Sezai Temelli: Türkiye’ye sürekli savaşı, kayyımı ve tecridi dayatan bir iktidar var

Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanı Adnan Selçuk Mızraklı ile Kayapınar Belediyesi Eşbaşkanı Keziban Yılmaz'ın tutuklanmasının ardından HDP, 3 günlük Meclis boykotu kararı aldı. Bu süre zarfında çalışmalarını Diyarbakır'da sürdüren partinin Eş Genel Başkanı Sezai Temelli, gündemle ilgili sorularımızı yanıtladı. "Türkiye’ye sürekli savaşı, kayyımı ve tecridi dayatan bir iktidar var" diyen Temelli, "Bütün bu sürecin en büyük mağduriyetini kuşkusuz Kürt halkı yaşamıştır. Hem içerde hem dışarda çok ağır bedeller verdi" ifadelerini kullandı.

Abone ol

DİYARBAKIR - Geçtiğimiz günlerde HDP’li 12 belediyeye kayyım atandı ve Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Başkanı Adnan Selçuk Mızraklı ile Kayapınar Belediyesi Eşbaşkanı Keziban Yılmaz tutuklandı.

Bunun üzerine HDP Eş Başkanları ile milletvekilleri, Meclis çalışmalarını 3 gün süreyle boykot ederek Diyarbakır’a geldi. HDP Eş Genel Başkanları Pervin Buldan ve Sezai Temelli ile beraberlerindeki milletvekillerinin kentteki programları sürüyor. İlk gün Ofis semtindeki AZC Plaza’nın önünde kitlesel basın açıklaması yapan HDP, ardından bundan sonra izleyecekleri yol haritası ile ilgili toplandı. İkinci gün Kürt partileri ve oluşumlarının temsilcileriyle toplanarak, “Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik saldırı, ulusal birlik ve kayyım atamaları” konularını değerlendiren Buldan ve Temelli, daha sonra merkez Sur ve Bağlar ilçelerinde esnafı ziyaret ederek halkla buluştu.

Bu buluşmanın ardından HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli ile 3 günlük Meclis boykotunun ardından parti olarak nasıl çalışmalar yürüteceklerini konuştuk. Temelli, partilerine yönelik baskıların yanı sıra Türkiye’nin ABD ve Rusya ile vardığı anlaşmaların ardından Suriye’deki gelişmeleri ve Kürtlerin durumunu da değerlendirdi.

Meclisi 3 gün boykot ederek Diyarbakır’a geldiniz, çalışmalarınızı burada sürdürdünüz. 3 günün sonunda HDP, kayyım atamalarına ve partiye yönelik baskılara karşı nasıl bir yol haritası izleyecek?

