Şiirde kalıcılığın ölçütü yenilik

Gezi sürecinden, toplumsal olduğu kadar kültürel bir direniş deneyiminden de geçmiş şiirin sözünü, sesini bugünkü zamanın ötesine geleceğe taşıyacak bir genç oluşum var mı? Şiirin gençliğini, gençliğin şiirini kuşbakışıyla değerlendirmek istedik.

Abone ol

Sözün bir iktidarı var. İktidarın dili olduğu gibi dilin de bir iktidarı var. Şiirde de iktidar önemli. Çünkü şiirde iktidar olmak sözün ve dilin iktidarına da sahip olmak anlamına geliyor. Sözün iktidarı genel olarak sözün çapını da belirliyor. Şiir üstünde egemenlik (dil, düşünce, duyarlılık, biçim, biçem sorunları vb.) bir yandan da dil üstünde egemenlik anlamını taşıyor. O yüzden şairler arasında, şair kuşakları arasında edebiyat tarihine yön veren çapta tartışmalar gerçekleşmiştir. Kendisinden önceki kuşakla tartışmadan var olabilmiş şair kuşağı yoksa eğer, nedenini biraz da buralarda aramak gerekir… Nâzım Hikmet de, Garipçiler de, İkinci Yeniciler de, sonrakiler de; belki “düşük yoğunluklu” çatışmış olan seksen kuşağı şairleri bile, ancak mevcut olanla, yerleşik anlayışla çatışarak, çarpışarak var olma olanağı bulabilmişlerdir. Yeni kuşakların mevcut olanla çatışmasını, bir önceki ya da daha eski kuşakları “aşındırma”, “eskitme” çabası diye tanımlamak da olası.

Şairler hırçın oldukları için değil elbette, sözlerinin özgürlüğü ve özgünlüğüne sahip çıkmak için göze alıyorlar bir tür “baba oğul” çatışmasına benzetebilecek olan kuşaklar arası mücadeleyi. Tarih bize gösteriyor ki şiirde tartışan, yeni düşleri ve düşünceleri olanın kazanma ihtimali var! Kazanmaktan kasıt kalıcılaşmak tabii ki!

Öte yandan anamalcı anlayış kültür, sanat, edebiyat alanlarına olduğu gibi şiir ortamına da abanma, müdahale etme uğraşı içinde olmuştur hep. Bu yöndeki girişimlerini de ısrarla sürdürmüştür. Bugün artık müdahalenin boyutları değişmiş, girişim olmaktan çıkmış; şiir hayatının gerçeğine dönüşmüştür. Marx’ın ünlü, “Kapitalizm gölgesini satmayacağı ağacı keser” sözü harfi harfine gerçeği yansıtıyor bugün olup bitenlere bakınca. Şiir ortamına uygulayarak yorumladığımızda da durum Marx’ın dediği gibi. Yayınevleri satmayacak şiiri basmıyor, ödül jürileri, vasfı piyasaya önerecekleri şiir anlayışına uyan isimleri ödüllendiriyor. Antolojiler, yıllıklar, seçkiler de yerleşik şiir beğenisini sorgulamayan, kabullenen, yeniden üreten anlayışı yansıtıyor. Çünkü her şeyden önce kültür endüstrisinin koşullarına uyumluluk önemli. Kültür endüstrisi hazır kalıplara uygun üretimi destekliyor.

Çünkü kültür ve sanatın diğer alanlarında olduğu gibi şiirde de yerleşik yaklaşım hegemonyacı. Kendisinin dışında kalana alan bırakmayı kabul etmiyor.  Değişmenin, farklılaşmanın, çeşitlenmenin, zenginleştirmenin karşısında… Tüm bunlar yerleşik olana yönelik tehdit olarak görülüp önlemeye çalışıyor.  İşleyişi daha iyi anlamak için alttaki temel düzeneğe bakmak gerekiyor belki de:  Modern Türkçe şiirin değişmesi, farklı eğilimlerle, anlayışlarla zenginleşmesi, çeşitlenmesi kültür endüstrisinin yapısına ve çarklarının döndüğü istikamete uygun değil.

Öte yandan, geçmişten günümüze aktarılan deneyimlerden biliyoruz ki hayatın her alanındaki iktidarı olduğu gibi şiirdeki değişmeye karşı duran sistemi de, onun ürettiği anlayışı da hegemonyacı yaklaşımı da gerileten, oyunu bozan, tekere çomak sokan mücadele hiçbir zaman eksik olmamıştır. Bu kendine, düşüncelerine, duygularına yaşam alanı açmak üzere mücadeleyi göğüsleyen cesur karşı çıkış da çoğunlukla gençlerden gelmiştir.

