri Ah Devran’dan (1966) başlayarak sarsıcı bir şiir yazan, insanın yalnızlığını toplumsal varlığı içinde değerlendiren, her zaman daha derini yoklayan, fakat bu yoklamayı insanın iç sesiyle yapıyormuş gibi düşündüren, Türk şiirinin 60 kuşağından gelen öncü ismi” olarak değerlendirilen şair Egemen Berköz’e verildi.

PEN Türkiye Merkezi’nin ödül gerekçesinde, "Şiiri kadar çevirileri ve yazılarıyla da edebiyata, şiire, müziğe ve yaşama dingin, usul bir ses katan Egemen Berköz, az yazmasına karşın unutulmaz şiirleriyle de her zaman farklı bir ses olmayı sürdürüyor" görüşüne de yer verildi. Egemen Berköz, ödülünü 21 Mart Dünya Şiir gününde Şişli - Nâzım Hikmet Kültür Evi’nde 18.30 düzenlenecek törende alacak.

Dünya şiir günü bildirisi

Dünya şiir günü bildirisini bu yıl PEN Türkiye’nin şiir ödülüne değer görülen Egemen Berköz kaleme aldı. İşte 2017 Dünya Şiir Günü bildirisi:

"Günümüzde insanlık sömürgeci kapitalizmin elinde usunu yitirmiş görünüyor.

Alevler arasında kalmış bir akrep gibi kendini sokup öldürmek üzere.

Üstünde yaşadığımız gezegenin tüm varlıkları, varsıllıkları yağmalanıyor.

Doğanın dengesi bozuluyor doymayan mideleri doyurmak için.

İnsanlar açlıktan ölüyor yoksul ülkelerde, halklar aldatılıyor, birbirine düşürülüyor.

Ve yalan bulutları yayılıyor milyarlar olan biteni görmesin, anlamasın diye.

Ülkemiz de payını aldı, alıyor elbet bu şeytansı kurgudan.

Kurtuluş Savaşı’yla, kurduğu Cumhuriyetle tüm sömürge ulusların umudu olan ülkemiz bir büyük yalanın tuzağında kıvranıyorsa bugün, ondan.

İşte, bu karabasan ortamında tek umut şiirdedir.

Çünkü bir gezgindir şiir, bir araştırmacıdır.

İnsanın ve toplumun kılcal damarlarında gezinir, en eski çağlardan uzak geleceğe uzanır.

Gerçeği arar.

Bir büyücüdür şiir.

İnsanlığın en büyük varsıllığı dillerin sözcükleriyle güzellikler yaratır.

Çirkinliklere, kötülüklere karşı direnme gücü verir.

Bir bilicidir şiir.

İnsanlara gerçeği gösterir.

Şiir doğruyu söyler.

Yalan bulutları arasından bir ışık parlıyorsa, bilinsin ki o şiirdir."

TÜYAP Bursa Kitap Fuarı

15 yaşına giren TÜYAP Bursa Kitap Fuarı bugün açılıyor. Fuar 26 Mart tarihine kadar sürecek… Fuar süresince düzenlenecek şiir konulu söyleşi ve etkinlik takvimi ve katılacak isimler şöyle:

* "Nâzım’ı Yazanlar" konulu panel bugün saat 15.15’te başlayacak. Çekirge Salonu’nda düzenlenen paneli Güney Özkılınç yönetecek. Konuşmacılar Doğan Hızlan, Turgay Fişekçi, Zeynep Uysal.

* "Şair Burada Ne Demek İstiyor" konulu söyleşi 19 Mart Pazar günü saat 14.30’da başlayacak. Cumalıkızık Salonu’ndaki söyleşiye konuşmacı olarak Haydar Ergülen katılıyor.

* "Bursa Şiirleri" konulu şiir dinletisi 20 Mart Pazartesi günü saat 16.45’te başlayacak. Uludağ Salonu’ndaki etkinliği Nahit Kayabaşı yönetecek. Şiir dinletisine katılan isimler şöyle: Hilmi Haşal, Nuri Demirci, Şaban Akbaba, Halime Yıldız, Nevzat Çalıkuşu, Gülsüm Işıldar, Süreyya Akçay, Yusuf Yağdıran.

* "21 Mart Dünya Şiir Günü" etkinliği saat saat18.15’te Uludağ Salonu’nda. Aydan Ay’ın yöneteceği etkinliğe şu isimler katılıyor: Ahmet Emin Atasoy, Aydan Ay, Barış Erdoğan, Beyazıt Kahraman, Çavlan Gencer, Elif Sorgun, Engin Turgut, Esin Üçüncüoğlu, Fatma Başural, Fügen Kıvılcımer, Gülderen Canyurt, Hasan Uğur Taşçı, Hüseyin Alemdar, İbrahim Hacıbektaşoğlu, İbrahim Tığ, İhsan Topçu, İkbal Kaynar, İlyas Orak, Melahat Babalık, Mustafa Işık, Nahit Kayabaşı, Nazmi Bayrı, Ogün Hakan, Onur Koca, Özay Erkılıç, Rasim Savak, Sevim Yazar, Sevinç Akıncı, Seyyit Nezir, Tamer Tezin, Ümit Öztürk

* Uludağ Salonu’nda 22 Mart Çarşamba günü saat 18.30’de başlayacak "Şiir-Müzik Dinletisi"ni Fehmi Enginalp yönetecek. Etkinliğe şu isimler katılıyor: Gökhan Cengizhan, Kevser Atay, Hilmi Haşal, Şaban Akbaba, Güney Özkılınç, Muhsine Arda, Nebih Nafile, Halime Yıldız, Gülsüm Işıldar, Yusuf Yağdıran, Mustafa Namık Dener, Cüneyt Özkurnaz, Süreyya Akçay, Özgür Koşar

* "Edebiyat: Yoğunlaştırılmış Hakikat"başlıklı söyleşi 25 Mart Cumartesi günü saat 14.30’da başlayacak. Çekirge Salonu’ndaki etkinliğe konuşmacı olarak Murathan Mungan katılıyor.