Sivil toplumun zor sorusu: Fon alınmalı mı?

Yaşama Dair Vakıf'tan Mehmet Ali Çalışkan, Türkiye’deki siyasetin yürütülme biçiminden kaynaklı “Kamu yönetimi muhafazakar STK’ları desteklerken, AB de seküler STK’ları desteklemiş oldu” diyor. Sivil Toplum Geliştirme Merkezi Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Levent Korkut ise öne çıkan konularda siyaset kadar lobilerin de etkili olduğunu söylüyor: “Lobicilikten kastım sosyal grupların etkisi.” Hakikat Adalet Hafıza Merkezi eş direktörü Murat Çelikkan meselenin şu yönüne dikkat çekiyor: “İnsan hakları alanında çalışmak, gelişmek, hayatını burada sürdürmek isteyenlere bu çalışmalardan kendini geçindirecek paranın da kazanma yolunu açmayı daha eşitlikçi buluyorum.”

Abone ol

DUVAR - Vakıflar Genel Müdürlüğü ile Dernekler Dairesi Başkanlığı’nın web sitelerinde yayınlanan istatistiklere göre, Ocak 2016’da Türkiye’de 108 bin 748 dernek ve 5 bin 14 yeni vakıf faaliyet gösteriyor. Derneklerin yüzde 1,5’i, vakıfların ise yüzde 0,5’i insan hakları ve savunuculuk alanlarında çalışıyor.

Tüm bu faaliyet alanlarında çocuk haklarından mevsimlik işçilere, toplumsal cinsiyet rollerinden pek çok konuya çok sayıda rapor yazılıyor. Bunca içeriğin tarihe not düşmesi açısından önemi olmakla birlikte kamuoyunu ve güncel politikayı ne kadar etkileyebiliyorlar?

Fon kaynaklarının hak mücadelelerine etkisi var mı? Suya sabuna dokunulmayan konular tercih ediliyor olabilir mi?

Fonlara erişme imkanı açısından tüm sivil toplum kuruluşları (STK) eşit şartlara sahip mi? Fon veren kuruluşlar için düşünülen komplo teorilerinin sebepleri neler? Sadece belirli çevrelerin fonları kullandığına dair eleştirilerde haklılık payı var mı?

Diğer taraftan STK’lar ölüm kalım savaşı verirken kaynağa elbette ihtiyaçları var. Handikaplı hale gelmesi neden? Mevcut koşullara göre kimi konuların 'popülerleşmesi' nedeniyle ihmal edilen konular var mı? Misal bağımsız gazeteciler 'popüler konular' dışına çıktıklarında neyle karşılaşıyorlar?

Tüm bu soruları, eleştirileri fon veren ve alan kuruluşlara sorduk.

‘SON YILLARIN FON ALANLARI: İKLİM KRİZİ VE MÜLTECİLER’

Mehmet Ali Çalışkan.

Kimler fon veriyor? Yaşama Dair Vakıf'tan Mehmet Ali Çalışkan yanıtlıyor: “Avrupa Birliği, Birleşmiş Milletler, Dünya Çalışma Örgütü, Dünya Bankası; bütün bunlar fon kaynağı. Çeşitli uluslarası STK’lar, vakıflar da fon kaynağı. Alman Yeşiller Partisi’nin ortaya çıkardığı Heinrich Böll Stiftungı Derneği de bir fon kaynağı. Bütün bunların gündemleri farklı. Biri ekolojiyle ilgileniyor biri yoksullukla ilgileniyor” diyor.

Fon içerikleri daha çok ne oluyor? Konular nasıl belirleniyor? “Konular hem küresel hem de bölgesel konjonktürle belirleniyor. Türkiye açısından son 10 yılın önemli fon alanını mülteci, göçmen hakları projeleri oluşturuyor. Suriye’deki iç savaşın yol açtığı mağduriyet, oradan bir nüfus hareketliliğinin ortaya çıkması ve Türkiye’nin aşırı etkilenmiş olması Türkiye’de pek çok kuruluşu bu alanda çalışmaya sevk etti. Yine başka bir örnek. Küresel olarak ‘iklim krizi’ yaşıyor dünya. Dolayısıyla pek çok fon, son yıllarda yine kaynaklarının önemlice bir kısmını iklim değişikliğiyle mücadele etmeye ya da iklim değişikliğinin sonuçlarıyla uyum sağlamaya yönelik harcadılar” diyerek anlatıyor Çalışkan.