Bugün durum nasıl? Gezi sürecinden, toplumsal olduğu kadar kültürel bir direniş deneyiminden de geçmiş şiirin sözünü, sesini bugünkü zamanın ötesine geleceğe taşıyacak bir genç oluşum var mı? Şiirin gençliğini, gençliğin şiirini kuşbakışıyla değerlendirmek istedik. Elbette şiirde gençliğin biyolojik yaşla belirlenecek bir durum olmadığının bilincindeyiz. Unutmuyoruz, İlhan Berk doksan yaşında yazdığı şiirlerle modern Türkçe şiirin en genç şairi olduğunu göstermişti. Ancak kuşaklar üzerinde konuşmayı kolaylaştırıcı bir yönü var biyolojik yaş dilimlerinin. Biz de buna dayanarak günümüz şiirinin sesine, sözüne kulak veren isimlerle konuştuk. Günümüz şiirinin kuşbakışı nasıl göründüğünü betimlemeyen görüşlerini aldık… Düşüncelerini paylaşan isimlerden biri Ali Özgür Özkarcı. Özkarcı yayıncı, editör, şair; Duvar dergisinin sorumlu yazı işleri müdürü, Edebi Şeyler Yayınevi'nin kurucusu ve yöneticisi. Görüş aldığımız bir diğer isim de Utku Özmakas oldu. Özmakas, şiirle ilişkisini eleştirmen olarak kuran biri. Şiir eleştirmeni sıfatını hak ettiğini, “Şiirimizde Milenyum Kuşağı” adlı ilk kitabıyla kanıtlamış bir isim. Özmakas, ikibinli yılların ilk on yılını içerden biri, aynı kuşaktan biri olarak inceledi. Onun, bugün artık gençlik yaşını aşan “milenyum kuşağı”nın şiirine ilişkin saptamalarının, değerlendirmelerinin genel hatlarıyla hâlâ geçerliliğini koruduğunu da belirtelim. Ayrıca şu da var: Utku Özmakas’la, uzun bir aradan sonra yeni bir kuşağın, içerden, kendi kuşağından bir eleştirmenle bütünleştiğine tanık olduk. Artıları eksileriyle önemli bir deneyim bugünden geriye bakıldığında… Ancak hayat gibi şiir de, gençlerin şiiri de, tartışmalar da devam ediyor.  

Şunu da biliyoruz ki şiirde sesi, sözü, dili yeni olan; yeni düşleri, düşünceleri olan kuşaklar kalıcılaşıyor…

Saptayabildiğimiz kadarıyla otuz yaşın altındaki şairlerin şiirleri henüz bulutsu görünüyor. Bu kuşağın şiiriyle ilgili net konuşmak için henüz erken. Ali Özgür Özkarcı’nın poetik eğilimlerine göre gruplandırdığı isimlere yelpazeyi biraz daha açarak belki başka birkaç isim daha eklenebilir. Ancak iki bin yirmilere yaklaşırken son on yılın şiirinde yenilikçi ana damar olarak tarif edebileceğimiz bir oluşum biçimlenmiş değil. Ali Özgür Özkarcı’nın “parçalı modern” adlandırmasıyla dikkat çektiği gençlerin yaşamları, düşleri, umutları, acıları ve sevinçleri üzerinde rol oynayan maddi koşulların da etkisini unutmamak gerekiyor elbette…

Bir kez daha vurgulayalım: Şiirde gençliğin sesini, sözünü; şiirin gençliğiyle birlikte tanımaya, anlamaya, yorumlamaya yönelik bir kuşbakışı amaçladık… Şiirin geleceğinde var olacağını düşündüğümüz kimi isimler saptamaya çalıştık. Bu da önemli olmalı. Varlık dergisi tarafından verilen Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülü’nün bu yılki sahibi olan Mehmet Özkan Şüküran bu isimlerden biri örneğin. Şüküran henüz yirmi iki yaşında. Yirmi iki yaş günümüz şiiri için hayli erken bir yaş… Mehmet Özkan Şüküran, üstelik adını ödülle duyuran biri de değil. Daha önce şiirlerini Evrensel Kültür dergisinde yayımlamış bir isim. Şüküran’ın, şiirin geleceğinde nasıl bir rota izleyeceği gözlemlemeye değer. Şiirin lirizmini eğip bükmek yeni kuşak için en belirgin eğilim Utku Özmakas’ın da saptadığı üzere. Ancak lirizmden kaçmanın nereye varacağı, nasıl sonuçlanacağına ilişkin belirmiş bir tavır yok henüz.

