Siyaset ve müzik

Mazhar Alanson yeni değil, yıllardır sufi gibi olmayı ya da görünmeyi seviyor. Bunu da TV ekranlarında sıklıkla dile getiriyor. İnkar edeceğini sanmıyorum. Belki de bu Yandım Yandım açıklaması da öyle bir sufi görünme çabasıydı. Her dönem bu tür açıklamalar olur, olmuştur.

Abone ol

Mazhar Alanson bir söz söyledi. Her kafadan bir ses çıktı. Üsküdar Belediyesi’nin ev sahipliğinde sahne alan Mazhar Alanson sevilen şarkısı ‘Yandım Yandım’ı nasıl yazdığını anlattı. Şarkısını aslında Kabe’ye yazdığını belirten ünlü şarkıcı Mazhar Alanson, “’Yandım Yandım’ kısmını Medine’de yazdım. Yandım’ı birinci gün not defterime düşüyorum. İkinci gün ‘Ah ki ne yandım’ yazmışım. Şimdi ben nerede yazmış olduğumu söylemesem, şarkıyı size açıklamasam siz onu bir aşk şarkısı olarak dinliyorsunuz. Sonra bana şarkılar söyleten kadın mevzusu olmuş. Mesela ‘Baka baka doyamadım, hem kokladım da’ Kabe’yedir. Ama siz onu dinlerken aşk şarkısı zannedersiniz” dedi.

SIMON&GARFUNKEL BENZERLİĞİ

Demesine dedi ama dedikten sonra sosyal medyada büyük bir tepki tufanı koptu. Çünkü yıllar önce bir TV programında aynı şarkı için Bodrum’dan esinlendiğini söylemişti. O görüntüler günlerce sosyal medya üzerinden yayıldı. Alanson yandaşlıkla itham edildi, bir taraf sahiplendi diğer taraf ise kızdı. Ben bu konu hakkındaki fikrimi kendime saklayacağım, yıllar yılı ne MFÖ müziğini sevdim ne de ondan öncesi olan Mazhar-Fuat ikilisinin müziğini sevdim. O müziği neden sevmedim, tamamen tercih meselesi. Benim için Mazhar-Fuat olarak başlayan ikili bir Simon&Garfunkel kopyasıydı. Kıyafetleri, duruşları hatta onlar gibi beste yapabilme çabalarıyla öylelerdi. Bu benzeme çabası başarılı oldu mu olmadı mı takdiri konunun uzmanları versinler. Çoğu sanatçı ilk çıkış yıllarında birilerine öykünür. Bu durum bizim ülkemizde biraz daha fazla olur. Özgünlükten uzaklık kopyacılığa yatkınlık durumu söz konusu. Türkiye’de her dönemde bunu görmemiz mümkündür. Kimseyi ayırmadan söylüyorum ve yazıyorum. Bu benzerlik Mazhar-Fuat ikilisinin ilk plaklarını çıkardıkları firma olan Yonca Plak’ın sahibi Ergin Bener’e sorulabilir. Mutlaka fikri alınmalıdır diye düşünüyorum. Simon&Garfunkel önemli bir konudur. Çünkü Türkiye’de herkes herkese benzemeye çalışmıştır, inkar da edileceğini düşünmüyorum.

Elbette konu Mazhar Alanson konusu değil. Konu her devirde futbol-siyaset ilişkisi gibi müzik ve siyasetin iç içe geçmesi konusudur. Turgut Özal dönemini hatırlayalım, Demirel dönemini hatırlayalım hatta Tansu Çiller dönemini hatırlayalım. O dönemlerde de öne çıkan sanatçılar bir hayli fazlaydı; 12 Eylül öncesinde Cem Karaca’nın sola, Barış Manço’nun sağa yöneldiği yıllarda olduğu gibi... Cem Karaca’nın Filistin Kurtuluş Örgütü’ne yakınlaşması hatta onlar için şarkı bestelediği ve gelirini örgüte bağışlayacak söylentileri... Barış Manço’nun “Hey Koca Topçu” türküsünü söylerken konser salonuna gelen sağ görüşe yakın insanlar... Ersen ve Dadaşlar’ın meşhur Kenan Evren ve komutanlar önünde verdikleri konser. Edip Akbayram’ın astronomik tekliflere rağmen arabesk söylemeyi elinin tersiyle itmesi gibi duruşlar, Selda Bağcan’ın gözaltına alınması, Cem Karaca’nın sonraki yıllarda bir hiç uğruna sürgüne gitmesi ve ilerleyen yıllarda vatandaşlıktan çıkarılması... Erkin Koray’ın o yıllarda ortada çok görünmeyişi, irili ufaklı müzik gruplarının belki biraz sol çabaları... Moğollar’ın dengeli bir sol söylemi olması ve bunu asla aşırıya kaçmadan ifade etmeleri... En son olarak Ahmet Kaya’nın başına gelenler müziğin aslında bir yanıyla siyasetle ilişkili olduğunu bizlere gösteriyor.