Fonlarla ilgili muhtelif komplo teorileri üretilir. Suya sabuna dokunmayan zararsız konular mı tercih ediliyor?

Çalışkan’ın yanıtı şöyle oluyor: “Fonlar bir proje fikrini destekliyor. Bunun kendi gündemiyle uyumlu olmasını istiyor. Bu meselenin bir boyutu. Bir başka bir boyutu ise daha politik eksende gerçekleşiyor. Türkiye ile Avrupa Birliği arasında çeşitli siyasi tartışmalar, müzakereler yaşanıyor. Bazı konular devletler arasında belirleniyor.”

‘AB KAYNAKLARINI EN ÇOK KULLANANLAR: KENTLİ, EĞİTİMLİ, SEKÜLER STK’LAR’

Bütün STK’lar fonlara erişebiliyor mu peki? “Erişemiyor tabiki de…” diyor Çalışkan ve ortaya çıkan resmi “Avrupa Birliği Türkiye’de seküler STK’ları destekliyor” diye tarif ediyor.

“Tüm STK'ların fonları erişememesinin önünde bir kaç bariyer olduğunu düşünüyorum. Biri fonlara erişmek belirli bir kapasite gerektiriyor. Başvuru süreçleri karmaşık süreçler. Projenin tasarlanması, ona uygun insan kaynağının organizasyonu, bir kurumsal kapasitenin ortaya çıkması, bütçe yönetme becerisi… Dolayısıyla ancak belirli bir kapasitenin üzerindeki sivil toplum kuruluşları bu projelere erişebiliyor. İkincisi politik bir tarafı da var bunun. Eğer bir STK Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne entegrasyonu fikrine politik olarak uzaksa bu fonu reddediyor. Diyelim ki Türkiye’deki muhafazakar STK’lar Avrupa Birliği’ne karşılar ve Avrupa Birliği’nin fon kaynaklarını kullanmayı politik olarak doğru bulmuyorlar. Öyle olunca seküler STK’lar Avrupa Birliği’nin kaynaklarını kullanmaya yatkın oluyorlar. O zaman da şöyle bir resim ortaya çıkıyor: ‘Avrupa Birliği Türkiye’de seküler STK’ları destekliyor.’ Sonuçta finalde ortaya çıkan resim bu. Hatta şöyle söyleyebilirim. Avrupa Birliği kaynaklarına en çok kim ulaşıyor derseniz kentli, eğitimli, vasıflı kadroları olan kapasiteleri yüksek seküler STK’lar ulaşıyorlar. İktidar, muhafazakar dünyayı kendisine kapatarak oradan faydalanma metodunu seçmiş olabilir ama buna karşılık Türkiye’nin seküler dünyası da kendi içine kapanıp orayla temastan uzak durdu. Bu da şu sonuca yol açtı: Kamu yönetimi muhafazakar STK’lara desteklerken AB de seküler STK’ları desteklemiş oldu. Oysa muhafazakar STK’yla işte diyelim Kürt, Alevi STK’sının da bir diyalog içerisinde girmesi ve sivil toplum alanının toplam iyiliği için ortak faydayı bulabilmesi gerekiyor.”

‘SORUN FONLARIN VERİMLİ KULLANILIP KULLANILMADIKLARI’

Bu neye yol açıyor? “O zaman da o STK’lar kendilerine benzeyen topluluğa hizmet götürebiliyorlar. Asıl büyük problemin burada olduğunu düşünüyorum. Burada kaynak veren kuruluşların yeterince özen göstermedikleri kanaatindeyim.”

O halde fonlar belirli çevreler arasında mı kullanılıyor? Pasta paylaşımı gibi değerlendirilebilir mi?