Bu yaş grubundan şairlerin bizim saptayabildiğimiz kadarıyla görünmelerini sağlayan, seslerinin duyulmasına aracılık eden; bu amaçla bir araya gelerek kurdukları yayınevi, yayımladıkları dergi yok… O nedenle şimdilik yansıyan bir kuşak görünümden söz etmek zor…

ALİ ÖZGÜR ÖZKARCI: ŞİİRDE SON KUŞAK MELEZ

2000 sonrası için konuşmaya başlandı epeydir. Üzerine kitaplar da yazıldı (Erhan Altan, Sıfırlı Yıllarda Şiir, 2014, 160.kilometre; Utku Özmakas, Şiirimizde Milenyum Kuşağı, 2008, Pan). Ama bu kuşak üzerinde henüz uzlaşılmış değil. Zaten uzlaşılmış bir kuşak var mıdır bir zamanlar olsa da, artık uzlaşmak zordur. Neden artık zor. Çünkü parçalı modern yaşamın getirisi, kamusallığın da birden fazla öbeğe ayrılmasına yol açıyor. Kapitalizmin üretimdeki rekabetçi ve çeşitlilik yasası işliyor çünkü.

Garip, İkinci Yeni, Toplumculuk üstünde uzlaşılan şeylerdir. Ama maalesef öyle bir bütünlük çağında değiliz, bu yüzden de ihtilaf  bakidir. Bu nedenle, 80 sonrasında gelişen, ortaya çıkan şiir ile ilgili kesin tanımlamalar yapmak pek mümkün değil. Herkes kendi beğenisi etrafında konuya dahil oluyor, bu da normal elbette.

“Milenyum” erken ama eksik bir tanımlamaydı. Erhan Altan ise yazdığı kitap değerli olmakla birlikte, kuşağı kuşatmayı salt “deneysellik” tanımıyla örtüştürdü. Oysa deneysellik bir sıfattır. Modern şiir içinde gelenekçi bir yığın şiirin, poetikanın; üslupsal aşkınlaşma için deneyselliği uğrak noktası yaptığı pekâlâ gözlemlenebilir.

İkinci Yeni’nin artçı şokları günümüzde de devam ediyor. Ama melez bir lirizm ile… Toplumcu- lirik, ironik lirizm ya da modern lirik şiir olarak. Eğer son 15 yılın bakiyesi içinde bir yenilikten bahsedilecekse, anti lirizm tespiti daha doğru bir tanımlama olur. Bu kuşağı belirleyen en esaslı kırılma noktası, anti lirik şiir ile lirik şiir arasındaki ayrımdır. Anti lirik şiir; gözlemin, bilginin somut halinin, güncelliğin anlatımsal tekniklerin başkalaşmasını içeren, rastlantısal ve yerleşik imge kuruluşuna ters bir noktada duran bir şiir olarak karşımızda duruyor. Bu nedenle bu şiire, deneysel gerçekçi veya deneysel somutçu şiir demek mümkün. İşte çetrefilli yer burası. Erhan Altan’a itiraz ettiğim yer de burası. Çünkü bu kuşak içinde, “deneysellik” başlığı altında, kendinden önceki şiirin sesi, imgesi ve atmosferi ile oynayan bir şiir ile de karşılaşıyoruz. Bu şiiri deneysel gelenekçi veya deneysel imgeci şiir olarak tanımlamak mümkün. Eğer bir paradigma değişikliğinden bahsedeceksek, bu şiirin “2000 sonrası” diye tanımlanan şiir içinde, “gerçekçilik” temelinde ayrıştırıcı bir rolü olabilir. Bunun dışında, modern Türkçe şiirin büyük geleneği içinde, son 60 yıldır hâkim olan imgesel tekniklerin başkalaşmasına eklemlenen türdeş ve ayrıksı birçok şiir sayılabilir, sayılmalıdır da. Soruşturmanızın kapsamı dışında olduğu için, aslen 2000 sonrasında çıkan anti lirik şiirin altını dolduran şairleri sayamıyorum. Ama bu şiirin artçı etkilerinin 2010 sonrasında sürdüğünü görüyoruz. 2010 sonrası için de en önemli sürdürücü etken, 80 sonrasında görmezden gelinen, güncelliğin şiirin merkezine yerleşmesi olgusudur. Ama bu “son” kuşak, biraz da melezleşme ile ortaya koyuyor kendini.  Modern şiirde olağan bir durumdur bu. Önce aşırı bir aşkınlaşma gerçekleşir, sonra ise melezleşen, sentezleştirici şiiri içeren ardıl kuşak gelir. Soruşturmanızın karşılığı da burası zaten.  

