'Şiddete dair kafamızda mitik bir hikaye oluşmuş'

Şiddet döngüsünden çıkamayan kadınlara nasıl yaklaşmak gerekir? Misal öznelerin tepkilerinden ziyade esas konuşulması gereken şeyler neler? Kimi yorumlarımızın, tepkilerimizin failin sorumluluğunu sıfırlayan yönleri var mı? “Bir kadın onu öldüresiye döven, bedeninde iz bırakan birine nasıl dönebilir!” tepkisi örneğin. Ona ulaştığım gün 5harfliler.com ’ da hikayesini bir mahlasla yazmıştı. İşin aslı yazıdan bile haberim yoktu. Sonra “Bu yazıdaki benim” dedi.

Abone ol

DUVAR- Bir kadın sadece bir kadın değil. Aynı şekilde bir erkek de sadece bir erkek değil. Kimse sadece göründüğü değil.

Karakter dediğimiz bir deniz gibi düşünülürse eğer ona ulaşan onlarca akarsuyu da hesaba katmak gerekir. Kişiyi yaratan gelenek, din, kültürel alışkanlıklar, sorgulanması yasak olan tabular, ahlaki yargılar hemen hepsi aslında gördüğünüz sandığınız kişide.

Hükmedenin bakış açısını içselleştirmiş olabilir miyiz? Kimi yorumlarımızın, tepkilerimizin failin sorumluluğunu sıfırlayan yönleri var mı? 'Bir kadın onu öldüresiye döven, bedeninde iz bırakan birine nasıl dönebilir!' tepkisi örneğin.

Şiddet döngüsünden çıkamayan kadınlara nasıl yaklaşmak gerekir? Misal öznelerin tepkilerinden ziyade esas konuşulması gereken şeyler neler? Şiddet gören kadınların da kültürel, geleneksel, eril zihniyetten apayrı yerde olmadıkları unutuluyor olabilir mi?

Çekingen, hassas, vefalı büyütülen kız çocukları. Sıkıca tembihlenen yığınla yargı. Öyle kolayca sıyrılabildiğimiz şeyler mi?

Kendi adıma çok şey öğrendiğim, tanıdık gelen yerlerde soru sormaktan ziyade sustuğum bir röportaj oldu. Ona ulaştığım gün 5harfliler.com’da hikayesini bir mahlasla yazmıştı. İşin aslı yazıdan bile haberim yoktu. Sonra “Bu yazıdaki benim” dedi. Aslında tesadüf değil. Bu detay bizim için ayrıca önemli. Adı bende saklı olmakla birlikte, tercih ettiği mahlas olan Deniz Morağaç’la konuştuk.

5harfliler.com için yazdığın yazıda ( http://www.5harfliler.com/annemin-maskesi-sakladigi-cehresi/ ) annenin hikayesini ve tabi senin de onla birlikte yaşadıklarını paylaşıyorsun. Ordan başlayabiliriz seni dinlemeye. Daha da doğrusu ilk soru olmasın.

Nerden başlayabilirim… Annem ve babam boşandığında en başından itibaren evliliği sürdüremeyen, kötü ve beceriksiz olan o kabul edildi. Hemen her boşanmış kadının tecrübesi de bu yöndedir.

Ben ilkokuldaydım. Annem bir yandan bana bakmak istiyor. Ama içten içe beni de suçluyor. Çünkü her şeyin üstüne bir de ben kaldım başına. Öfkesini, çaresizliğini bana aktarıyordu kimi zaman. Çocuk olarak bunları hissediyorsun. İlla cefakâr, fedakâr anne rolüne girmeye gerek yok. Neden öyle hissettiğini, haklı tarafları olduğunu bugün gayet iyi anlıyorum.

