Sol, sağcıların 'halk' anlatısını ifşa etmeli

Popülist sağ, 'sıradan halkın kucaklaşması' olarak tasvir ettiği politikada esasında etnik olarak saf, kültürel olarak tek tip bir toplumdan söz ediyor. Sol, 'sıradan insanları' cahil ve bağnaz göstermekle suçlanıyor. Oysa sağcı amigolar, seçkinlerle iç içedir. Sol özeleştiri yapmalı ve popülist sağı ifşa edebilmeli.

Abone ol

Gary Younge

Donald Trump’ın işçi sınıfından beyaz Amerikalılara neden cazip göründüğümü ilk anlamaya başladığım zamanı hatırlıyorum. 2016’da, Iowa'daki ön seçimlerden birkaç gün önceydi ve Trump, ünlü vaiz Jerry Falwell'in aynı ismi taşıyan oğlu Jerry Falwell Jr. tarafından Council Bluffs’ta halka takdim ediliyordu. Falwell, kalabalığa Trump’ın özel uçağıyla onu alarak birlikte akşam yemeği yemeye davet ettiğini söylemişti. Şaşalı bir şeyler beklediğini söylüyordu. "Ama ne yaptığımızı biliyor musunuz?" diye sordu kalabalığa. “Wendy’s'e (bir fastfood restoranı) gittik.” Seyirciler onunla beraber gülüp eğlendiler.

O anda şunu anladım: Yedi kişiden birinin yoksulluk içinde yaşadığı ve hane başı ortalama gelirin 47 bin 97 dolar olduğu bu kasabada o spor salonuna gelen birçok kişi, bu New York milyarderinde kendilerinden bir şeyler görüyordu. Hayatı onlarınkine benzemiyor olsa da zevkleri tanıdık geliyordu. Şayet bir gün zengin olsalar -beyaz işçi sınıfı Amerikalıların büyük bir kısmı samimi biçimde bir gün zengin olabileceğine inanıyor- daha önceki seçimlerde oy vermedikleri Mitt Romney gibi bir züppe yerine Trump gibi olabilirlerdi.

SOLUN HATALARI

Sol popülistler seçkin sınıfa sövüp sayarken, çoğunlukla ekonomik ve siyasi güce atıfta bulunurlar. Hedeflerinde, dünyadaki servetin yarısına sahip olan en zengin yüzde 1 bulunur: Gazete patronları, bankacılar, politik bağışçılar ve kurumsal lobiciler; Tony Blair, Clintonlar, Bushlar, Eton kolejinin eski mezunları, Harrow, Oxford, Cambridge, Yale, Harvard, Bullingdon mezunları... Genellikle miras aldıkları kesin ve göreceli bir imtiyaz noktasından, işleri kimsenin denetimine maruz kalmadan yürüten o insanlar... Sol, eşitsizlikler arttıkça demokrasi ihtimalinin zayıfladığına ve dünyayı kendi çıkarları doğrultusunda idare eden oligarşilerin ortaya çıktığına inanır. Bunun ardından, toplum altın kurala göre hareket eder - yani kuralları altını olanlar koyar.

Fakat sağcı popülistler seçkinlere odaklandıklarında, çoğunlukla kültürden bahsederler. Hedeflerinde film yapımcıları, aktörler, konuşmacılar, gazeteciler, “küreselciler”, spiritüeller (maneviyatçılar), bilim insanları ve veganlar; Clintonlar, Hollywood, Londralılar, New Yorklular, Silikon Vadisi, Sussex ve Berkeley bulunur. Sağcılar bu kişilerin, insanların görebildiği ve duyabildiği şeyleri şekillendirdiğini, söyleyebileceklerini de sınırlandırdığını iddia eder. Buna göre bu kişiler, 'sıradan insanları' cahil, bağnaz ve şefkat yoksunu göstermeleri için kanaat önderlerini boyunduruk altına alırlar. Ve her zaman kendi bakış açılarındakine benzeyen gibi 'sıradan insanlar' yaratmaya özen gösterirler. John Kerry’nin rüzgar sörfü veya Barack Obama’nın roka düşkünlüğü, temel değerlerle bir bağlantıları olmadığının kanıtı olarak vurgulanır. “Gerçek Amerika” ya da “sağduyu değerleri” iddialarına yaslanarak, efsanevi bir homojen (tek tip) halka ve kültüre atıfta bulunmaları, yalnızca kozmopolitler, çok kültürlülük ve göçmenler tarafından kuşatılmış olduklarını öne sürme amacı taşır. Sarah Igo’nun ‘Averaged Amerikan’ (Ortalama Amerikalı) adlı kitabında “tipik ve iyi, ortalama ve kusursuz arasındaki garip kayma” diye tasvir ettiği ve “sıradan halkın” kucaklaşması biçiminde maskelenen şey, sonuç itibarıyla etnik olarak saf, kültürel olarak tek tip bir “volk”a (Nazilere atıfta bulunarak, Almanca ‘halk’ anlamına gelir) çağrı anlamı taşıyor.

SOL ÖZELEŞTİRİ VERMELİ

Sol, (sağcılara) üzerinde çalışmak için doğru bir malzeme sunduğunu kabul etmekten daha kötüsünü de yapabilirdi. Harvey Weinstein gibi ünlü bir film yapımcısının, gerçekleştirdiği seri cinsel tacizler ve hakkındaki tecavüz iddialarının ortalığa saçıldığı bir dönemde, nasıl olup da liberal faaliyetlere ve Demokrat Parti’ye büyük bir bağışçı olmaya devam etmeyi başardığı hususunda öz eleştiri vermeden, Trump’ın kadın düşmanlığını kınamak makul görünmüyor. Hillary Clinton, 2016'da Trump destekçilerinin yarısını “bir sepet dolusu zavallı” diye karalarken, Obama, sanayi sonrası dönemi kasabalarda yaşayan “acımtırak” seçmenlerin, “kendileri gibi olmayan insanlara karşı silahlara ya da dinci bağnazlığa tutunmalarının”, “hayâl kırıklıklarını ortaya koymanın bir yolu olduğunu” ifade etti.