Bu iki çatallaşma içinde yani anti lirizm ve modern lirik şiir ayrımında, 2010 sonrasında her iki kanalda da “iyi şeyler” olduğunu söylemek lazım. İsim saymak ne denli önemlidir bilinmez ama esas alınacak parametrenin birden fazla şiir kitabı yayımlamış genç şair olmasının daha doğru olacağı kanaatindeyim.

2010 sonrasında yazılan şiirin, tavırsal bakımdan bir olguya eklemlendiğini görmek lazım. Bunlardan birincisi, eğlenceli ironik bir lirizmdir. Bu nedenle de belki de en çok baktıkları şairlerden biri Metin Eloğlu oldu. Diğer tarafta ise, mizahın (humorun) şiirde ikinci yeni ile harmanlanan “yeni” bir yeraltı damarı belirgin. Mesela bu şiire, Kaan Koç’u sayabiliriz. Ama eğer “saçma”laşan güncel ve fantastik bir kesit arayacaksak şiirde, Mehmet Davut Özdal’ı ve İlker Şaguj’u unutmamalıyız. Ama “olay” odaklı bir şiirden bahsedeceksek, son dönemin gerçekçi şiirini yazan birini arayacaksak, güncelliği dönüştüren genç bir damardan söz edeceksek, Rıdvan Gecü rahatlıkla söylenebilir. Son olarak, ne gerçekçi güncellik ne de eğlenceli lirik şiirlere eklemlenen bağımsız ama arada bir yerin şiirini yazan bir şaire rastlamak istiyorsak, Nazmi Cihan Beken unutulmamalı. Ama madem 86 ve sonrası doğumlular için yapılıyor bu soruşturma. Şair olmasa da, eleştirmenliği, dergiciliği ve çevirmenliğiyle Utku Özmakas hiç unutulmamalı.

Elbette son aşamada, bu şairlerin ve pek tabii saymadıklarımın da modern Türkçe şiirin içine nasıl bir enerji ile yayılacaklarını kestirmenin zorluğunu belirtmeden geçmeyeyim.

UTKU ÖZMAKAS: ANTİ LİRİK DURUŞ

Edebiyat tarihi, tıpkı büyük “T” ile Tarih gibi bir mücadeleler alanından ibarettir. Bugün verili ya da nesnel saydığımız bilgilerin bu mücadelenin tarihinde “galip” gelmiş olduğunu göz ardı etmek, kolektif  hafızanın yorum tekeline kapılma riskini doğurur. Edebiyat söz konusu olduğunda bu yorum tekeline kısaca “gelenek” diyoruz. Harold Bloom’un dediği gibi, “Gelenek sadece nesilden nesle bir geçiş ya da yumuşak bir aktarım süreci değildir; aynı zamanda geçmişteki deha ile şimdiki yönelimler arasında bir çatışmadır.” Şiir özeline gelirsek, bu diyalektiği harekete geçiren Hegel’in tabiriyle “olumsuzun emeği”nden, yani genç şairden başkası değildir. Kanondaki majör iktidarlar, ardından gelenleri kendine benzetmeye çalışarak yerlerini tahkim etmenin derdindeyken, genç şairin burada başı sonu belli yekpare bir pozisyonu yoktur. Hatta genç şairler arasında bile birden çok konum söz konusu. Bir kısım, bu davete icabet edip önce onaylanmanın ve ardından da takdir edilmenin hazzıyla edebiyat yaşamını kısa hafızanın kollarına teslim eder. Oysaki burada “onaylanan” kendisi değil, ona uygun görülen role nasıl da böyle kolay uyum sağlayabildiğidir. Fanon olsaydı buna “sömürgenin, sömürgecisine duyduğu aşk” diyebilirdi! Sıfatı bütün olumlu çağrışımlarıyla hak eden “genç” şairlerse geleneğe karşı isyan etmenin, onunla çatışmanın, ona belli bir mesafe almanın hakiki ve “sağlıklı” bir ilişkinin yegâne yolu olduğunun farkına varmışlardır.