Bekar olduğu süreçte tanıdığı ve tanımadığı pek çok erkeğin sözlü ve fiziksel tacizine uğradı, bunların bir kısmına çok küçük yaşta ben de şahit oldum. Ama ya kendisi ya da bu olaydan haberdar olan herkes bunların üstünü kapadı, çünkü hem dul hem genç hem güzel, el alem ilk onu suçlar korkusu vardı. Tabii bunlar yaşanırken dışarıda çok modern, sevilen bir aileyiz. “Cahiller, bunlar görmemişler…” Öyle bir şey de yok. Bunun okumuşlukla, gün görmüşlükle alakası yok. Şiddet hepimizin hayatına farklı biçimlerde giriyor. Gün içerisinde annem sürekli fiziksel şiddet görüyor değildi. Senin orada fazlalık olduğunu, kusurlu olduğunu, ne yaparsan yap her şeyin elinde kaldığını, yalnız bir kadın olduğunu, bir tehdit oluşturduğunu sana bir şekilde hissettiriyorlar ki bunların hiçbiri gerçeği yansıtmıyor. Şiddet her zaman yumrukla, tekmeyle, hakaretle, küfürle gelmiyor. İknayla, iyilikle de gelebiliyor.

Annem için ikinci kez evlenmek bir çıkış yoluydu. Pek çok genç kadında olduğu gibi. Toplum seni bir erkeğin himayesi altında kabul edince sana değil de o erkeğe saygısından daha farklı bir tavır takınıyor. Annem yavaş yavaş her şeyi arkasında bırakmak durumunda kaldı. Sonunda pişman olup geri dönmek istediğinde de tüm kapılar yüzüne kapandı, o da bu döngüden kurtulmanın yolunu hayatına son vermekte buldu. Neyse ki hayatta kaldı ama yüzünde kalıcı bir deformasyon oluştu. Ondan sonra hayatı daha da zorlaştı. Hep kendinden utandırıldı, hep yüzünü gizlemek zorunda hissetti. Eskiden güzel olduğu için ona dik dik bakanlar bu sefer de yüzündeki maske yüzünden ona dik dik bakar oldu. Toplumdan yana pek bir şey değişmedi yani.

'YARGILARLA MÜCADELE ETMEKTEN MESELENİN ESASINA GELEMİYORSUN’

“Şiddet her zaman yumrukla, tekmeyle, küfürle gelmiyor. İknayla, iyilikle geliyor” dedin. Bu pratikte nasıl yaşanıyor? Evveliyatı nereye uzanıyor?

Bir kadın olarak doğduğunda senin zaten kişisel bütünlüğün adım adım parçalanıyor. Doğduğun andan itibaren o kadar çok yargıya, o kadar çok inanca maruz kalıyorsun ki… Bunların hepsi şiddet. İkna etme de şiddete giden yolun bir taşı. Annem denediğinde, çalışmaya gittiğinde, evden kaçtığında bunların hiçbirinde onu döve döve geri getirmediler. Tek başına kalırsan ne yaparsın? Seni öldürürler ki öldürürler de bir yandan. Bu da bir yandan hakikat. Tek başına bir kadın olarak kendi çocuğunla gidip bir evde yaşadığında başına gelmeyecek şey yok diye düşünüyorsun. Bir cesaret etsen, bir adım atsan hiçbir şey olmayacak belki ama korkuyorsun. Bunlar söylendi anneme hep. Yani seni topluma uygun bir hale getirip, çekip çevirenler çok sevdiğin annen, canını vereceğin arkadaşın, gözbebeğin baban olabilir. Çünkü onların bildiği, içine yetiştiği düzen de buydu.

Klişe olacak ama “çükünü göster”den başlıyor bütün mesele. Şiddete maruz kalan üzerinden dönüyor her şey. Kız çocuğuna ufak yaşta itibaren onun zaten her zaman daha sınırlı, daha aşağıda, daha uysal olması doğrudan ya da dolaylı tembih ediliyor. Hadi muhafazakar bir ailede değilsin, geleneksel bir ailede değilsin annen feminist, baban da komünist, yine de gidip buna takılacaksın. Çünkü okulundaki insanların annesi babası öyle değil. Sokağa çıktığında öyle değil. Toplum ya da yargı mekanizması öyle değil. Masallar, diziler, kitaplar öyle değil. Bu acılı bir süreç. Buna karşı koymak da öyle. Çünkü en başta kendinle savaşıyorsun, sonra çok sevdiğin annenle, babanla, kardeşinle, arkadaşınla. İnsanın sevdiklerine başkaldırması, bunun sonucunda belki reddedilmesi, yalnız bırakılması, terk edilmesi sürecin en zorlayıcı kısımlarından biri. Yargılarla mücadele etmekten meselenin esasına gelemiyorsun uzun süre.