Üç günlük meclis çalışmalarına katılmama karar verdik. Buna boykot dedik. Ama aslında bir duyarlılık yaratmak amacındayız. Çünkü Meclis, uzun süredir Türkiye’nin en temel meselelerini değerlendirmiyor, gündemine almıyor. Meclis, bir çözüm üretme, Türkiye’nin sorunlarını çözme vasfını giderek yitiriyor. Hangi önergemizi getirirsek getirelim reddediyorlar. Soru soruyoruz, soru önergelerimize yanıt verilmiyor. Araştırma önergeleri getiriyoruz, iktidar blok olarak reddediyor. Toplumun, halkın, emekçilerin, kadınların, halkların yararına şu ana kadar geçmiş bir yasa yok. Gelen yasaların çoğu torba yasa. Bu torbalardan kim yararlanıyor? Ya müteahhitsiniz ya silah ticareti yapıyorsanız yararlanıyorsunuz. Ekonomi çok kötü bir durumda ve her gelen yasayla daha da kötü hale geliyor. Kadına yönelik şiddet almış başını gidiyor. Her gelen yasayla şiddet artıyor. Çocuk meselesi öyle, bütün alanlar böyle. Tabi Türkiye denince akla ilk gelen mesele Kürt meselesidir. Kürt meselesini bırakın çözmeye, adeta çözümsüz kalsın diye çaba gösteren bir anlayış hakim. Tüm bunlara karşı bir tepki ortaya koyduk. Dedik üç gün boyunca parlamento çalışmalarına katılmayacağız. Bu kararı neyin sonrasında aldık? Bu son kayyım atamasından sonra. Meclis hâlâ duyarsız davranıyordu ve Meclis’e asli görevini hatırlatmak istedik. Buraya geldik. Amed’i sembolik olarak seçtik. 12 belediyemiz şu an kayyıma geçti. Daha önce YSK marifetiyle 6 belediye eş başkanımızın mazbatası verilmemişti. O da başka bir tuzak. Böyle bir şey olageliyor ve Meclis duyarsız, refleksiz. Tüm vekillerimizle birlikte buraya geldik. Halkımız ile buluştuk. Meclis’e bu konuda duyarlı olma çağrısını yaptık. Gelecek hafta güçlü bir şekilde mecliste olacağız. Kanun tekliflerimizle, soru önergelerimizle, araştırma önergelerimizle meclisi asli görevine davet edeceğiz. Bunu hem kürsüde ve hem de toplumun içinde, herkesle buluşarak bu çalışmayı başlatacağız. Bu çalışmaya katılmayanları da teşhir edeceğiz. Çünkü meclisteysen, bu halkın vergileriyle ordaysan yapman gereken sorumlulukların var. Bir partinin vekili olabilirsin ama onun ötesinde toplumu, toplumun haklarını savunmak gerekiyor. Bunla mükelleftir milletvekili. Bunu yapmayanları teşhir edeceğiz. Örneğin kayyım meselesiyle ilgili bir adım atmıyorsanız aslında meclis hukukuna aykırı hareket ediyorsunuz. Anayasaya aykırı hareket ediyorsunuz. Biz de bu Anayasa’dan mutlu değiliz. Bu Anayasa sonuçta 12 Eylül Anayasasıdır. 12 Eylül Anayasasının savunulacak bir yanı kalmamış. Ama bunu bile ihlal eden bir anlayışa sahipseniz bunu da topluma teşhir edeceğiz. İkincisi, halkı da meclise davet edeceğiz. Meclise gelin, HDP’nin kapıları açık. Ama diğer partilere de gidin. AKP’lisi AKP’ye gitsin, ‘Nedir bu çektiğimiz çilenin sebebi?’ desin. ‘İktidarın gönderdiği her yasaya evet diyorsunuz ama siz milletvekili olarak halkın hangi derdine derman oluyorsunuz’. İYİ Parti’ye, CHP’ye gitsinler. Ve bütün partilere çağrımdır, meclisin kapılarını açın. Toplumla buluşun, halk ile buluşun. Ve inisiyatif alın. Şimdi Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi dediğimiz meselenin aslında yürümediğine tanıklık ettiğimiz bir dönemdeyiz. ‘Kayyım atadım’ diyor. Meclis, kayyım atayan iktidar ile ilgilenmiyor. Aslında tam da burada inisiyatif alması gerekiyor. Kayyım atadığın anda seçme ve seçilme hakkını yok sayıyorsun. Sandık adaletini ve hukukunu yok sayıyorsun uydurma gerekçelerle. Buna karşı meclisin refleks göstermesi gerekiyor.

Öte yandan Kuzey Doğu Suriye’de yaşanalar var. Bununla ilgili soru sorulmuyor, eleştiri yapılmıyor, 'milli meseledir’ deyip her şeyi bir yere kilitleyen, tüm inisiyatifleri öldüren bir anlayış var. Oysa bir mesele milliyse daha çok soru sormanız gerekiyor. Milli meseleyse sorun bakalım, bu bütçe nereden geliyor? Bu para nereye gidiyor? Neden savaşa giriyoruz? Bunların hiçbiri sorulmadan her gelen tezkereye evet diyen bir anlayış var. Bütün bunları değiştirmek için bu kararı aldık.

Meclis’i görev yapmaya, milletvekillerini sorumluluklarını yerine getirmeye davet ettiniz. Diyarbakır’a geldiğinizden bu yana dayanışma amacıyla sizi arayan parti temsilcileri ya da milletvekilleri oldu mu?