“Bunu bir finansal alan olarak gördüğümüzde bir pasta ve pastanın paylaşılması olarak yorumlayabiliyoruz tabi ki de… Fonların neden açıldığını ve ne işe yaradığını sormamız gerekiyor. Mesela insan hakları alanında düşünürsek bazı mağduriyet yaşayan kesimlerin mağduriyetlerinin azaltılması için bir fon kullanılıyor olabilir ya da o mağduriyetin oluşmasına yol açan devlet uygulamalarının giderilmesi için müzakereler edilmesi için kaynak kullanılıyor olabilir. Bunda sorun yok. Mesele şu: Verimli kullanılabiliyor mu? Ben Türkiye’de büyük etkiler yaratabildiğini düşünmüyorum. Bunun da temel nedeni şu: Fon için başvuran kuruluşlar, fon başvurusunu etki odaklı tasarlamıyorlar. Daha çok performans odaklı tasarlıyorlar. Diyor ki mesela ben bin kişiyi proje yazma konusunda eğittim. Bin kişiyi eğitiyor ve proje başarılı olmuş oluyor. Bu eğitimlerin arkasından biz toplumsal olarak nasıl bir fayda elde ediyoruz onu bilmiyoruz. Bence sorun STK’ların varlıklarını sürdürüp sürdürmemesi değil. Misyonlarını gerçekleştirip gerçekleştiremedikleri.”

Ortaya çıkan raporların, içeriklerin bir işe yarayıp yaramadığını soruyorum Çalışkan’a. Sokağı etkiliyor mu? Örgütlenmeyi, aktivizmi… Şöyle yanıtlıyor: “Bu konuda net bir cevabım yok. STK’lar 'Ürettiğim içerikle neyi değiştirebilirim' sorusunu sormuyor kendisine. Bir raporu kamu yönetiminin kararlarını etkilemek için üretebilirsiniz. Ürettiğiniz raporu oralara taşımanız gerekir. Yine bir rapor yurttaşları etkilemek ve onları bir fikre çağırmak için de ortaya çıkartılabilir. O zaman da yurttaşla konuşacak bir içerik, dil, anlatım ve mecra kullanmanız gerekir ama öyle olmuyor. STK’lar geniş, kapsamlı ama jargonu ağır bir içerik veriyorlar.”

‘GÖNÜLLÜ FAALİYET BİR YERE KADAR, FON BULMANIZ GEREKİYOR’

Levent Korkut.

Fon kaynakları hak mücadelelerini belirliyor mu?  STGM (Sivil Toplum Geliştirme Merkezi Derneği) Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Levent Korkut’la konuşuyoruz. “Tabi ki” diye yanıtlıyor ve şöyle açıklıyor:

“Bu çağda kaynağı olmayan sivil toplum kuruluşunun bir şeyler yapması çok zor. Gönüllü faaliyetleri organize etmek için bile kaynağa ihtiyaç duyuluyor. Tabi ki fon, tek başına en önemli parametre değil, çok fonunuz olabilir, bunu savurursunuz, çarçur edersiniz, ulaşmak istediğiniz amaca yaklaşamazsınız. Amaçladığınız hedef, çalışmanız, düzeniniz önemli. Çalışmaların sürekliliği için sabit kadrolar yani ücretli çalışan gerekiyor. Salt gönüllülük bazında da çalışma yapılabilir fakat iş hacmi yükseldiğinde işin yürütülmesi için tam zamanlı çalışanlara ihtiyaç oluyor. Bunun için ücret ödemek durumundasınız. Kiranız var. Faaliyetleriniz var. Nihayetinde bunları sağlayabilmek için kaynak yaratmak, fon bulmak durumundasınız.”

‘MESELA LGBT-İ İLE İLGİLİ ÇOK SIKINTI ÇEKİLİRDİ’

Fonların verildiği konuların o günün siyasi, sosyal koşullarıyla ilgili bir mesele olduğunu söylüyor Korkut. Baskın konularda ne belirleyici oluyor? Hangi alanlarda yetersiz kalınıyor?

“Ülkenin hak ve özgürlükler alanındaki problemleriyle de ilgili bir mesele. İşte mülteciler, son 5 yılın ağırlık kazanan konusu. Uluslararası fonlara baktığınızda şunu da belirtmek gerekir. Her kuruluş kendi stratejik planları çerçevesinde hareket eder. Burada öne çıkan konular mülteciler, kadınlar, çocuklar olabilir. Siyasi eğilimler ve lobiler de etkili oluyor. Lobicilikten kastım sosyal grupların etkisi. Mesela, eskiden LGBT-İ hakları ile ilgili çok sıkıntı çekilirdi. Artık bir fon penceresi açılmış gibi gözüküyor. Çok kompleks bir şey. Bazı alanlar çok fonlanmayabilir. Hak ve özgürlükler alanında dahi. Mesela yaşlı hakları ile ilgili fazla bir fon bulamazsınız. Fon veren kuruşular genellikle ülke raporlarına bakıyorlar ve öne çıkan konuları seçiyorlar. Kendi ilke ve önem alanları da konuların belirlenmesinde etkili oluyor.”