Söylem şiddet failini hep görünmez kılmak üzerine işler. En başta şiddete maruz kalan suçlu bulunur. Bir şey yapmıştır da hak etmiştir. O da onu sinirlendirmiştir. Cinnet geçirtmiştir ve bir sürü şey. Faili görünmez kılmak demek onun gücünü kabul etmek zaten. Yani o zaten kabul edildi. Bizim onla ilgili eleştirilecek bir şeyimiz yok. Buraya dönelim. Şiddete maruz kalmak için bu kadın ne yapmış? Bir insanın şiddeti, tacizi, tecavüzü “arandığına” inanabilen toplum faili de canavarlaştırıp şiddetin hepimizin, her gününün içinde bir şey olduğu gerçeğinin üstünü örter. Bu evlilik içinde oluyorsa şiddet sonrasında aileler araya girer. Bu hep böyledir. Kadını ikna ederler. Kendi kanlarından birinin cani olması gerçeği görünmez kılınır. Bahaneler üretirler. Şiddet zaten bu yüzden her zaman tekmeyle tokatla gelmez. Bir ilişki içerisindeki şiddeti anlamak için o ilişkinin başına sonuna değil o insanların doğduğu tarihe falan bakmak gerekiyor. Çünkü o kadar uzun bir yol ki eninde sonunda şiddete çıkıyor.

‘HİKAYEM AYNI ZAMANDA BÜTÜN KADINLARIN HİKAYESİ’

Şimdiki bilinçle anneni anlıyorsun. O zamanlar nasıldı? Anlamaktan usandığın zaman olmadı mı? Ya da tersi anlamamak öfkelendirmedi mi?

İlk başta anneni suçluyorsun, tüm öfkeni ona kusuyorsun. Çünkü diyorsun ki niye karşı koymadın? Beni ne uğruna arkada bıraktın? Uzun bir süre onu anlamadım. Bir insan uzun bir süre böyle bir şeyin içinde nasıl kalır? Bu kadar mı güçsüzsün? Çocukken bir yandan da sana yaşananların uzak gelecekte bir gün biteceğini, bunu senin yapacağını söylüyorlar. Kimse biz yetişkiniz, şu an bunu halledebiliriz demedi. Bu misyonla büyüdüğün zaman kendi içinde de hayal kırıklığına uğruyorsun. Çünkü aslında ortada bitecek bir şey olmadığını algılıyorsun. Sen de kurtulamıyorsun ki… Sen de şiddet türlerine maruz kalmış oluyorsun. Birinden ayrıldığında onun ailesi gelip seni ikna etmeye çalışıyor ya da ne kadar bilinçli olursan ol sana kötü davranan biriyle ilişkini sürdürmeye devam ediyorsun. Bir yandan kendi hayatında bunları tecrübe ediyorsun.

Annemle aramdaki meseleyi ona yabancılaşarak çözdüm. Bu benim hikayem ama aynı zamanda hem benim hem bütün kadınların hikayesi. Buradan görmek gerekiyor. Bir adım atarken sadece annen için değil kendin için başka kadınlar için de atmaya çalışıyorsun. Meseleyi kendi içinde politikleştiriyorsun. Kendi içinde savaş veriyorsun. Annesiz büyümüş bir kadın oluyorsun ve annesizliğin getirdiği başka bir sürü başka çatışmayla baş etmek zorunda kalıyorsun ama o çatışmalar artık politik bir meselenin parçası haline geliyor. Çünkü onun niye yaşandığını daha iyi anlıyorsun. O niye seni terk etti sorusunun peşini bırakıyorsun. Daha büyük, hepimizi etkileyen bir şey yüzünden olduğunu anlıyorsun. Bir yandan şunu da anlıyorsun, annen öğretiyor sana bunları: Aslında annen ya da sen sırf kadın olduğunuz için güçsüzlük ve mağduriyetten bir adım öteye gidemeyecek insanlar değilsiniz. Bize sunulan sınırlar içerisinde kendi mücadele mekanizmalarımızı geliştiriyoruz, kadınlar bunu asırlardır yapıyorlar. Yani ne annem başına gelenler yüzünden “makul mağdur” olup tüm hayatını ağlayarak geçirdi ne de ben “okumuş, feminist, güçlü bir kadın” kimliğini giyinip önüme gelen her şeyle mücadele edip onu yenebildim. Hayat hiç kimse için öyle işlemiyor.

