Şiiri değiştiren ilk yapıtlar – I

Yayımlandığında büyük yankı uyandıran ve yerleşik şiiri, şiir anlayışını altüst eden, bilahare şiirin yatağını değiştiren, akışı başka bir yöne doğru çeviren, yeni bir dil düzeni, söyleyiş ve duyarlılık getiren kitaplardan, yapıtlardan bazılarını hatırlatmak istiyorum. Değineceğim kitapların çoğunluğu şairlerinin ilk yapıtları.

Abone ol

DUVAR - Hatırlamak önemlidir. Şiir için de öyle. Yayımlandığında büyük yankı uyandıran ve yerleşik şiiri, şiir anlayışını altüst eden, bilahare şiirin yatağını değiştiren, akışı başka bir yöne doğru çeviren, yeni bir dil düzeni, söyleyiş ve duyarlılık getiren kitaplardan, yapıtlardan bazılarını hatırlatmak istiyorum... Değineceğim kitapların çoğunluğu şairlerinin ilk yapıtları. Bununla birlikte ilk olmamasına karşın şiir dağarcığındaki yeri ve öneminden dolayı şairinin ilk yapıtı sayılan kitaplar da var. Ayrıca dönüp geriye doğru baktığımızda kimi şairlerin bir tek şiirinin, kitap kadar etkili olduğunu görüyoruz.

Örneğin Nâzım Hikmet, 1925 yılında Osmanlıca yayımlanan 'Dağların Havası' kitabından sonra, 1928’de Latin harfleriyle yayımlanan ilk kitabıyla hem zamanının şiir dünyasını, anlayışını sarsmış hem de tüm geleneği yıkacak yeni bir şiire açılan yolun ufkunu göstermiştir. 'Güneşi İçenlerin Türküsü' biçimi ve biçemiyle hem kendi zamanına hem de geleceğe yönelik açık ve kesin olarak yeni bir şiir önerisidir. Hatta bir devrimdir diyebiliriz. Zaman Nâzım Hikmet’in önerisinin yanında yer alır. Yüksek sesli, koçaklama olduğu kadar bir ağıt havası da taşıyan 'Güneşi İçenlerin Türküsü'nden bir bölüm okuyalım:

"Ölenler

döğüşerek öldüler;

güneşe gömüldüler.

Vaktimiz yok onların matemini tutmaya!

Akın var

güneşe akın!

Güneşi zaptedeceğiz

güneşin zaptı yakın!"

Yeniden okurken bu şiirin acaba Mustafa Suphi ve arkadaşlarının Karadeniz’de katledilmeleriyle bir ilgisi var mıdır sorusuna takıldım. Şiirin hem ağıt hem de koçaklama havasının da payı var bunda. Ayrıca yazılıp yayımlandığı dönemde şairi etkileyecek, ilham olacak, göndergesini oluşturacak en somut olay 1921’de gerçekleşen TKP liderinin ve arkadaşlarının katliamı gibi görünüyor. Acaba diyorum ve soruyorum: Merak etmeye değmez mi?

Macerası anılmaya değer bir başka öykü de Edip Cansever’le ilgilidir. Onun öyküsünü ilgi çekici kılan, henüz yolun başındayken tek bir şiirle yarattığı etkidir.

Edip Cansever'in bir kitap değil de bir şiiri ilk yapıtı olarak kabul edilir. Şairin “Masa Da Masaymış Ha” adlı şiiridir bu. Söz konusu şiir, şairin 1954’te yayımlanan ikinci kitabı 'Dirlik Düzenlik'te yer alan ilk şiirdir. Yayımlandığı günden bugüne yalnızca şairinin değil, modern Türkçe şiirin de başyapıtlarından biri olarak kabul gören 'Masa Da Masaymış Ha' şiirinden kısa bir bölüm aktarıyorum:

"Üç kere üç dokuz ederdi

Adam koydu masaya dokuzu

Pencere yanındaydı gökyüzü yanında

Uzandı masaya sonsuzu koydu

Bir bira içmek istiyordu kaç gündür

Masaya biranın dökülüşünü koydu

Uykusunu koydu uyanıklığını koydu

Tokluğunu açlığını koydu.

Masa da masaymış ha

Bana mısın demedi bu kadar yüke

Bir iki sallandı durdu

Adam ha babam koyuyordu."

Başa dönelim, daha başa. Genel kabule göre modern Türkçe şiirin öncüsü sayılan Ahmet Haşim’e… Haşim’in Osmanlıca şiir geleneğinin ve döneminin şairlerinin yörüngesinden çıkarak bir arkadaşının verdiği Fransız şiir antolojisinden tanıdığı Fransız sembolistlerinin etkisinde yeni bir şiire yöneldiğinin, gelecekte şiirinin başka bir istikamete doğru akacağının işaretlerini verdiği ilk yapıtı “Şi’ri Kamer” adlı dizi şiirleridir. Bu şiirler 1926’da yayımlanan ikinci kitabı “Piyale”de yer alır. Kısa bir örnek sunalım:

"Pûşîde kadınlar, bu kamer gözlü kadınlar,

Hep hâtıralardır ki geçen günlere inler.