Korkut, Türkiye’deki STK’ların fonlarının AB’ya adaylık süreciyle genişlemeye başladığını işaret ediyor:

“2000’li yıllardan sonra yeni sivil toplum kuruluşları oluşmaya başladı. 1999’dan sonra AB’ye adaylıkla birlikte fonlar alınmaya başlandı. 2002- 2016 arasında AB fonları 600 milyon Euro’ya yaklaştı. 4500 proje yapılmış bu dönemde. STGM çerçevesinde çok sayıda STK bu fonlarla adını duyurdu.”

‘DÜNYADA FON DAĞITAN HER KURULUŞ TEMİZDİR DİYEMEYİZ’

Korkut kamu fonlarına nazaran uluslarası fonların daha şeffaf bir süreç içerdiklerini anlatıyor:

“Kamu fonlar açısından en büyük problem şeffaf olmaması. Kamunun sivil toplumu fonlamasına ilişkin düzenleme eksikleri var. Şeffaf olmayan bir fon dağıtımı yapılıyor. Kamudan sivil topluma fon akışı ve uluslararası alandaki fon akışı belli ilkeler çerçevesinde düzenlenmek zorunda. Duyuruların açık bir şekilde yapılması, uzman bir ekip tarafından incelenmesi, tüm başvuruların değerlendirilerek notlandırılması ve bu sonuçlara hareket edilmesi gerekiyor. Bizim kamu fonları arasında temel kriterlere uyanlar azınlıkta. Örneğin, AB Başkanlığı fonları bu kriterlere uyuyor.

Fonlara ilişkin komplo teorilerini soruyorum Korkut’a. Şöyle yanıtlıyor: “Dünyada fon dağıtan her kuruluş temizdir diyemeyiz. Fakat, çok sayıda saygın kuruluş mevcut. İsveç Kalkınma Fonu, Hollanda MATRA ve İnsan Hakları programı gibi… Bahsettiğim programlar gerçekten hak ve özgürlükler alanında dünyada prestiji olan fonlar. Bu arada AB fonlarını yabancı fon olarak kabul etmek de tam doğru değil, belli oranlarda Hazine de bu fonları destekliyor.”

‘AZ SAYIDA KURULUŞ SOSYAL ETKİ YÖNTEMİNİ KULLANIYOR’

Liana Varon.

Sivil Toplum İçin Destek Vakfı Koordinatörü Liana Varon, Türkiye’de sivil toplumun özellikle de hak temelli alanlarda çalışan kuruluşların en önemli gelir kaynaklarından birisinin uluslararası fonlar olduğunu söylüyor. “Avrupa Birliği fonları, büyükelçilikler, konsolosluk fonları gibi… Bir de Sivil Toplum İçin Destek Vakfı, Sabancı Vakfı gibi Türkiye’de kurulmuş olup kendi kaynaklarını dağıtan kuruluşlar var. Avrupa Birliği’nden hibe alıp Türkiye’deki kuruluşlara dağıtan Hakikat Adalet Hafıza Merkezi, Hrant Dink Vakfı gibi kuruluşların da sayısı da son dönemde artıyor.”

Varon da diğer kamu fonlarının adil ve eşit şekilde dağıtılmadığını, Avrupa Birliği fonları ya da kendi kaynaklarıyla hibe veren kuruluşların süreçlerinin çok  daha şeffaf bir şekilde ilerlediğini söylüyor.

Donörler verdikleri fonların verimli kullanılıp kullanılmadığını takip ediyorlar mı?

Şöyle yanıtlıyor: “Verdikleri hibeyle ilgili izleme değerlendirme çalışmaları yaparak bu çalışmaların etkisini ölçmeye dair adım atan fonların sayısı artıyor. Bu çerçevede, daha sık kullanılmaya çalışılan bir diğer yöntem ise sosyal etki analizi. Sosyal etki analizi ile ilgili 10 toplantı yapıldı, 100 kişi katıldı gibi çıktıların ötesine geçilerek yapılan çalışmanın, kullanılan yaklaşım ve yöntemlerin ne tür bir etkisi olduğuna dair daha kapsamlı bir resim sunuluyor. Türkiye’de az sayıda donör kuruluş sosyal etki yöntemlerini kullanıyor. Çünkü sosyal etki çalışmaları da oldukça masraflı.. Bu tür çalışmalarda yalnızca fonu kullananın verdiği cevaplar yeterli değil. Bütün faydalanıcı grupların ve paydaşların da araştırmaya dahil edilmesi gerekiyor.”