‘ERİL VİRÜS DE BULAŞIYOR, ÖLDÜRÜYOR AYNI KORONA GİBİ’

Yazında hayatın her alanına sirayet etmiş eril tahakkümü 'virüs' metaforuyla anlatıyorsun. Yakaladığın benzerlikler bugünlerden kaynaklı bir imkanmış gibi gözükmüyor.

Metafor olarak virüsü kullanmak onu dışsallaştırmak mı olur diye en başta düşündüm. Hayır, değil. Eril virüs de bulaşıyor ve her bulaştığı insanda başka bir forma bürünüyor. Bulaşıyor, şekil değiştiriyor ve öldürüyor. Aynı korona gibi… Bunun üzerine araştırıyoruz, bir şeyler karalıyoruz, tarih yazıyoruz, gelenek geliştiriyoruz. Şu an yaptığımız gibi… Doğduğumuzdan beri sürekli enfekte haldeyiz. Bir araca dönüşüyoruz. Bununla mücadele etmenin yollarını arıyoruz. Annem nefes alamıyorum diye şikayet ettiğinde yüzündeki maskeyi indir o zaman derdim. Çok kolay gelirdi bunu söylemek. Şimdi ben indiremiyorum o maskeyi, yoksa enfekte olma ihtimalim artar. Eril virüsün korona virüsüyle ne kadar benzer olduğunu anlayabilirsek aslında ne kadar korkarak yaşadığımızı hatta bazen kendimiz farkında olmasak bile hem göstermiş hem de anlatmış oluruz diye düşündüm. Ama bir yandan da kendi eğlence biçimlerimizi, kendi mücadele yöntemlerimizi, kendi çözümlerimizi geliştiriyoruz. Tıpkı patriyarkaya karşı yüzyıllardır yaptığımız gibi. Yaşadığımız şu günler bir şekilde geçip gidecek. Ne bileyim virüsün aşısı bulunacak ya da sıradan bir rahatsızlık haline gelecek ama eril virüs öyle değil.

Metafor aşı da sonlanıyor…

Evet. Aşı feminizm. (Gülüyoruz)

‘TOPLUMUN YAPTIĞI GİBİ BİR KADINDAN MÜKEMMEL OLMASINI BEKLİYORDUM’

Bugünkü uğraşların neler? Geçmiş seni nereye taşıdı?

Beni kadınlıktan çok erkeklik üzerine düşünmeye itti. Problemin bu olduğunu bir şekil görüyorsun. Tek başına kadın olmakla niye problem olsun zaten? İnsanın bir türüsün sadece. Kadın dayanışmasıyla bir araya gelmem de 15 yaşında olmadı. Çünkü sen de önyargıların bir parçasısın. Sen de “kadın haklarını savunuyorum ama feminist değilim” diyorsun. Almıyorsun o etiketi. Çünkü o etiketin içi bir sürü duyduğun kötü şeyle dolu. Hababam Sınıfı filminde dahi feminist bir hoca vardı. Ne kötülenirdi…

Kadın dayanışması içinde olabileceğim, mevzuyu anlatabileceğim, dinleyebileceğim kanallara dahil oldum. Akademik tarafa yatkınlığım olduğu için de akademik dünyada bunu sürdürmeye çalışıyorum. Orda da çalışmalarımın merkezinde ev içi şiddet var. Bunun üzerine tez yazacağım dedikten aylar sonra aslında bunun benim hayatımı etkileyen bir şey olduğu için seçtiğimi fark etmiştim. Yani fark etmiyorsun da yolda o konuya yöneldiğini. Bir dakika ben bu konuda çok yaralıyım o yüzden bunu seçiyorum demem çok uzun zaman aldı. O yaraları da bir şekil taşıyorsun üzerinde ama artık yara olmayıp senin derinin bir parçası haline geliyor.