CEM KARACA-BARIŞ MANÇO ÖRNEĞİ

Müziğin politize olması sadece bize özgü değil, dünyanın her yerinde bu örnekler var. Şahsi görüşüm müziğin politize olması şarkıların sözlerini ön plana çıkarıyor ama besteyi geri plana itiyor. Bu durum zaten şarkılarda fazlasıyla sözleri dinleyen ve seven Türkiye’deki dinleyicisi kitlesinin daha da fazla sözü dinlemesine yol açıp müziğin kendisini yani besteyi tabiri caizse güme getiriyor. Barış Manço sağda mıydı? Bence hayır. Cem Karaca solda mıydı? Ona da cevabım hayır. Benim araştırmalarım ve bu konuyla ilgili yaptığım röportajlar sadece her ikisinin de bir tarafta görünmek istediğine işaret ediyor. Bunu ben söylemiyorum, bunu onlara eşlik eden dönemin müzisyenleri zaten dile getiriyorlar. Bir tarafın sanatçısı olmayı “ne olursan ol ama bir yere ait ol” söylemiyle desteklemek de buna dahil. Dönemin ısınan sağ-sol çatışmasında bir tarafa ait olmak daha çok plak yapmak, daha çok konser vermek ve daha büyük bir hayran kitlesi demekti. Öyle de oldu. Ama Cem Karaca bunun bedelini ne yazık ki ağır ödedi. Bambaşka bir tarafa giden sürgün yılları ve vatandaşlıktan çıkma konusunda haksızlığa uğradığı kesin. Yurda dön çağrısı onu mahkum etmeye çalışmaktı, haklı olarak ülkeye dönmedi ve bedelini bir şekilde ödettiler. Hiç hak etmediği şeyleri Almanya’da sürgünde yaşadı. 1980’li yılların başındaki Ses dergisinin bir haberini çok net hatırlıyorum; Haberin alt başlığı; “Barış Manço kulvarında yalnız kaldı”. Cem Karaca’nın zorunlu sürgünü ve Erkin Koray’ın çok da istikrarlı işler yapmaması kendi kulvarında ona istediği gibi yol alabileceği büyük bir otoban açmıştı. O da bunu iyi bir şekilde değerlendirip herkesin en yasaklı olduğu yıllarda neredeyse her hafta TRT ekranlarındaydı. Elbette denetim kurulu ona da kısıtlamalar getiriyordu ama ön planda olan oydu. 12 Eylül sonrası sanıyorum konserleri ve gazino programları en çok artan isimlerden biri oldu. Dönemin Hey dergilerini taradığınızda bunu çok net göreceksiniz. Ayrıca 2 senede bir long play yapma alışkanlığı da devam ediyordu. 1979 tarihli “Yeni Bir Gün” albümünden sonra 1981 tarihli “Sözüm Meclisten Dışarı” albümü sonrasında 1983 yılında “Estağfurullah, Ne Haddimize” albümü, 1985 yılında “24 Ayar Manço” albümü, 1986 tarihli “Değmesin Yağlı Boya” albümü diye liste uzuyor gidiyor. Kendi kulvarında tam bir yalnızlık ve üretim... Üretimin karşılığı elbette ilgi görmek. Bazen duyuyorum; Barış Manço 12 Eylül’de yasaklandı diyenler var. Bunu diyenler gazete koleksiyonlarını lütfen tarasınlar. Böyle bir şeyin olmadığını göreceklerdir. Öyle bir yasaklanma hiçbir zaman söz konusu olmadı. Bunu söylemek Türkye’deki müzik tarihini görmezden gelmektir.

Fazıl Say’ın 3 Ocak 2013 tarihli yazısı aslında tam da buna işaret ediyor:

“Barış Manço, benim hatırladığım, öyle yasaklı filan biri değildi. Hatta TRT’de her gün görürdük, çocuk programları oldu, müzik programları oldu, gezi programları oldu… Hayır, Barış Manço, o dönemde yasaklı biri değildi… Hep gündemdeydi…“Arkadaşım Eşşek” şarkısı yüzündense, zaten bu gülünç bir sebep herhalde… Bence bu bir yasak değil. Bu bir tercih. Tuhaf bir durum. Siyasi bir durum hiç değil.”

12 EYLÜL SONRASI SANATÇILAR NE DEMİŞTİ?

Evet yasaklı olmak ya da olmamak o yıllarda çok önemliydi. Fazıl Say haklı, o dönem böyle bir yasak olmadı. Peki sanatçılar 12 Eylül sonrası neler söylemişlerdi? Göz atmakta fayda var.

Ordunun yönetime el koymasının ardından, Hey dergisi dönemin ünlü sanatçılarıyla görüşerek, konuyla ilgili duygu ve düşüncelerini aktarmalarını istedi. Bakın dönemin ünlüleri 12 Eylül için neler dedi?

Sezen Aksu: Türk silahlı Kuvvetleri ülkemizde her şeyin çıkmaza girdiği bir dönemde yönetime el koymuştur. Bence zamanında ve yerinde bir karar alınmıştır. Halkımıza hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum.