‘PROJE YAZMAK UZMANLIK GEREKTİRİYOR’

STK’lar fonlara eşit bir şekilde erişiyor mu? Varon, bu konuda bir eşitsizlik olduğunu şu sözlerle anlatıyor:

“Başvuru süreçleri açısından değerlendirdiğinizde bir projeyi yazmak ve uygulayabilmek belli bir profesyonellik seviyesini gerektiriyor. Mesela bu bir AB fonuysa sizin bütün o başvuruyu İngilizce yapabilmeniz gerekiyor. Bu zaten bir grup sivil toplum kuruluşunu, kesimi dışarıda bırakan bir sistem haline geliyor. Daha çok sayıda ve profesyonel insan kaynağı olan kuruluşların fonlara erişimi de daha kolay ya da fazla olabiliyor. Özellikle dernekler, gönüllü temelli çalışan örgütler için bu bir sorun. O gönüllülerin çalıştıkları alana ve ihtiyaçlara dair bir bilgisi var ama proje yazmayı bilmek zorunda değil çünkü bu başka bir uzmanlık gerektiriyor. Sivil Toplum için Destek Vakfı olarak bu tür bir eşitsizliği bir nebze de olsa ortadan kaldırabilmek için Türkçe başvuru formları kullanıyor, başvuru süreçlerini kolaylaştırıyor ve küçük ve orta ölçekteki sivil toplum kuruluşlarını desteklemeyi önceliklendiriyoruz. Çoğu zaman uluslararası donörlerin böyle bir esnekliği göstermesi mümkün olmuyor. Oysa Türkiye’de yerelde faaliyet gösteren, küçük ölçekli ve çalıştığı alanda önemli etkisi olan bir çok kuruluş ya da tüzel kişilik almamış insiyatif, ağlar var. Bunların da fonlara ve bağışlara erişebilmesi bir o kadar önemli.”

‘ÇALIŞTIĞINIZ KONUYU GÜNDEMDE TUTMAK ZORUNDASINIZ’

Son dönemin fon konuları neler?

“Şu an bütün dünyada Covid- 19 salgını ve bu kapsamda verilen fonlar öne çıkıyor. İlk aşamada sağlık ve sağlık çalışanları ile ilgili konular ön plana çıksa da; bu sürecin devamında yoksullukla ve salgınla daha da belirgin hale gelen eşitsizliklerle mücadele konularının da öncelikli hale geleceğini söylemek mümkün. Ülkelerin gündemi doğal olarak fon veren kuruluşların destek verdikleri alanlara ilişkin gündemleri belirlemede de etkili oluyor ancak bu hem sivil toplum hem fon verenler açısından kendi çalıştıkları konuları gündemde tutmak için de mücadele etmeyi zorunlu hale getiriyor. Önümüzdeki dönemde bu konuları gündemde tutabilmek için Covid- 19 bağlamında ele almayı ya da kendi alanınızı gündemde tutabilmek için farklı bir yaklaşım geliştirmeyi gerektiriyor” diyerek yanıtlıyor Varon.

‘POPÜLER OLMAYAN KONULARI KENDİNİZ ÇALIŞMALISINIZ’

Doğu Eroğlu.

Bağımsız gazeteci olarak çalışan Doğu Eroğlu, newslabturkey için verdiği röportajda  şunları söylüyor:

“Alanlarınız, fon veren vakıfların, kuruluşların, sizinle çalışmak isteyen yayınların ilgisini çekmeyebiliyor. Ama onların ilgisini çekmemesi, sizin çalıştığınız alanda habere dair bir şeyler olmadığı anlamına gelmiyor. Bu da bir süre sonra şuna dönüyor; vakıflar ve fon verenler hangi konularda haber talep ederse o konularda haber yapabiliyorsun. (…) Şu anda madenlerle ilgili çalışmak istesem bu konuda çok kaynak bulamayabilirim, çünkü kaynak sağlayıcılar belli alanlarda yoğunlaşmış vaziyette. Çevre meselesi, ekoloji içinde bile çok büyük kırımlar, popüler olan ve olmayan konular var. Popüler olmayan konuları kendiniz çalışmalısınız, kaynak bulmaksızın.”