Şu an daha çok odaklandığım mesele erkeklik meselesi. Kurumlardaki, dindeki, gelenekteki, ev içindeki eril kültür. Erkeklik deyince bütün erkekler kendi üzerine alınıyor ama konuşmamız boyunca görüldüğü üzere bu sadece erkeklere has bir şey değil. Kadınlar da bunun bir parçası. Tez çalışmam için ev içi şiddet faili erkekler ve şiddet mağduru kadınlarla konuşuyorum. Kadınların bir kısmı artık tamam diyor, ben bu şiddetin beni delirttiğinin, benim doğru düşünmeme engel olduğunu farkındayım. Uzun bir yoldan bu noktaya gelmişler, bu yolda çoğu sefer geri dönmüşler, bir daha yaşanmayacağına inanıp güvenmişler. Kadınların, ailelerinden bazı üyelerin ısrarla arkalarında durmaları çok etkili olmuş. Ama bir kısım da var ki 6284’e karşı mesela. Adamlar dışarıda mı kalsın, sokakta mı kalsın diye endişeleniyorlar. Eee kadın mı ölsün onun yerine? Kadın kışkırtmazsa bir şey olmaz diyorlar. Kendileri şiddete maruz kaldıklarında da bunda kendilerinin payı olduğundan eminler.

Kadınlarla konuşmak ilk başta çok sarsıcıydı. Bu kadar şiddete maruz kalıp nasıl hala 6284’ün kaldırılabilmesini savunuyor bir kadın… Bu insanı gerçekten yıkan ve umutsuzluğa sürükleyen bir şey. Sonra şunu fark ettim. Ben de aslında toplumun tamamının yaptığı gibi bir kadından mükemmel olmasını bekliyorum. Sanki doğuştan bize bilinç yükleniyormuş, biz doğuştan bütün sorunların farkındaymışız ve bunun doğrusunu yapmamız gerekiyormuş gibi.

‘KADINLARA YAPILAN ŞEYDİR: SEN KAFANDA KURUYORSUN’

Bu dediğini ben de kendimde fark etmiştim. Belki yine nüksettiği zamanlar oluyordur. Bir erkeğin ahmaklığı, bencilliği, her türlü saçma davranışları gözüme o derece batmıyor, bir kadınınki daha çok batıyor, öfkelendiriyordu.

Aslında patriyarkayı tekrar ediyoruz. Bütün kadınlar senin gibi düşünmek zorunda değil, ama ortada çok sabit şeyler var. Psikolojik, ekonomik, fiziksel olsun şiddetin her türlüsü hayatımızda ve bu bazen gerçekten bağıra bağıra gelmiyor hayatımıza. Biz bazen kendimizi ikna ediyoruz. Biz bazen şiddetin faili oluyoruz. Kadın olmak bizi şiddetin faili olmaktan çok da uzak tutmuyor. Hepimizin içinde bir sürü ses var. Kadınların içinde ise başka pek çok sesin arasında sürekli ona yetersiz ve değersiz olduğunu fısıldayan bir ses var. Yargılar geliştiren, anne babamızdan, dünyadan öğrendiğimiz sesler. Bizim bu seslerin arasında bir başka ses yetiştirmemiz gerekiyor. Daha farkındalık sahibi… Tacize mi uğradın? 9 yaşında olsan bile bir önemi yok. Sen öyle anlamışsındır. Mesela en çok kadınlara yapılan şeylerden birisidir: Sen kafanda kuruyorsun, yanlış anlamışsındır. 9 yaşında da yapıyorlar bunu 29 yaşında da. Senin kendinle muhasebeni kırıyorlar öncelikle. Sen kendi fikirlerine bile güvenemez hale geliyorsun. Feminizmden de en mükemmel olan beklenir. Bin senedir ensemizde bağıran patriyarka yine görünmez kılınır ve sen hem kadınsın, hem feministsin kendini bu kadar aydınlatmışsın nasıl hata yaparsın? Yapabilirim. Bir yandan onun kusurlu olduğunu söylüyorsun bir yandan onun mükemmel olmasını istiyorsun. Patriyarka kadınlara yüz yıllardır yapıyor bunu.