Yok, gerçekleşmedi. Herhangi bir partiden destek gelmedi, ama burada, arkadaşlarımla iki gündür sokaktayız, bize oy vermiş vermemiş, AKP’li olmuş olmamış hiç fark etmez, herkes aynı duyguda buluşabildi. Halk, ‘Kabul etmiyoruz’ diyor. Yani AKP’lisi dahi, “Başkan bu olmaz, özür dilerim, üzüldüm” diyor. Siyasi tercihlerimiz farklı olabilir. Herkes aynı sepete giriyorsa zaten korkmak lazım. Ama AKP’li, kayyım atamasıyla ilgili, “utanıyorum” diyor. Kendi seçmeni bunu söylüyorsa iktidarın bundan ders çıkarması lazım. Televizyon şovlarını bir tarafa bırakmak gerekiyor. Her akşam televizyonda şov yaparak değil, bizzat sokakta olmak gerekiyor. Bu dayanışmayı gördük. Bu önemliydi. Yani herhangi bir siyasi parti ya da onun vekili aramadı belki ama burada iktidarın yapmış olduğu icraatlara tepkili olan iktidar partisi seçmelerinden destek gördük ki bu bence çok önemli bir şey. İktidar bu hataları, yanlışları bu suçları işlerken kendi milletvekilleri nerede tepki gösterebilir? Elbette mecliste. Bundan dolayı bazı tartışmaları mecliste yapmak yararlıdır, sağlıklıdır. Fakat bunu göremiyoruz. Eller kalkıyor, eller iniyor, saraydan ne geliyorsa aynen geçirme çabasında olan bir meclis. HDP’ye saldırmak, Kürt düşmanlığını büyütmek ve bir hamaset yaratmak. Bu hamaset de çoğunlukla milli meseleye sıkıştırılıyor. Ellerindeki tek formül bu. Bundan dolayı çözüm üreten, çare arayan bir meclis karşımızda yok.

.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, partisinin grup toplantısında belediyelere kayyım atanmasını doğru bulmadığını söyledi. Bu yeterli bir tepki midir sizce?

Başlangıç için açıklamalar önemli. Sonra ne yapmak gerekiyor? Kayyıma karşı çıkmak. Bakın herhangi bir yasanın maddesine karşı çıkmaktan öte bir şeyden bahsediyoruz. Anayasa ihlalinden öte, halkın iradesinden bahsediyoruz. Bugün Diyarbakır sokaklarında AKP’lilerin bana söylediği şeyi meclisteki herkesin hissetmesini istiyoruz. Halkın iradesine saygısızlık yapan bir meclis, meclis olma vasfını yitirir. Bir siyasetçi, siyasetçi olma vasfını yitirir. Çünkü demokrasilerde buradan başlıyorsunuz. Aday oluyorsunuz, seçiliyorsunuz ve bir temsiliyet hukuku yaratıyorsunuz. Yok sayıyorum dediğinizde nesiniz siz? İkincisi, bu sadece kayyım atanan yerlerle ilgili değil, Türkiye’nin her yerinde buna tepki çıkmalı. Her seçilmiş kendisine kayyım atanmış hissiyle hareket edebilirse biz bu vesayet rejimini, bu otoriter Cumhurbaşkanlığı Hükümet rejimini kırabiliriz. Yapmış olduğumuz çağrı, ortaya koymuş olduğumu boykot bunun duyarlılığına dairdir. Ben umutluyum. Bugünden yarına değil. İnsanlar, sokak, toplum bunu duydu hissetti bunu içselleştirecektir ve bundan sonra milletvekillerine yöneldiğinde ya da birisini seçerken bu soruları soracaktır. Sen kayyım meselesine ne diyorsun? Sen her gelen sorunun milli meseleye sıkıştırılmasına hesap sormayacak mısın? Denetlemeyecek misin? Yasama faaliyetini yapacak mısın, yapmayacak mısın? İşte bu toplumla buluşmanın en önemli şeylerinden biri budur.

Diyarbakır’daki etkinliklerin benzerini batı şehirlerinde de yapmak gibi bir hazırlığınız var mı?