Liberal yorumcuların, işçi sınıfının çıkarları konusunda hangisinin en iyisi olduğunu işçi sınıfından daha doğru biçimde anlamak noktasında elverişli bir konumda olduklarında ısrar ettikleri zaman, bu kibri terk etmeye çağrılmaları gerekiyor. Brexit konusunda ikinci bir referandum isteyenler farklı bir sonuç bekliyorlarsa, kimi insanların ilk seferinde ne için oy kullandığını bilemeyecek derecede aptal olduklarını öne sürmekten daha iyisini yapmak zorunda kalacaklar.

Liberalizmin yoksulları dinlemek ve onları güçlendirmekten daha konforlu, ataerkil bir yönü vardır ve bu yalnızca ahlaki açıdan yanlış değildir, aynı zamanda stratejik açıdan kendi kendini yenilgiye uğratmaktır. 2016 yılında Indiana’nın Muncie kentinde tanıştığım bir Trump seçmeni olan Jamie Walsh “Delirmeden önce insanlara daha ne kadar süreyle aptal ve acınası diyebileceğinizi düşünüyorsunuz?” diye sormuştu.

Bu durum kabullenildiğinde ve umarım üzerinde düşünüldüğünde, sol, üç ana akımdaki kültür savaşçılarının samimiyetsizliğini, ikiyüzlülüğünü ve yetersizliğini ortaya çıkarmak ve bunlara meydan okumak için çok daha sağlam bir yere ulaşır. Öncelikle, reçeteleri bir işe yaramıyor. İngiltere, Avrupa Birliği’ni terk etme yönünde oy verdiğinden bu yana daha güçlü ve güvenli bir yer gibi hissetmiyor; buna karşın daha ayrışmış, kayıp ve herkesten daha yalnız hissediyor. “Büyüklüğü” Büyük Britanya’ya getirmese de küçüklüğü Küçük İngiltere’ye geri getirdi. Sözün kısası, birçok kişinin görünürde yaşadığı imparatorluk sonrası melankolisi için yetersiz bir merhem olduğunu ispatlamış oldu. Müslüman ve göçmenlerin insani haklarını ya da kadınların üreme haklarını inkâr etmek, diğer gruplara daha fazla hak sağlamıyor. Teröristler, ellerinde silah olan küçük çocuklardan daha az insan öldürdüğünde ve bunların kahverengi tenli veya bir ‘yabancıdan’ daha çok bir beyaz ve Amerikalı olma ihtimalinin yüksek olduğu durumlarda, “yaşam tarzınız” karşısında oluşan tehdit, yaşamı sürdürme biçiminizdir.

KAPSAYICI VE İYİMSER BİR HİKAYEYE İHTİYAÇ VAR

İkinci olarak, anlatabileceğimiz kapsayıcı ve iyimser yapıda ve zaman zaman mola veren çok daha güçlü ve akla yatkın ulusal hikayelere sahibiz. Obama’nın ilk seçiminde, çok ırklı, çok kuşaklı, ekonomik açıdan farklılıklar barındıran bir koalisyonun, siyah bir Amerikalının umut ve değişim mesajını kucaklamak için bir araya gelmesi, bu duruma iyi bir örnekti. 2012 yılında Trump seçmenlerinin yaklaşık sekizde biri, Obama’yı desteklemişti.

Benzer biçimde, İngiltere’de, 2012’deki Londra Olimpiyatı'nın açılış törenlerindeki veya bu yıl Windrush kuşağındaki* uzaklaşma eğilimi, bu ülke hakkında gerçekten neyin önemli olduğu hususunda daha kapsayıcı bir hikâye olduğunu ortaya koydu.

Son olarak, bu “sıradan halka” amigoluk yapan sağ kanat çığırtkanları, seçkinlerle, saldırdıkları kişilerin hiçbir zaman olamayacağı kadar iç içedir. Kendisi bir yeşilaycı ve birlikte içki içmeyi en çok sevdiğiniz adam olan George W. Bush Eton Kolejliyken, tıpkı Bullingdonlu Boris Johnson gibi sıradan insanları andıran görüntüler vermek zorunda değilken; Trump, günümüz parasıyla babasından 140 milyon dolar gibi bir miras devralmış ve hâlâ servetini kendisi kazanmış bir adam olduğunu iddia ederken, bir şeyler ciddi biçimde yanlış gidiyordur.

Ya da George Clooney’nin, Trump hakkında söylediklerine bakın: “Kentucky’de büyüdüm. Kapı kapı dolaşıp sigorta sattım. Kadın ayakkabıları sattım. Bütün gece boyunca bir içki dükkanında çalıştım. Oldukça bol ve uzun olan takımlar satın alırdım ve kravat yapmak için pantolonun alt kısmını keserdim; bu sayede iş görüşmelerine giderken takmak için bir kravatım olurdu. Artık ‘Hollywood seçkini’ olan ve çişini altın bir tuvalete yapan bu adamın (benim), bir şekilde halktan bir insan olabileceği fikri, benim için yalnızca gülünç olabilir.”

*Windrush Kuşağı; 1948 ile1971 arasında işgücü açığını kapatmak amacıyla İngiliz Uluslar Topluluğu ülkelerinden İngiltere’ye çalışmak üzere gelmiş insanlardan oluşan kuşak.

Bu makalenin aslı The Guardian gazetesinde yayımlanmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)