Ev kadınlar için güvenli bir yer değil ama kadınlara da layık görülen en başat yer ev. Zaten bu tek başına o kadar büyük bir paradoks ki… Şiddet dendiğinde her kadın kendi başına geleni düşünüyor. Haberin yayınlandığında her kadın yaşadığı şeyleri düşünecek. 13 yaşındayken nasıl kendini güzel göstermek için makyaj yapmak zorunda hissettiğini ya da kilolu olduğu için hoşlandığı erkek tarafından herkesin önünde nasıl aşağılandığını ya da çirkin bulunduğu için amcasının, teyzesinin onu nasıl eleştirdiğini, burun kıvırdığını, onlara şiddet faili oğullarının bir daha bunu yapmayacağını söyleyen kaynanalarını düşünecekler. Akıllarına gelecek en “hafif” anılar bunlar olacak belki de. Hepimizin başına geldi. Ne kadar feminist olursak olalım ben feministken başıma gelmedi mi? Ya da başka bir feministin başına gelmedi mi? Sevgi kırıntısının peşine koşup bin tane hakareti sineye çekmedik mi? Hepimiz yaşadık. Sadece Berfin’in ya da anneminki çok daha görünür bir yerde. Onlar bu şiddeti yüzlerinde taşıyorlar, sonunda da kimse şiddeti konuşmuyor. Bu şiddeti mümkün kılan şeyleri konuşmuyor. O kadının kararlarını konuşuyor, ondan yüzünü, bu şiddeti saklamasını istiyor.

‘RIZA İNŞASINDAN BAHSEDİYORUZ, BİR İNSANI SEVDİĞİNİ SANABİLİRSİN’

Birkaç gün önce Berfin yüzüne asit atan kişiyi sevdiğini söyledi. Bunu çekinerek yazdığı da belliydi. Başka şeylerle örneğin büyüyle açıklamış başına gelenleri. Aslında bu dönüşün şaşırtıcı olmadığını bir arkadaşıma anlatamadım. Sen anlatabilir misin?

Bugün rıza inşasından bahsediyoruz. Bir insanı gerçekten sevdiğini sanabilirsin. Başka hiçbir ihtimalin olmadığına, gerçekten seni sevebilecek sadece o kişi olduğuna inanıyorsan o kişi de sana bunu söylüyorsa ve onun dışındaki herkes de sana ne kadar bu topluma ait olmadığını hatırlatıyorsa böyle bir karar verebilirsin. Annem de seviyorum, beni hala seviyor ya da aralarında sorunlar başladığında biri büyü yaptı gibi şeyler söylerdi. Dünya üzerinde bu suçu atabileceğin kaynaklar bittiğinde doğa üstü bir şeye yöneliyorsun. Bunlar gözümün önünde madde madde oluşmaya başladı. Hiç yabancı olmadığım şeyler ama bunu anlamak için de tecrübe etmeye gerek yok.

Berfin 19 yaşında gencecik bir kadın. Bir kadının yüzüne asit atılması gibi eylemler seni benden başka kimse sevmesin, benden başka kimseyle olmayacaksın amacını taşıyor. Senin güzelliğini elinden alıyorum ve bir kadın için güzellik bu toplumda en başta gelen şeylerden biri.

‘ŞİDDETE DAİR KAFAMIZDA ÇOK MİTİK BİR HİKAYE OLUŞMUŞ’

Hayal kırıklığını paylaşanlar, süreçten çekildiğini deklere edenler, “katiline geri döndü” diyenler… Pierre Bourdıeu’nun “Eril Tahakküm” kitabında yazılanlar aklıma geldi. Seni aramadan evvel o kitabı karıştırdım. Hayatın söylediğini kuramın içinde aradım. “Eril tahakkümü düşünürken, kendileri de tahakkümün ürünleri olan düşünme biçimlerine başvurma riskini taşıyoruz” cümlesinin altı çizili. Uzun yıllar bunla cebelleşen biri olarak yorumlar, kanaatler senin tarafından nasıl görünüyor? Okudukların, duydukların arasında en olmaz, kabul edilemezi hangisi senin için?