İşte, 2000’lerde başlayan tartışmanın esastan özeti buydu: Donuk bir imgeciliğin, deneyden bihaber bir şiirin çeşitli açılardan kristalleştirdiği geleneği kendine temellük etme çabasına karşı genç şairin itirazı… Bu itirazlar, sanki lirik şiir dün sabah bulunmuş gibi “Bunlar yüzyıl önce yapıldı” gibi altı boş iddialarla başlayıp “Bunlar şiir mi?” gibi trafik kontrolörlüğüne kadar uzanan geniş bir cevaplar yelpazesi çerçevesinde görmezden gelinmeye çalışıldı. Öyle ki bu şiiri anlatmaya yönelik çabalar “bir dönem şiirini tek bir eğilim etrafında şekillendirme çabası” denerek indirgendi. Halbuki, bugünün sahih genç şiirinin yolunu açan, tam da o günkü mücadeleydi. Bu yalnızca dilsel ya da estetik bir mücadele değildi; aynı zamanda tarihin havını tersine tarayanların ortaya bir iddia koyma çabasıydı da. Bu nedenle de kültürel sermayesini geleneğin belli bir yorumundan edinen majör iktidarların ilk tepkisi genç şairi ve iddiasını küçümsemek olmuştu. Bugün üzerinden on yıl gibi kısa bir süre geçmiş olmasına karşın Gezi’de üretilen dilden ve sloganlardan görüyoruz ki kazanan o günün genç şairi oldu.

Bugün genç şairin milenyum kuşağından devraldığı temel tavır, antilirik duruştur. Lirik şiire karşı verilen mücadele daha da genişleyip derinleşti; çünkü bu şiirin tam da muarızını suçladığı şeyle malul olduğu görüldü.

Bu şiirin edebiyat çatısı altında alternatif bir modernlik anlatısı üretip üretmeyeceğini ise zaman gösterecek; çünkü henüz ufukta bunu deneyen bir çaba görünmüyor. Anti lirik duruş ve söyleyiş, şimdilik epeyce bireysel bir hatta sıkışmış halde. Bu da genç şairin sürekli “ben” etrafında dönen, ama bu “ben” olumsallıklardan mülhem bir kurgu değilmiş, toplumsal ve ideolojik bir karşılığı yokmuş gibi davranmasına neden oluyor.

Bu anti lirik duruş en çok ironi, parodi ve pastişte kendisini dışarı vuruyor. Elbette, ironi ve parodinin günümüz şiirinde böylesine yoğun bir şekilde kullanılmasının orta sınıf sinizmiyle ilişkisini kurmak çok zor değil. Yine de anti lirik yaklaşımı ironi ve parodiyle sınırlandırmayan, estetik olduğu kadar toplumsal bir iddiası da olan bir şiir kurulması ihtimali her zaman ortada.

Peki,  2000’lerin genç şairi artık orta yaşları sürmeye başladığına göre bugünün genç şairinin mücadelesi nerede başlayacaktır? Öncelikle dilsel bir konformizm tehlikesinin kapıda olduğunu söylemek lazım. Milenyum kuşağının kendinden önceki hazır kalıplara açtığı savaşın bir parçası olarak gelişen söyleyiş ve tarz, bugün genç şair için hazır bir kalıba dönüşebilir. Bu dille hesaplaşmadan ve bu dile baş kaldırmadan genç şairin yeni bir dil kurması mümkün olmadığı gibi, kendi sosyolojik gerçekliğinin içinde boğulma tehlikesini bertaraf etmesi mümkün değildir. Benzer bir durum teknik için de dile getirilebilir. Teknik, salt bir biçim olarak alınıp dönemiyle ilintisi kesildiğinde bir cürufa dönüşür. Bugün, genç şairin kapısının önündeki asıl tehlike, kolay çoğaltılabilirmiş gibi görülen söz konusu teknikle hiç hesaplaşmadan çekiciliğine kapılmak, bunu bir şablona dönüştürmektir.