Hep hâtıralardır ki ziyan ufku sararken,

Sessizce gelir hepsi gezer rûhumu birden…"

Ancak modern Türkçe şiirin bir başka kanadı daha vardır. Onu da Tevfik Fikret’ten başlatmak mümkün. Yayımlandığında ve sonraki zamanlarda etkisi büyüyen, unutulmazlar arasına giren şiir kitaplarından biri de Fazıl Hüsnü Dağlarca’ya aittir. 1940’ta yayımlanan ve Dağlarca’nın 1935’le 1939 yılları arasında yazdığı şiirleri bir araya getiren 'Çocuk ve Allah' da aslında şairin ikinci, ama en ünlü kitabıdır. Dağlarca’nın ilk kitabı da “Çocuk ve Allah” kadar olmasa da sonraki zamanlarda kendi şiir çizgisi açısından ikinci kitabı kadar önemlidir. Ancak 'Çocuk ve Allah'ın modern Türkçe şiirdeki yeri ve önemiyle büyüklüğü bir başkadır… Şairin ellerine bakarak çocukluğunu andığı, anlattığı “Bu Eller miydi” başlıklı şiir, aynı zamanda kitabın da ilk şiiridir. O şiirin ilk betiğini anımsayalım:

"Bu eller miydi masallar arasından

Rüyalara uzattığım bu eller miydi.

Arzu dolu, yaşamak dolu,

Bu eller miydi resimleri tutarken uyuyan."

Yeri gelmişken belirtelim. Modern Türkçe şiirin serüveni, aynı zamanda modern Türkçenin de serüvenidir. Çünkü modern Türkçenin cumhuriyet rejiminin de desteğiyle yazı dili olarak gelişip yayılmasında şairlerin üstlendiği rolün, bugünden bakıldığında ne kadar büyük ve önemli olduğu daha açık biçimde görülüyor. Üç genç şair otuzlu yılların sonlarına doğru yayımladıkları şiirlerle dikkat çeker. Modern Türkçe şiirde gerçek anlamda devrimci bir girişim başlatan şair Nâzım Hikmet’in mahpus olduğu, İkinci Dünya Savaşı’nın şehirleri yakıp yıktığı, hayatları kâğıt gibi tutuşturduğu yıllardır.

Oktay Rifat

Tarih 1941’i gösterirken üç genç şair birlikte bir kitap yayımlar. 'Garip' adını taşıyan kitapta Orhan Veli, Oktay Rifat ve Melih Cevdet Anday’ın imzası ve şiirleri yer almaktadır. 'Garip' aynı zamanda bu üç şairin ilk kitabıdır. Bir dalganın da adı olan garip, şiirde Nâzım Hikmet’ten sonraki ilk büyük sıçrama ve değişimdir. Garip dalgası şiiri hem içerik, hem biçim hem de biçem açısından kalıcı olacak şekilde değiştirir. Kitap 1945 yılında, yalnızca Orhan Veli'nin imzası ve şiirleriyle yeniden basılır. 'Garip'in önsözünde “sorun bir sınıfın gereksinimlerinin savunmasını yapmak olmayıp yalnızca beğenisini aramak, bulmak, sanata onu egemen kılmaktır” denilir. 'Garip'in ortak şairlerinin şiirlerinden örnekler vermek istiyorum. Şu dizeler Orhan Veli’nin 'Güzel Havalar' adlı şiirinden:

"Böyle havada âşık oldum;

Eve ekmekle tuz götürmeyi

Böyle havalarda unuttum;

Şiir yazma hastalığım

Hep böyle havalarda nüksetti;

beni bu güzel havalar mahvetti."

Bu da Oktay Rifat’ın aynı kitapta yer alan 'Manzara' adlı şiiri:

"Küçük bir lavanta çiçeği

Sarışın arı

Ve alabildiğine gelincik

Düşünmeden sevdiğimiz bu anda

Birdenbire başlayan gökyüzü"

Kitabın diğer şairi Melih Cevdet Anday'dan da 'Ölmüş Bir Arkadaştan Mektup' başlıklı şiiri okuyalım:

“Eskisi gibi yaşıyorum

Gezerek, düşünerek

Yalnız biletsiz biniyorum vapura, trene

Pazarlıksız alışveriş ediyorum

Geceleri evimdeyim, rahatım yerinde

(Bir de sıkılınca pencereyi açabilsem)

Ah... başımı kaşımak, çiçek koparmak

El sıkmak istiyorum arada bir.”