‘AÇIK TOPLUM VAKFI TÜRKİYE’DE FAALİYETLERİNİ DURDURMAK ZORUNDA KALDI’

Murat Çelikkan.

Hakikat Adalet Hafıza Merkezi Eş Direktörü Murat Çelikkan, düzenli fon veren kuruluşlardan Açık Toplum Vakfı’nın Türkiye’de faaliyetlerini durdurmak zorunda kaldığını hatırlatıyor:

“2017 verilerine göre dünya çapında 25 bin 229 hak temelli çalışan örgüt yaklaşık 3.5 milyar dolar fon kullanmış. Bu, dünyada her yıl ekonomik koşullara bağlı olarak sivil toplum kullanımı için ayrılan fonlar hakkında bir fikir verebilir. Her fon veren devletin, devletler arası kurumun ve vakıfların belli politikaları var. Bir kısmı coğrafya kuralıyla belli bölgeleri, bir kısmı belli temaları fonluyor. Türkiye açısından ise en istikrarlı fon veren kurumlar AB ve AB delegasyonu, Hollanda MATRA programı ve İsveç SİDA fonları. ABD, Kanada, UK de düzenli fon veren kurumlar arasında bu arada. Bunlara çok farklı ülkelerin, vakıfların, konsoloslukların fonlarını eklemek de mümkün. Bir de Türkiye kaynaklı fonlar var: Sabancı Vakfı, Sivil Toplum için Destek Vakfı gibi. Ayrıca kimlerin aldığına bakmamız gereken İçişleri Bakanlığı'nın Proje Destek Sistemi var. Fon dünyası artık sektörleşmiş durumda. Ama fon veren kuruluşlar fonlayacakları alanları, konuları, kurumları seçmek için farklı politikalar uyguluyor. Türkiye sivil toplum örgütleri anlamında zengin bir ülke. Bu nedenle verilen fonların yeterli olduğunu söyleyemesem de fonlar Türkiye’de daralan demokratik alana bağlı oranda daralmadı. Hatta belirli kurumlar açısından arttığını söylemek de mümkün. Ama düzenli fon veren kuruluşlardan Açık Toplum Vakfı’nın Türkiye’de faaliyetlerini durdurmak zorunda kaldığını da unutmayalım. Bir de belki şundan da bahsetmem lazım: Türkiye sivil toplumunu desteklemek üzere kullanılan AB IPA Funding yani Katılım Öncesi Destek Enstrümanı Hibesi 2007-2016 yılları arası için ‘Sivil toplum örgütleri devletle ilişkilerinin bürokratların işbirliğinden korkması nedeniyle tamamen kesildiği ve ulusal fonları ancak hükümeti destekleyen kuruluşlara verildiği' yönünde değerlendirmeleri bulunuyor.”

Konuların belirlenme kriterleri neler? Suya sabuna dokunmayan, zararsız konular seçildiği yönünde bir düşünceniz var mı? 

“Durum ne olursa olsun insan hakları alanını destekleyen fon kuruluşları var. Geçmişte dönem dönem bazı fonların ‘daha az tehlikeli’' alanlara kaydığını gözlemlediğim oldu ama bunu bugün için söylemek zor. Yine de proje destekleyen, fon veren kurumlar genelde bir konuyu 3 yıldan fazla desteklemez. Bu da insan hakları alanında belli konular hakkında sürekli ve devamlı iş yapan kurumları zora sokabilir. Bunun çözümü kurumsal destek almak. Yani bir projeye bağlı olmaksızın bir kurumu destekleyen fonları almak” diye yanıtlıyor Çelikkan.