“Ah Berfin senin için ben ne mücadeleler ettim, ne üzüldüm…” İnsanların kendilerini özne haline getirmesi; problem burada. Bizim duygularımızın bu tartışmada bir yeri, bir önemi yok. Bir insana verdiğimiz desteğin hesabını sormak, ondan beklediğimiz şekilde davranmadığında bu kadar hızlı ve açıktan tepki verip terk etmek doğru değil. Ne olacak bilmiyoruz. Hangi koşul altında bu karar alındı? Bunu da tam anlamıyla bilmiyoruz. Yani sevgi de rıza da inşa edilebilir bir şey. Hepimiz bunları yaşadık. Şiddete dair kafamızda çok mitik bir hikaye oluşmuş. Çünkü zihnimiz belki de gerçeği kabullenmek istemiyor. Cani var bir tane, ağzından köpükler saçıyor. Öbür tarafta bir tane mağdur var. O da ekseriyetle gittikçe küçülen bir kadın. Başına bir şeyler gelmesini bekliyor. İki tarafı da insanlıktan çıkaran mitsel bir hikayeyle kendimizi de sahnenin dışına atmış oluyoruz. Böylece hem fail hem de mağdur olmaktan kurtarıyoruz kendimizi.

Bir insanın 20 sene boyunca öğrendiği şeyi bir cümleyle silip atamazsınız. Başka bir ihtimal var deyip hızlıca ikna olmazsa dönüp arkanızı gidemezsiniz. Benim annemle yüzeye çıkmam yıllar sürdü. Yıllar boyunca ona başka bir ihtimal olduğunu anlatmaya çalıştım. Bunun için destek yolları aradım. Mağdur kimliği üstüne yapışıp kalmıştı artık, onu kabullenmişti. O kadar uzun süre karşılık alamadım, artık o kadar pes etmiştim ki başka bir ihtimal olmadığına ben ikna olmaya başlamıştım. Bir müddet sonra seni ikna etmeye başlıyorlar. Hiçbir şey değişmeyecek diyorsun, umutsuzluğa kapılıyorsun. Usanıyorsun. Çok insani bir duygu bu. Ama biliyorsun ki bir tanesini kendi haline bıraksan bin tanesi var her tarafta. İstisna değil, ilk değil. Kapıyı her zaman açık tutman gerek o yüzden. Bir kurtarıcı olarak değil, bir eşit olarak.

Bunda sonra kaç yıl yaşayacaksa bu kadın tek başına yaşayacak. Bir ihtimal var deyip dönüp gittiğinizde o alışkın olduğu şeye dönecek zaten. Alışkın olduğu şey de “bir daha yapmaz…” Çünkü yıllardır zaten bunun telkiniyle yaşıyor. Ailesinde de bunu yaşıyor. Hepimiz bunla yaşıyoruz ya da işte “benim için değişir” diye düşünecek. ‘Kadınlar en çok yalnız kalmaya aşinadır’ lafım çok arabesk bulunabilir ama değil. Bu bir tespit. Bu bize doğduğumuzdan beri söylenen bir şey, tecrübe ettiğimiz bir şey. Bize gerçek gibi sunulan bu yalnızlığı kırmanın, onu geride bırakmanın yolu da dayanışmadan, yaygın inanışları kırmaktan geçiyor. Yanımızda ailemizin olması, kadın arkadaşlarımızın olması değil sadece. Dayanışma içinde olmak konusunda ne kadar ısrarcı olduğunuz önemli. Pes eder kadınlar. Geri dönmek isterler. Çünkü orası daha konforlu gelebilir. Her köşesini bildiğin bir yer. Çünkü mücadele etmek çok yorucu. Her gün yüzünü gazetelerde, tıp dergilerinde örnek vaka olarak görmek çok yorucu. Sadece insan gibi hissetmek için bile dönmek isteyebilirsin. Nasıl özgürleşeceğiz diye düşününce ilk aklımıza gelen şey para, çünkü para güçtür. Parası olan iyi durumdadır ama işte öyle kadınlarla konuşuyorum ki kadın yüksek lisansını bitirmiş, kocasından daha çok kazanıyor ama kocası hala maaşına el koyabiliyor. Bunun tek başına parayla, tek başına kapitalist düzende kendine bir yer edinmekle tamamen çözülecek bir tarafı yok. Dur diyebildiğimiz zaman arkamızda durabilecek mekanizmalara ihtiyacımız var. 6284 tartışılıyor, İstanbul Sözleşmesi tartışılıyor, infaz yasası tartışılıyor. Kadın hareketinin mücadelesi sonucu elde edilmiş her şeyi geçersiz kılmak için uğraşıyorlar. Saldırganları sokağa salacaklar ve bu saldırganlar insanların öyle zihninde canlandırdığı gibi korkunç, ağzından köpükler saçarak koşan insanlar değil. Senin benim gibi insan hepsi. Kimisi babamız, kimisi dayımız, kimisi abimiz.