HDP Türkiye partisidir. Ama Türkiye partisi olmak demek en temel meseleyi önemsememek anlamına gelmiyor. Şunu biliyoruz ki en temel mesele Kürt meselesidir. Bunu çözümsüz bırakarak aslında bütün Türkiye sahasında demokratik siyaseti tasfiye ediyor. Hak gasplarını çok rahat bir şekilde yaratabiliyor. Eskişehir’de işçilere saldırdılar. Biz bütün yerlerdeki hak mücadelelerinin buluştuğu adresiz. Bu adrese davet etmek yerine biz gidiyoruz. Bugün Amed’te bu büyük haksızlığı teşhir ettik. Ama mecliste de çok daha radikal, çok daha güçlü bir muhalefet yapacağız. Türkiye halklarının sorunlarını, dertlerini meclise taşıyacak ve çözüm önerilerini de ortaya koyacağız. Bugüne kadar bunu yapmıyor muyduk? Yapıyorduk. Fakat sürekli olarak HDP’ye yönelik saldırılar ve özellikle uygulanan medya ambargosuyla bu duyulmuyordu. Bundan sonra biz de şunu yapacağız: Meclis çalışmalarını halka ulaştırmak, halkı da meclis çalışmalarına davet etmek. Çok daha güçlü bağlar kurarak bu dönem çalışmalarımızı yoğunlaştıracağız.

HDP’li milletvekilleri ile ilgili yeni fezlekeler hazırlanıyor. HDP’li milletvekillerinin örneğin Diyarbakır’da kendi seçmeniyle buluşmasına dahi izin verilmiyor. HDP’yi kapatmıyoruz, HDP kendisini kapatsın gibi bir yaklaşım var sanki. HDP kapanır mı?

HDP olmadan hayat ne kadar güzel olacak. Okullar olmadan Milli Eğitim Bakanı olmak gibi HDP olmadan iktidar olmak hayali kuruyordur sabah akşam. Neden bunu yapıyor? İnsanlar, HDP’lilere bu muamele neden yapılıyor, diye sormalı. Bir basın açıklaması yapılacağı esnada polisler kalkanlarla kapatıyorlar. Basının görüntü almaması için basın emekçilerine saldırılıyor. Parti binalarına kapatıyorlar. Peki neden bunları yapıyorlar? İnsanlar bunu sormalı. Yani HDP’nin konuşmasının duyulmasını neden istemiyorlar? Çünkü korkuyorlar. Neden korkuyorlar? Hakikatten korkuyorlar. Bu ses duyulmasın istiyorlar. İçte sürüklendikleri durum bu. Öyle bir acizliğe düşmüşler ki, o denli tükenmişler ki bir muhalefet partisinin sözlerinin duyulmasını engellemeye çalışıyorlar. Bu iktidarın en yoğun faaliyeti budur. Televizyonlara bakın, içinde HDP geçmeyen program yok ama her programda biz varız. HDP nasıl kötülenir, HDP nasıl suçlanır diye hep aynı şeyler tekrarlanıyor. Neden? Kendine güvenen, doğru icraatlar ortaya koyan, halk desteği artan bir partinin muhalefetten bu denli kaygılanıp korkmasına gerek olur mu? Olmaz. Tam tersine, eğer güçlüyse, doğru icraatları varsa muhalefete der ki açık açık eleştiri yap. Bunlar tam tersine, HDP duyulmasın diyor. HDP’nin sesi çıkmasın diye bütün kolluk güçlerine, valilere ve kaymakamlara Anayasa suçu işlettiriyorlar. Valilere, kaymakamlara ve kolluk güçlerine, ‘Bu yaptığınız Anayasal suç, bu iktidar yarın gidecek, siz ne yapacaksınız? Siz kamu çalışanısınız, kamudan maaş alıyorsunuz, kamuya karşı sorumluluklarınız var. Suç olan talimata uymak zorunda değilsiniz’, diyorum. ‘Emir yüksek yerden, yazmak zorundayım’ diyor. Çaresiz ama bilerek suç işlemiş oluyor. Böyle acayip bir durum var. HDP kapatılır mı? Yeni yeni meczuplar türedi ortalıkta, ha bire “HDP kapatılsın” diye. HDP bir bina olsa kapatırsın. Ama HDP bir sevdadır, aşktır, mücadele geleneğidir. HDP kapatılabilir bir şey değildir. Geçmişte bir sürü parti kapatıldı. Her seferinde daha büyüyerek, daha güçlenerek geri geldik. Hatta yeni paradigmamızda çok daha farklı bir siyaseti büyüterek geldik. Kapatılan bir şey olsaydı zaten çoktan kapatırdınız. Dolayısıyla bir kapatılma kaygımız ya da derdimiz yok. Ama HDP’yi görünmez kılmaya ya da tasfiye etmeye çalışan bir zihniyet var. O yüzden Türkiye’nin bütün kesimleri ile buluşarak demokratik siyaset adına, demokratik anayasa ve yargı reformu adına bir dosya hazırladık. 70’den fazla kuruma ulaştık. Bir reçete sunmadık. Demokrasi ittifakı adına ortak ne yapabiliriz, bunları tartışmak istedik. Önemli yansımaları oldu. Fakat Türkiye’yi bu gündemden kopartıp, Türkiye’ye sürekli savaşı, kayyımı ve tecridi dayatan bir iktidar var. Ama inanıyorum ki Türkiye hakları, emekçileri bunu aşacaktır, kıracaktır.