‘BAĞIMSIZ MEDYA YENİ DESTEK ALANI’

Mevcut koşullara göre günümüzde popülerleşen alanlar neler? Çelikkan “ekoloji ve medya” olduğunu söylüyor:

“Avrupa Birliği son beş yıldır sivil topluma verdiği fonları belirli sivil toplum örgütleri üzerinden yapmayı seçiyor. Bu yöntemle sahaya daha yakın olan STK’ların sahanın ihtiyaçlarını daha iyi belirleyebileceğine; bir fon alan fon veren ilişkisinden çok ortak olarak bir süreci yönetebileceklerine inanıyor. En önemlisi de bugüne kadar projeye bağlı kurumsal destek vermeyen bazı kurumlar artık kurumsal destek vermeye başladı. Dünyada başta demokratikleşme olmak üzere her alanda sivil toplum örgütlerinin rolü de katkısı da giderek büyüyor. En önemlisi totaliterleşen ülkelerde sivil toplum örgütlerine demokrasinin taşıyıcısı ve nüvesi olarak bakılıyor. Bu anlamda son yılların dünyada popüler alanlarının ekoloji, daralan demokratik alan ve medya olduğunu söyleyebilirim. Bağımsız medya örgütlerinin desteklenmesi biraz daha yeni bir gelişme çünkü demokratik alanın daraldığı ülkelerin hemen hepsinde hiç de yerli ve milli olmayan stratejiler güdülüyor. Bu nedenle bağımsız medya da yeni bir destek alanı.”

‘HERKES GEÇİNMEK İÇİN PARA KAZANMAK ZORUNDA, İNSAN HAKLARINDA ÇALIŞANLAR DA BUNA DAHİL’

Belirli çevrelerin fonları kullandığına dair eleştiriler yapılıyor. “Projelik” deniyor. Katılıyor musunuz? Diğer taraftan STK’lar ölüm kalım savaşı veriyor. Kaynağa elbette ihtiyaçları var. Bu iş niye bu kadar handikaplı hale geldi?

“Türkiye’de bu tartışmanın en büyük etkeni sol ve İslami örgütler” diyor Çelikkan ve devam ediyor:

"Üyeleri, yöneticileri soldan gelen sivil toplum örgütleri emperyalist dünyadan veya devletlerden para almak istemiyor. Faaliyetlerini gönüllü temelde yürütmeyi seçiyor. Şu farkla ki aynı tutum içinde olan İslami örgütler kaynak yaratabilirken bu, sol kökenli örgütler için çok daha zor oluyor. Bütün dünyada fon almak için kurulmuş projeci STK’lar var. Ama Türkiye’de bunun etkili olduğunu sanmıyorum. Bu daha çok ideolojik bir sonuç. Ama insan hakları çalışmaları da genel olarak sivil toplum çalışmaları da süreklilik gerektirir. Süreklilik için önemli faktörlerden biri de kaynak. İnsan hakları mücadelesinin tamamen teknik bir alana dönmemesi için, tabana dayalı örgütler ve gönüllü çalışmalar çok önemli fakat artık çok farklı hak temelli çalışma yapan örgüt var. Hem teknik konularda, hem süreklilik gerektiren konularda profesyonel çalışmanın zorunlu olduğuna inanıyorum. Aksi aynen siyasette olduğu gibi insan hakları mücadelesini asli işi olarak benimsemek için zengin olmayı gerektiriyor. Çünkü herkes geçinmek için para kazanmak zorunda. Geçinmek için para kazanmak zorunda olmayanların 24 saatini ayırabildikleri bir iş oluyor insan hakları. Mağdurları ve mağdur yakınlarını bunun dışında tutuyorum. Halbuki bu alanda çalışmak, gelişmek, hayatını burda sürdürmek isteyenlere bu çalışmalardan kendini geçindirecek para kazanma yolunu açmayı daha eşitlikçi buluyorum.

Bugüne baktığımızda zorluklar şöyle: Hala pek çok fon veren kurumun başvuru ve raporlama süreçleri oldukça teknik ve bürokratik. Pek çoğu İngilizce başvuru kabul ediyor. Bunlar da kurumsal olarak daha güçsüz ve daha yeni örgütler önünde bir engel. Ama sadece bu örgütlere fon vermeyi önceleyen fon kuruluşları, STGM ve Sivil Düşün gibi kurumlar, aynı şekilde bir geçmiş deneyimini şart koşmayan European Endowment for Democracy gibi kuruluşlar var. Diğer taraftan bir fon başvurusu açıldığında pek çok başvuru arasından kazananlar yüksek puan alan başvurular oluyor. Burada da kurumsal kapasite, fon başvuru ve kullanma deneyimi etkili oluyor ve haksız rekabete yol açabiliyor. Çok önemli bir hak savunuculuğu alanında faaliyet gösteren bir örgüt daha iyi başvuru yazan bir örgütün gerisinde kalabiliyor.”