Berfin şu an ne hissediyor bilmiyorum. Annem nasıl hissetti biliyorum. Gördüğüm kadarını biliyorum. Celladına aşık olmuş, Stockholm sendromu… Değil büyük ihtimalle. Onun duyguları adına konuşmak, onun adına açıklama yapmak da doğru değil. Yanında durmak, başka bir ihtimal var diye ısrarcı olmak zorundasın. Yüzüne asit atan birini hapse girdikten sonra düşünmeyi bırakamazsın, amacı da budur zaten, sende silip atamayacağın bir iz bırakmak. Bu kadın gencecik bir kadın. Yine bir kadından mükemmel bir karar vermesini bekliyoruz. İnsanlar şöyle bir geçmişine bakıp, ben 19 yaşımda ne yapıyordum diye sormuyor. Ben 19 yaşımda bugünkü karakterime çok ters şeyler yapıyordum. Sözel, psikolojik şiddete de maruz kalıyordum. Başka kadınları da kötülüyordum. Patriyarka bana bayılırdı ben 19 yaşındayken. Şunu da atlıyoruz. Berfin bugün bu kararı vermiş olabilir ama bu karardan vazgeçme özgürlüğü, ihtimali her zaman var. Ayrıca onun şikayetini geri çekmesinden bağımsız olarak bu dava bir kamu davası artık, sonuna kadar sürdürülecek.

‘BÜTÜN DÜNYA SAĞLAKLAR İÇİN TASARLANMIŞ AMA SEN SOLAKSIN’

Annen şimdi nasıl? Siz nasılsınız?

Artık büyük ve yaralayıcı çatışmalar yaşamıyoruz. Anne ile kız olmak da kendi içinde başka bir hiyerarşi oluşturuyor. Şu an daha çok iki eşit gibi davranmaya çalışıyoruz. Hala bir sürü yanlış inanışı var. Benim de var. Yalnız başına yaşayabileceğini, yalnız başına yaşamanın kötü bir şey olmadığını bu fikirle zaman zaman mücadele etse de artık biliyor. İş bulması çok zor oldu. Bir iş bulmak için çıktığında kapılar yüzüne kapandı. Her defasında hayal kırıklığına uğrayıp vazgeçerek geri döndü. Ben kararımı verdim, bundan sonra patriyarkayla mücadele ediyorum, kocayı da boşuyorum, gidip iş buluyorum demekle de olmuyor. Üniversite mezunu bile olsan, 10 sene boyunca mesleğini icra etmemişsen sana ya iş vermiyorlar ya da en alttan başlatıyorlar. O yüzden kişinin özgür iradesi, kendi başına karar alma gücü gibi laflar etmeden önce daha geniş çerçeveyi düşünmek zorundayız.

Sana göre düzenlenmiş bir dünyada yaşamıyorsun. Biz solak gibi yaşıyoruz. Bütün dünya sağlaklar için tasarlanmış ama sen solaksın. Sen de hiçbir problem yokken, sağlaklar kadar elini kullanabiliyorken sana tuhafsın ya da o elinle nasıl yazabiliyorsun diye soruyor insanlar ya da niye solaksın diye bile sorabiliyorlar. Tarih boyunca solaklık dinde, kültürde aşağılandığı için senin bir yandan da düşük olduğunu, şeytanın elini kullandığını, günah işlediğini, yanlış yolda olduğunu falan söylüyorlar. Kadınların erkekler için tasarlanmış bir dünyada yaşamasına benziyor işte bu. O dünyayı dönüştürüyoruz, bizden önceki kadınların, ötekilerin bıraktığı mirası bizden sonrakilere aktarmak için hem kendimizle hem de tüm baskı mekanizmalarıyla olan mücadeleyi sürdürüyoruz.