.

ABD, derken Rusya ile görüştü Türkiye ve 9 gün süren savaş sona erdi. Nasıl değerlendiriyorsunuz gelişmeleri?

Türkiye başından beri yanlış bir dış politika yürüttü. Özellikle de Suriye konusunda. Bütün dünyayı kendi tezlerine ikna etmeye çalıştı. Bu sekiz yıllık döneme baktığımızda stratejik derinliklerden Emevi Camisi'nde namaz kılmaya kadar yanlışlar yaptı. Yeni Osmancı’lığa kadar bir sürü tez ortaya konuldu. Dışarda ise hep sürekli olarak “sınırlarımızda terör koridoru istemiyoruz” , “tehdit altındayız” gibi bir tezi savuna geldi. Ve buna bağlı olarak savaş politikalarını dayattı. İktidarın bu tezleri çökmüştür. İktidar başarısız olmuştur. Türkiye’yi bunca zaman bu dış politika altında tuttuğu için Türkiye çok fazla şey kaybetmiştir. Bütün bu sürecin en büyük mağduriyetini kuşkusuz Kürt halkı yaşamıştır. Hem içerde hem dışarda çok ağır bedeller verdi. Bu büyük bir adaletsizliktir, haksızlıktır, suçtur. Bu iktidar bir başarı öyküsü yaratma peşinde. Oysa çok büyük bir başarısızlık öyküsü var ortada. Buradan şöyle bir sonuca geliyoruz. Suriye siyaseti açısından önümüzdeki dönem çok farklı gelişmelerin olacağı bir kulvara geçildi. Artık Türkiye’nin söz sahibi olamayacağı yeni bir dönem başlıyor. Mesele küreselleşmiştir. Bu açıdan Suriye de önemli bir dönem başlıyor. Siyasi çözüm askeri çözümlerin önüne geçmiştir. Suriye’de Kürtler bu siyasi çözümün içerisinde vardır. Kürtleri yok sayarak bir siyasi çözüm tezi de tükenmiştir. Önümüzdeki dönemde Cenevre’de başlayacak görüşmeler ve sonrasında Suriye’deki bütün siyasi bileşenlerin katılacağı ortak çözüm arayışları hızlanacaktır. Bu hem Suriye’nin demokratikleşmesi açısından önemlidir hem de Türkiye açısından önemlidir. Çünkü Türkiye’de artık Kürt meselesinin demokratik çözümüne dair yeni bir hat biçimlenmeye başlayacaktır. Türkiye toplumu, Türkiye entelektüel dünyası bunu konuşmaya başlayacaktır. Türkiye siyasetinde buna dair önemli gelişmeler olacaktır. İktidar bunu bildiği için çözümsüzlüğü dayatıyor. İktidarın çözüm üretme kabiliyeti sıfırlandığından dolayı kendinden sonrakinin önünü kesebilmek için sürekli olarak savaş politikaları dayatıyor ki bunun sonuna geldik. Bu politikalarla yürümeyeceği çok net ortaya çıktı. Dolayısıyla bugün için bir karamsarlık, bir kara tablo varmış gibi gözükmekle beraber yarına dair hem Suriye açısında hem Türkiye açısından düne göre daha da umutvar olabiliriz.