Ferdi Tayfur: İki büyük olayı aynı anda yaşadım. Bir yanda büyük bir üzüntü bir yanda büyük bir sevinç. Cuma sabahı Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ülke yönetimine el koyması bizi sonsuz sevindirirken, haftalık biz gazetede çıkan asılsız bir haber de beni üzdü.

Bülent Ersoy: Son derece memnunum. Çünkü ortam son zamanlarda iyice bozulmaya başlamıştı. Pek tabiidir ki halkın da can ve mal güvenliği kalmamıştı. Bu nedenle ordunun böyle bir harekata girişmesi bir vatandaş olarak beni son derece huzura kavuşturdu. Başta değerli komutan sayın Evren Paşa olmak üzere tüm rütbeli ve rütbesiz büyüklerime arkadaşlarıma teşekkürüm sonsuzdur. Bu arada bir sanatçı olarak benim de bir görevim olursa hemen ifaya hazırım. Türk milletine hayırlı olsun.

Zerrin Özer: Bekliyordum. Çok sevindim. Her gün televizyonda ölüm haberlerini dinleye dinleye çok üzülmüştüm. Halkımıza hayırlı olsun. Toplumun bir ferdi olarak da çok mutluyum.

Emel Sayın: Beni çok memnun etti. Kendi adıma halkım adına olsun yüreklerimize serin sular serpildi. Çok yerinde kararlar alındığına ve alınacağına Türk halkını huzurlu günlerin beklediğine inanıyorum.

İbrahim Tatlıses: Bizim için sürpriz olmadı. Bir atasözü misali her gecenin bir sabahı vardır. O sabahın da her zaman beklenmiş olan güneşin doğmasıdır.

Erol Evgin: Bildiğimiz gibi huzursuluklar ilk önce müzik plak ve eğlence dünyasını etkiler. Ülkemizin kahraman ordusunun emin ellerinde olması gösteri ve müzik dünyamıza da bir rahatlık getirecektir. Yönetimin bir an önce sivil yönetime devredilmesi arzusunu ise her yurttaş gibi hissediyorum.

Darbe sonrasında birkaç sanatçı haricinde herkes halinden memnunmuş bu demeçlerden anlıyoruz. Belki o günlerde rüzgar öyle esiyordu ya da sanatçılar öyle düşünüyorlardı. Bugün bu isimlerle konuşsak belki bu fikirde değillerdir. Ya da belki de o günlerde öyle söylemek zorunda kaldık diyeceklerdir. O günlerin çok da kolay günler olmadığı da çok açık. Kafanıza göre bir şey söylemeniz de çok mümkün değil.

BALYOZ ŞARKISI

Bugünlerde Mazhar Alanson da bu sözleri belki de bir mizansen yaratarak söyledi ya da bilerek söyledi onu da bilmiyoruz. Bana kalırsa Mazhar Alanson yeni değil, yıllardır sufi gibi olmayı ya da görünmeyi seviyor. Bunu da TV ekranlarında sıklıkla dile getiriyor. İnkar edeceğini sanmıyorum. Belki de bu Yandım Yandım açıklaması da öyle bir sufi görünme çabasıydı. Her dönem bu tür açıklamalar olur, olmuştur. Amacı olabilir ya da olmayabilir. Fakat Mazhar Alanson bunu ilk defa yapmıyor; ne zaman yapmıştı? Balyoz planı suçlamasıyla tutuklamaların art arda yaşandığı günlerde Twitter üzerinden bir şarkı yayınlamıştı.

Twitter'da yayınlanan ve kısa bir süre sonra kaldırıldığı 1 dakikalık şarkının sözleri ise şöyleydi:

"Balyoz, balyoz biz napıyoz

Balyoz,balyoz nereye gidiyoz

Sen gez dur, gez dur dur sen

Orada her şey balyoz"

Mazhar Alanson gitar ve mızıka ile çaldığı şarkısını amatör çekim bir video ile çekip yayınlamıştı. Mevlüt Tezel bu yayın üzerine Mazhar Alanson’u arayıp hayırdır, nedir bu şarkı diye telefon açtığını köşesinden yazmıştı. Mazhar Alanson, Mevlüt Tezel’e şarkının hikayesini şöyle anlatmıştı:

"Gırgır, mizah yapıyoruz Mevlüt'cüm... Akşam fazla Balyoz haberi izledim galiba, birden böyle bir şarkı çıktı. Aldım elime gitarı doğaçlama bir şeyler mırıldandım. Yoksa ben öyle özensiz şarkı sözleri yazmam. Ancak şarkı manyak ilgi gördü. Ahmet Hakan, Twitter'da 'Mazhar Baba AK Parti Marşı bestelesin' yazmış gırgırına ama Balyoz herhangi bir tarafa yapılmış bir şarkı değil. Dinlediğin gibi, herhangi bir mesajı yok. Bu şarkıda herhangi bir protesto da yok yani."

Sonuç olarak söylemek istediğim şu; Mazhar Alanson’un son günlerdeki söyleminden daha çok 12 Eylül sonrası sanatçıların yaptıkları açıklamalar benim için daha önemli. Her devir, her dönem kendi özellikleriyle değerlendirilmeli diye düşünüyorum.