'Garip' şairleri şiiri büyük ölçüde değiştirirken dönemin şiir ortamını da büyük ölçüde etkileri altına alırlar. Şiir artık Garip tarzında yazılırsa şiir olmaktadır. Ancak başka türlü şiir yazan ve gelecekte şiir tarzlarıyla etkili olacak isimler de vardır. Ahmed Arif, İlhan Berk, Behçet Necatigil ve Attilâ İlhan gibi… Saydığımız dört şair de o dönem yayımladıkları ilk ya da şiir değeri açısından ilk sayılan kitaplarıyla şiire önemli yenilikler getirirler, farklı açılar kazandırırlar. Ahmed Arif’in 1940’la 1955 yılları arasında yayımlanan şiirlerini bir araya getiren kitabı, şair olarak ünlendikten yıllar sonra 1968’de yayımlanır. 'Hasretinden Prangalar Eskittim' adıyla yayımlanan kitap, şairin ilk kitabıdır ve uzunca bir süre de tek kitabı olarak kalır… Kitaptan 'Sevdan Beni' başlıklı kısa şiiri paylaşacağım:

“Terketmedi sevdan beni,

Aç kaldım susuz kaldım,

Hayın, karanlıktı gece,

Can garip, can suskun,

Can paramparça…

Ve ellerim, kelepçede,

Tütünsüz uykusuz kaldım,

Terketmedi sevdan beni...”

Daha sonra 'şiirin Evliya Çelebisi' olarak adlandırılan İlhan Berk, Nâzım Hikmet’in etkisinde yazdığı ve kısa süre içinde hızla uzaklaştığı şiirlerden oluşan ilk kitabı “Güneşi Yakanların Selamı”nı 1935’te yayımlar. Ancak onun da gerçek anlamda şiir tarihindeki yeri açısından başlangıç yapıtı bir sonraki, 1947’de yayımlanan 'İstanbul' kitabıdır. Toplumcu gerçekçi şiirin etkisinde olmakla birlikte kendine özgü dil ve imge seçimi; söz ve dize düzeni; biçim, biçem ve teknik özellikleriyle “İstanbul” yeni bir şiir çizgisine yönelik işaretler vermektedir. İlhan Berk’in gelecekteki şiirinin gizilgücünü ortaya koyan bir kitaptır 'İstanbul'. Kitaptan bir betik okuyalım:

“İşte kurşun kubbeler şehri İstanbul”dasın

Havada kaçan bulutların hışırtısı

Karaköy çarşısından geçen tramvayların camlarına yağmur yağıyor

Yenicami Süleymaniye arkalarını kirli bir göğe vermişler

Hiç kımıldamıyorlar

Ayasofya elleriyle yüzünü kapamış bütün iştahıyla ağlıyor”

Başından sonuna kadar tek başına kalan, şiir çizgisini derinleştiren, ama değiştirmeyen, salt bu özelliğiyle bile modern Türkçe şiirde önemli bir yer edinen şairlerden biri de Behçet Necatigil’dir. Onun şiirleri için her şeyden önce duygu, duyarlılık, ama en az onlar kadar, hatta daha fazlasıyla teknik başarı demek yanlış olmaz. Şiir işçiliğinin öneminin örneklendiği, şiir tekniği konusunun ders niteliğinde olduğu bir okuldur Necatigil şiiri. Şiire çalışan çalışkan bir şiir arısı olmuştur. Behçet Necatigil’in ilk kitabı “Kapalı Çarşı”daki “Misafir” başlıklı şiirinden alıntıladığım şu üç dizede hem şiir anlayışındaki farklılığı, yeniliği görebiliyor hem de tüm şiir birikimine damgasını vuran sesini duyabiliyoruz…

“Çocukları vardı,

Oynamışlar, yorulmuşlar bütün gün,

Köşede uyumuşlardı.”

İkinci Yeni dalgasına kadar ilk yapıtlarıyla şiirde büyük değişiklik gerçekleştiren şairlerden biri de Attilâ İlhan’dır. Kırklı yıllarda Nâzım Hikmet’in etkisinde gelişen şiir anlayışı toplumcu gerçekçiliğe yakın düşse de İlhan, biçim ve duyarlılık, ses, ritim, imge yönünden hem döneminin şiirinden hem de sonraki zamanlardaki gelişmelerden etkilenmeden kendi kişisel çizgisini, anlayışını sürdürecektir. Güncel ve tarihsel gelişmelere karşı reaksiyoner, sosyal sorunlarla ilgili içerik ve temalarıyla ayrıksı bir kanal oluşturmuştur. Modern Türkçe şiirin bohem, romantik kanadının ilk ve en önemli temsilcisidir. Daha sonraki taklitlerinin arabeskleştiğini de belirtelim. Attilâ İlhan şair olarak adını CHP’nin 1946’da verdiği şiir ödülünü almasıyla duyurur. İlk kitabı 'Duvar' 1948’de yayımlanır. Kitapla aynı adı taşıyan şiirden bir bölüm okuyalım:

“yüzündeki deniz parlaklığıyla durur hatıramızda

o çocuk yumruklu dev o dev yumruklu çocuk

o zaman mayıs'tı yağmurlar başımızda

bir cumartesi akşamı girdi kapımızdan

gözlerinde kıpkızıl diken diken öfkesi

adeta birden bire aydınlandı zindan

onu böyle görünce nasıl da korkmuştuk

sapından fırlamış bir balta gibi çehresi

ve omuzlarında delikanlı gölgesi”

Attilâ İlhan da alıntılanan dizelerde görüldüğü gibi ilk şiirinden son şiirine kadar ritmi, ezgiyi önemseyen, söz dizimi, özellikle görselliğin yoğunlaştığı imge yapısıyla, biçim ve biçemiyle dikkat çeker. Döneminin etkilerinden bağımsız biçimde, tek başına yeni bir şiir kurmuş ve geliştirmiştir.

Modern Türkçe şiirin Fransız sembolistlerinin etkisiyle Osmanlıca şiirden kopan Ahmet Haşim’le başlayan yenileşme ve değişme sürecinin ilk yapıtlar üzerinden İkinci Yeni dalgasına kadarki zaman dilimi içinde izini sürmeye çalıştık. Sonraki dönemi aynı bakış açısıyla incelemeyi gelecek yazıda sürdürmeyi düşünüyoruz.

İlhan Berk

SÖYLEŞİ… ETKİNLİK…

'MIŞ GİBİ YAPAN' FESTİVAL

İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin desteğiyle ilki 2015 yılında 'Edebiyat Özgürleştirir' sloganıyla düzenlenen Uluslararası İzmir Edebiyat Festivali’nin ikincisi 15 Eylül-14 Ekim tarihleri arasında gerçekleştirilecek. Etkinliğin bu yılki sloganı 'Edebiyat Barıştırır'. Festivale basınla paylaşılan programa göre Suriye asıllı Lübnan uyruklu ve yaşamını Fransa’da sürdüren şair Adonis (Ali Ahmet Sait Eşber) ve Özdemir İnce, onur konuğu olarak katılacak.

Etkinlikleri sekiz ilçeye dağıtılan Uluslararası İzmir Edebiyat Festivali’nin direktörlüğünü Haydar Ergülen, editörlüğünü Mahmut Çınar üstlenmiş. Programda belirtildiğine göre Türkiye’nin yanı sıra etkinliklere Fransa'dan, İtalya’dan, Polonya’dan, Suriye’den, İspanya’dan, Bosna Hersek’ten, Azerbaycan’dan, Yunanistan’dan, Kuzey ve Güney Kıbrıs’tan şair ve edebiyatçılar konuk olacak. Etkinlikler kapsamında paneller, söyleşiler, şiir okumaları, dinletiler ve atölyelerin yanı sıra tiyatro oyunları da sahnelenecek.

İzmir Homeros’tan bu yana şair kenti olarak da bilinir. Uluslararası edebiyat festivali de yerinde bir girişimdir. Ancak basınla paylaşılan etkinliklerle ilgili programda bazı önemli eksiklikler soru işareti oluşturuyor. Barış konulu uluslararası bir edebiyat festivaline günümüzde savaşın en önemli coğrafyası olan Suriye’den yalnızca bir şair çağrılırken Irak’tan konuk olmaması dikkat çekici. Savaşın tüm şiddetiyle yaşandığı Kürt coğrafyasından gelen konuklar arasında olması beklenen, ama programda adını göremediğimiz şairler de var.

Örneğin “barış bildirisi”ni imzaladığı için Mardin Artuklu Üniversitesi’nden atılan akademisyen ve şair Selim Temo’nun etkinliğe çağrılmamış olmasını hem şaşırtıcı hem de düşündürücü bulduk. Temo, Türkçe ve Kürtçe yayımlanan yapıtlarıyla tanınıyor. Savaşın sürdüğü ya da etkilediği başka coğrafyalardan; Latin Amerika’dan, Güney Afrika’dan da etkinliğe davet edilen şair ya da yazar yok. Barış konusunun seçildiği etkinliğe, gerçekten barış isteyen, bu nedenle bedel ödemek zorunda kalan daha çok sayıda edebiyatçı ve şairin katılımı sağlanabilirdi. Uluslararası, barış konulu ve bir ay sürecek bir etkinliğin programının çok daha kapsamlı olması beklenirdi. Bu görünüm ancak, gerçekten barış yanlısı şair ve edebiyatçının eser sayıda çağrıldığı bir uluslararası edebiyat “festival”i (şenliği) olsa olsa “mış gibi yapan” “festival” olur dedirtiyor…