YENİ ÇIKAN KİTAPLAR

Bir ilk kitap Gül Rengini

Varlık yayınları 2016 Yaşar Nabi Nayır Şiir Ödülü’nü alan Mehmet Özkan Şüküran’ın” Gül Rengini” adlı dosyasını kitaplaştırdı. 1994 doğumlu Şüküran bir grup arkadaşıyla bir süre Fora adlı fanzini çıkardı ve ilk şiirlerini burada yayımladı. Şiirlerini daha sonra yalnızca Evrensel Kültür dergisinde yayımlayan Şüküran, kitabın ön kapağında yer alan sunuşunda geçmişle hesaplaşmanın önemine dikkat çekiyor. Şiirlerinde geçmişle hesaplaşma teması ön planda görünüyor. Zamanla “Kabuk bağlamayan yaralar” için kullanıyor sözünü, geleceği kontrol altına almak için tarihle yüzleşmeyi önkoşul saymanın önemini sezdiriyor…  gül rengini dört bölüm başlığı altında toplam on altı şiirden oluşuyor. Kitapta yer alan bölüm başlıkları “Mebde”, “Labirentler”, “Fecir” ve “Laminarya” olarak sıralanıyor.

Yaprak Öz’ün 4. Kitabı Yitik Ülke’den

İlk şiir kitabı “Fırtına Günlüğü” 2006’da yayımlanan Yaprak Öz’ün yeni kitabı “Eski Saat Tik Üak” Yitik Ülke Yayınları'ndan çıktı. “Eski Saat Tik Tak” Öz’ün okurla buluşan 4. kitabı. Daha önce “Şiirli Müzik Kutusu” 2009’da yayımlandı ve bu kitabıyla Cemal Süreya Başarı Ödülü’ne layık görüldü. Üçüncü şiir kitabı “Bir, İki, Üç Gökyüzü” ise 2012 yılında yayımlandı. Yaprak Öz özellikle yurtdışındaki şiir etkinliklerine katılımıyla da dikkat çeken isimlerden. Yaprak Öz’ün şiirleri Yunanca, Makedonca, Sırpça, Bulgarca, Romence ve İngilizceye çevrildi. 1973 doğumlu olan öz’ün “Eski Saat Tik Tak” kitabı 2012- 2015 yılları arasında yazdığı şiirlerden oluşuyor. Kenisi de yabancı çağdaş şairlerden birçok şiiri çevirerek Türkçeye kazandırdı.

KISA... KISA…

Beş günlük şiir festivali

Nilüfer Belediyesi Bursa’da Uluslararası Nilüfer Şiir Festivali düzenliyor. 2-6 Kasım tarihleri arasında gerçekleşecek festivalde Türkiye ve yurtdışından toplam 17 şair çeşitli etkinliklere katılıyor. 

Kentin on farklı noktasında düzenlenecek olan şiir festivali etkinliklerinde modern Türkçe şiirinin önemli ismi Behçet Necatigil’in doğumunun 100. yılı da kutlanacak.

Beş gün sürecek festival programında şiir okumaları, film gösterimleri, gezi ve söyleşiler yer alıyor.

Uluslararası Nilüfer Şiir Festivali’ne, Hans Thill, Ryan Van Winkle, Marc Delouze, Tara Skurtu, Darjia Zilic, Zoe Skoulding, Zafer Şenocak, Ahmet Telli, Hüseyin Yuttaş, Orhan Alkaya, Deniz Durukan, küçük İskender, Karin Karakaşlı, Hilmi Haşal, Ülkü Tamer, Emel İrtem ve Birhan Keskin katılıyor.

Festivalin önemli etkinliklerinden biri de  “Kelebeğin Rüyası” isimli filmin gösteriminin yapılması…

Salâh birsel unutulmadı

İzmir Karşıyakalılar şair ve denemeci Salâh Birsel’i unutmadılar. Karşıyaka Belediyesi düzenlediği “Salâh Birsel: Karşıyakalı Bir Şair” konulu şiir etkinliğinde ünlü denemeciyi edebiyat severlere anımsattı.

Etkinliğe katılan isimler ve konuşma başlıkları şöyle: Erkan Karakiraz “Salâh Birsel’de Yergi ve İroni Kardeşliği”, Semiha Taş Özenç “Salâh Birsel'in Karşıyaka Şiirleri”, Jale Birsel “Anılar ve Salâh Birsel’in Kasap Oyunu Şiiri”, Veysel Çolak “Salâh Birsel: Karşıyakalı Bir Şair”